Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayanlar: II. Mahmud Dönemi ve Sonrası

0
Advertisement

Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Mahmud dönemi ve Tanzimat sonrasında âyanların siyasî, sosyal ve ekonomik rolü. Ayanların merkeziyetçilik politikaları karşısındaki tepkileri ve uzun süreli etkileri.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Âyanlık Müessesesi

Osmanlı İmparatorluğu’nda “âyan eşraf” terimi, Arapça kökenli olan “ayn” kelimesinin çoğulu olarak kullanılmıştır. “Âyan eşraf”, “göz” anlamına gelir ve özellikle toplum içinde soy sopuyla ve itibarıyla öne çıkmış kişiler için kullanılır. Örneğin, “Âyan-ı Kureyş”, “Âyan-ı Belde”, “Âyan-ı Karye”, “Âyan-ı Mahalle” gibi ifadelerle sıkça karşılaşılır. Bu terim, ilk İslam devletlerinden başlayarak Osmanlılar döneminde de yaygın bir şekilde kullanılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda âyanlar, Anadolu Selçuklu Devleti’nden miras kalmıştır. Tarihî kaynaklarda, âyanlar geniş bir kapsamda yer alır ve voyvoda, mütesellim, muhassıl, mutasarrıf ve vali gibi yerel yöneticileri ifade etmektedir. Aynı zamanda, âyanlar bazen derebeyleri veya mütegallibeler olarak da adlandırılırlar. İlmiye sınıfından olan molla, kadı, müftü, müderris; kapıkulu ocaklarından olan kethüdâlar, yeniçeri serdarları ve onların emeklileri; esnaf sınıfından olan kasapbaşı, bakkalbaşı; tüccar ve mültezimler de âyanlar arasında sayılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda, bu çeşitli kesimlerden gelen kişilere “âyan-ı vilâyet” adı verilirdi. Bu terim, Osmanlı toplumunda önemli bir tabir olarak kabul edilmiş ve farklı sosyal kesimlerin temsilcilerini kapsayan geniş bir kavramdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Taşra Yönetimi ve Âyanlar

Osmanlı İmparatorluğu’nda taşra yönetiminde valiler, mutasarrıflar, mütesellimler ve voyvodalar merkezden atanırdı. Ancak her şehir ve kasabada, âyanlık olarak bilinen bir âyan bulunurdu. Bu âyanlar, hem halkın hem de merkezi hükümetin temsilcisi konumundaydılar ve ikisinin arasındaki işleri yürütürlerdi. En önemli âyanlardan biri, baş âyan veya reîs-i âyan olarak adlandırılırdı.

Advertisement

Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde, kurumlar görevlerini yerine getirdikleri için âyanların nüfuzu genellikle yerleşim merkezinin sınırlarını aşmazdı. Ancak XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, ülkenin yönetiminde ve düzeninde aksamalar meydana geldikçe âyanların önemi artmaya başladı. Bu dönemde âyanlar, aracı ve iş takipçisi olarak faaliyet gösterdiler. Bulundukları yerlerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak, vakıfların yönetimini yapmak, fiyatları belirlemek gibi çeşitli görevleri vardılar. Ayrıca, şehir sakinlerinin taleplerini İstanbul’a ileterek kötü yöneticilerin değiştirilmesi gibi konularda rol aldılar.

1559’dan itibaren Anadolu’ya yayılan kapıkulu ve diğer askerîlerin âyanlara katılması, onların önemini artırdı. XVI. yüzyılın ikinci yarısında, âyanlar iltizama katılarak veya çiftçilere borç para vererek servetlerini artırdılar ve topraklarını genişlettiler. Ancak bu durum, çiftçilerin âyanlara bağımlı hale gelmesine neden oldu.

XVII. yüzyılda Celâlî isyanları ve timarlı sipahilerin öneminin azalmasıyla boşalan timarlar, iltizama verildiğinde âyanlar, çalışan ve savaşan nüfusu kontrol etmeye başladılar. Ayrıca, âyanlar, paşmaklık ve arpalık olarak verilen topraklara genellikle yerli âyanları voyvoda veya mütesellim olarak atandı. Bu da onların idari güçlerini artırdı ve bölgedeki en güçlü temsilciler haline gelmelerini sağladı.

II. Viyana Kuşatması’ndan sonra ortaya çıkan mali sıkıntılar, 1695’ten itibaren bazı mukataaların mâlikâne adı verilen bir usulle iltizama verilmesine yol açtı. Bu uygulama, âyanların gelir kaynaklarını kontrol etme ve devlete ait bazı yetkileri kullanma fırsatını artırdı.

XVIII. yüzyılın ortalarında, âyanlar için yeni bir dönem başladı. Bu dönemde, âyanlar şehir ve esnaf için mal temin etmek, fiyatları belirlemek, kamu binalarını inşa etmek, eşkıyayla mücadele etmek, orduya asker sağlamak gibi görevler üstlendiler. Merkezi otoritenin zayıflamasıyla âyanlar, kendi menfaatlerini öne çıkardılar ve zaman zaman halkın zararına da hareket ettiler. Bu da âyanların ve ailelerinin memleketin birçok yerinde güç kazanmasına neden oldu. Özellikle Anadolu ve Rumeli’de âyanlık mücadeleleri sıklıkla kanlı çatışmalara dönüştü.

Osmanlı hükümetinin âyanlar üzerindeki etkisinin azalmasıyla âyanlar, kendi aralarında anlaşmalar yaptılar ve hükümetin kararlarını uygulamada zorlandılar. 1786’da âyanlık resmen kaldırıldı ancak bazı bölgelerde âyanlık geleneği devam etti. Ayrıca, şehir kethüdâları âyanlar kadar güçlü olmadıkları için Bâbıâli’nin emirlerini tam olarak uygulayamadılar ve zaman zaman âyanların muhalefeti nedeniyle görevlerini tam anlamıyla yerine getiremediler. Ancak âyanlık geleneği devam ettiği gibi, âyanlar ve şehir kethüdâları arasındaki rekabet ve mücadele de devam etti.

Advertisement

1787 yılında başlayan Rus savaşı sırasında yaşanan aksaklıklar üzerine, 1790 yılında yapılan bir düzenlemeyle her bölgenin halk tarafından seçilen âyanları göreve getirilmesi kararlaştırıldı. Ancak âyanlık iddia ve kavgaları sürdü ve 1793’te III. Selim’in başlattığı Nizâm-ı Cedîd hareketini destekleyen Anadolu âyanları ile karşı çıkan Rumeli âyanları arasında gerilimler arttı.

1806 yılında Rusçuk âyanı Alemdar Mustafa Paşa’nın liderliğindeki Rumeli âyanları, Nizâm-ı Cedîd’e karşı çıkarak Osmanlı tarihinde II. Edirne Vak’ası olarak bilinen olaya yol açtılar. Bu olayın ardından III. Selim’in tahttan indirilmesiyle IV. Mustafa tahta çıktı. Ancak Kabakçı Mustafa İsyanı’nın patlak vermesiyle Nizâm-ı Cedîd hareketi sona erdi ve âyanlar yeniden güç kazandılar.

II. Mahmud döneminde, âyanlar devlet işlerine daha fazla karışmaya başladılar ve hükümetle anlaşmazlık içinde oldular. II. Mahmud’un tahta çıkmasında etkili olan Alemdar Mustafa Paşa, âyanların lideri olarak sadrazam oldu. Ancak âyanların gücü arttıkça, hükümetin otoritesi zayıfladı.

Bu süreçte âyanlar, çeşitli bölgelerde önemli birer güç haline geldiler. Ancak âyanlık mücadeleleri ve çatışmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne katkıda bulundu ve sonunda modern Türkiye’nin kurulmasına yol açtı.

Sened-i İttifak ve Sonrası

Sened-i İttifak’ın imzalanmasının ardından, âyan kuvvetlerinin önemli bir kısmı İstanbul’dan ayrıldı ve bu durum yeniçeriler arasında bir isyanı tetikledi. 16 Kasım 1808’de başlayan bu ayaklanmada Alemdar Mustafa Paşa hayatını kaybetti. II. Mahmud, bu isyanla birlikte İstanbul’daki âyan hâkimiyetine son vermiş oldu. Sened-i İttifak da artık hükümsüz kaldı.

II. Mahmud, âyanların Sened-i İttifak’ın hazırlanmasında oynadığı rolü ve Nizâm-ı Cedîd’e karşı çıkmalarını unutmadı. Bu nedenle âyanların gücünü kırmak ve merkeziyetçilik siyasetini uygulamak için çaba gösterdi. Bu siyaseti, saray, ulemâ ve Bâbıâli bürokrasisi de destekledi çünkü merkeziyetçilik, vilâyetler üzerinde merkezin hakimiyetini artırarak bu zümrelerin nüfuzunu sağlamlaştırıyordu. II. Mahmud, âsi âyanlara karşı ordular gönderdi ve onları zayıflatmak için çeşitli yollar denedi. Öte yandan itaatkâr ve güçlü âyanlara karşı kuvvet kullanmadı, ancak onların ölümlerini bekleyerek yerlerine Bâbıâli’nin temsilcilerini atadı ve âyanların etkisini azalttı. İsyan eden âyanların çoğu idam edildi ve malları müsadere edildi. Bazı bölgelerde âyanlık yerine sandık eminlikleri ve mahalle muhtarlıkları kuruldu.

II. Mahmud’un döneminde, 1834 yılında kurulan redif askerî teşkilâtında âyanlardan faydalandı. Tanzimat döneminde âyanların görevleri, yeni kurulan müesseselere ve elemanlarına verilmeye başlandı. Bâbıâli, ölen âyanların yerine yenilerini tayin etmeyerek resmî âyanlık müessesesine son verdi. Ancak âyanlar, hâlen varlıklarını ve nüfuzlarını sürdürdüler. II. Mahmud’un ölümünden sonra döneminde, Abdülmecid döneminde âyanlarla bir toplantı düzenlendi, ancak istenilen sonuç alınamadı. Tanzimat döneminde, âyanlar, vilâyet, livâ ve kaza idare meclislerine temsilci olarak katıldılar. Ancak, Bâbıâli bürokrasisinin yaptığı yenileşmeler, âyanların taşrada hâkimiyetini engelleyemedi. Tanzimat sonrası çıkarılan Tapu Nizamnâmesi ve Arazi Kanunnâmesi ile âyanların topraklar üzerindeki hakları devam etti.

Sonuç olarak, âyanlar, Tanzimat dönemi ve hatta Cumhuriyet dönemi boyunca önemli bir role sahip oldular. İstanbul’da Meclis-i Meb’ûsan’a ve Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne temsilciler göndererek siyasî hayatta etkili oldular. Ziraat, ticaret ve sanayi cemiyetlerinde görev alarak Türk siyasî, sosyal ve iktisadî hayatında önemli rollerini sürdürdüler.


Leave A Reply