Advertisement
İçinde yüz kelimesi geçen deyimler nelerdir? Bu deyimlerin anlamları ve açıklamaları. Yüz ile ilgili, yüz hakkında deyimler anlamları ve açıklamaları.
Yüz İle İlgili Deyimler ve Anlamları
- “yüzüstü kalmak”
1) bir iş, zamanında yapılmayıp olduğu gibi bırakılmak: Altı hücreyle cümle kapısının taş kemeri, kalın meşe tahtasından kapı kanatları yüzüstü kaldılar. -K. Tahir. 2) bir iş bitirilmeden bırakılmak. - “yüzüstü bırakmak”
1) birini yapayalnız, kimsesiz, kötü bir durumda bırakmak: Adam yüzüstü bırakıp gidince böyle bir numara çevirip başına kalmayı deniyor anlaşılan. -E. Bener. 2) bir işi zamanında yapmayıp savsaklamak, olduğu gibi bırakmak, ihmal etmek: Evdeki işimi gücümü yüzüstü bıraktım. -H. R. Gürpınar. - “(bir işten) yüz (yüzünün) akı ile çıkmak”
bir işi kendi saygınlığını yitirmeden eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek: Biz buraya geldi isek her hâlde yüzümüzün akı ile çıkacağımızdan şüphe etmeyesin! -E. E. Talu. - “şeytan görsün yüzünü”
sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenen bir söz. - “gerçek yüzünü göstermek”
sakladığı düşüncelerini sonradan ortaya koymak. - “ters yüzüne dönmek”
geri gitmek, geri dönüp gitmek: Nezih, önce ters yüzüne dönüp eğri büğrü yollardan kaçmayı düşündü. -R. H. Karay. - ” ters yüzüne çevirmek”
geri döndürmek: Yanına uşak filan almaz. Müracaat edenleri ters yüzüne çevirir. -Ö. Seyfettin. - “su yüzüne (üstüne) çıkmak”
görünür olmak: Bilinçaltı bir baskı belki de ilk kez su üstüne çıkıyordu. -Ç. Altan. - “su yüzü görmemiş”
su görmemiş. - “yüzü ak olsun”
sağ olsun anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü. - “astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek)”
bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak. - “kahır yüzünden lütfa uğramak”
birine kötülük olsun diye yapılan iş, onun iyiliğine olmak. - “ağzına yüzüne bulaştırmak”
bir işi kötü yapmak, becerememek: Yapılacak şey ehemmiyetsizce bir pansuman ama ağızlarına yüzlerine bulaştırmalarından korkuyorum. -R. N. Güntekin. - “ayıbını yüzüne vurmak”
birinin kusurunu yüzüne söylemek. - “kapılar yüzüne (üzerine veya üstüne) kapanmak”
istenilen şeye ulaşma imkânı verilmemek. - “alnı açık yüzü ak”
çekinecek hiçbir durumu veya ayıbı olmayan. - “başı yastık yüzü görmemek”
yatağa yatıp uyumuş olmamak. - “dirlik yüzü görmemek”
rahata kavuşamamak.
“dünya yüzü görmemek”
kapalı bir yerde sürekli kalmak.
- “gün yüzü görmemiş (söz, küfür)”
1) hiç kullanılmamış; 2) ortalığa çıkmamış; 3) çok ağır hakaret içeren. - ” madalyonun ters tarafı (tersi, arka yüzü)”
olumlu bir iş, bir durum veya bir olayın düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü anlamında kullanılan bir söz. - “ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın zekeri (yüzü)”
yararı olsa bile istenmeyen kimseler için söylenen bir söz. - “öfke yüzü göstermek”
çok sinirlendiğini belli etmek: Hayatında kimseye sert muamele etmedi ve öfke yüzü göstermedi. -N. F. Kısakürek. - ” rahat yüzü görmemek”
hiç rahat etmemek: Derler ki bugünden itibaren Zeliha’nın kalbi rahat yüzü görmedi. -Y. K. Karaosmanoğlu. - “yüzünü buruşturmak (ekşitmek)”
yüzüne öfke ve hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek: Yüzünü buruşturuyor Fuat, ukalalığından sıyrılıyor, üzüldüğü belli. -A. Ümit. Ağır işler görüp de güler yüzünü ekşitmemeyi ve kimseyi incitmeden yaşamayı analar bu adamlara öğretmeli idiler. -M. Ş. Esendal. - ” yüzünü duvara yapıştırmak”
ilgiyi kesmek: Artık anlaşabileceğimizi sanmıyorum, diyerek herifin yüzünü duvara yapıştırıyor Mustafa. -A. Ümit. - “yüzünü gören cennetlik”
uzun süre görünmeyen kimseler için söylenen bir söz. - ” yüzünü görmemek”
1) uzun süre görmemek: Yüzünü de gördüğüm yoktu. Kırkyıl da görmesem göreceğim gelmezdi. -M. Ş. Esendal. 2) gereksinim duyulan bir şeyi özlemek, ona hasret kalmak: Harp içinde kahvenin yüzünü görmedik.
” yüzünü kara çıkarmak”
birini utandırmak.
- “yüzünü karartmak”
birine sinirlenerek somurtmak. - “yüzünü kızartmak (kızdırmak)” onuruna, gururuna önem vermeden bir şey istemek, utançla, utanarak istemek: Fakat ben boş ümitle insan avutmanın faydasından ziyade zararına inandığım için çok kere yüzümü kızdırır, açıkça mümkün değil derim. -R. N. Güntekin.
- “yüzünü şeytan görsün”
sevilmeyen bir kimseye karşı duyulan nefreti belirtmek için kullanılan bir söz. - “yüzünü yere getirmek (geçirmek)”
utandırmak, mahcup duruma düşürmek: Baban da, olur, demiş, ak sakallı adamın yüzünü yere mi geçireceksin? -E. Işınsu. - “yüzünün derisi kalın”
utanması, arlanması olmayan. - “yüzünüze güller”
hlk. iğrenç bir şey anlatılırken söylenen bir söz: Yüzünüze güller, büyüklerin pisliğini temizlemek bile bizde forsla, pistonla oluyor. -H. Taner. - ” ne yüzle”
hiç utanmadan, sıkılmadan. - “derisini yüzmek”
1) derisini soymak, sıyırmak; 2) işkence ederek öldürmek; 3) mec. birinin bütün varlığını elinden almak: Tefecilerin eline düşerse derisini yüzerler. - “yüzsuyu dökmek”
onurunu sarsacak kadar çok yalvarmak: Hâlbuki Emin Efendi, feleğin çemberlerinden geçerek, kâh kuvvetlerin önünde diz çöküp yüzsuyu dökerek, kâh zayıflara çelme vurup tuzak kurarak bu mertebeye ulaşmış. -Y. K. Karaosmanoğlu. - “yüzü soğuk olmak”
ürkütücü olmak: Ölümün yüzü soğuktur. - ” yüzü yazılı kalmak”
kullanılmak, yenilmek için hazırlanmışken herhangi bir sebeple olduğu gibi dokunulmadan kalmak.
“yüzünden akmak”
herhangi bir durum yüzünden çok belli olmak.
- “yüzünden düşen bin parça olmak”
öfke veya küskünlükten ileri gelen can sıkıntısıyla suratı asık olmak: Ama iktisadi bunalım ayyuka çıktı maşallah, yurttaşın yüzünden düşen bin parça olacak. -H. Taner. - “yüzünden kan damlamak”
çok sağlıklı olmak, sağlığı yüzünün renginden belli olmak. - “yüzünden okumak”
1) ezbere değil, yazılmış kâğıttan okumak; 2) herhangi bir durumu yüzünden anlamak - “yüzüne bakamaz olmak”
utanç, yüreksizlik vb. sebeplerle bir kimsenin karşısına çıkamamak. - “yüzüne bakılır olmak”
çirkin sayılmamak: Hem bakalım, yirmi yaşında da olsa yüzüne bakılır cinsten midir? -R. H. Karay - “yüzüne bakmaya kıyamamak”
biri çok güzel olmak. - “yüzüne bir daha bakmamak”
darılıp konuşmamak. - “yüzüne duramamak”
dayanamamak, bir isteğe hayır diyememek, kıramamak: Aman sayın bayan beni çağırmayınız. Güzel yüzüne duramam, içeri girerim. Girince de… -M. Ş. Esendal. - “yüzüne gözüne bulaştırmak”
bir işi becerememek, bozmak: Onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım. -E. E. Talu. - “yüzüne gülmek”
1) dostmuş gibi görünmek: Köylünün yüzüne gülüp arkadan jurnalliyormuş. -E. Işınsu. 2) dostluk göstermek, ilgi göstermek, alakalanmak: Köyde, ondan başka yüzümüze gülen, bize yol gösteren olmadı. -Ö. Seyfettin. 3) temizliği, yeniliği dolayısıyla ferahlık vermek: Banyo, tuvalet, vesair kısımlar, o ne temizlik, o ne genişlik, insanın yüzüne gülen o ne ferahlıktı. -H. R. Gürpınar. - “yüzüne kan gelmek”
sağlığı yerine gelmek, benzinin solgunluğu geçmek. - “yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır”
çok arsız ve onursuz kimseler için kullanılan bir söz. - “yüzüne vurmak (çarpmak)”
ayıplayarak kusurunu yüzüne söylemek: Bir büyük kabahatim varmış da yüzüme vuracaklarmış gibi açıp okumaktan çekiniyorum. -A. Gündüz. - ” yüz surat davul derisi (mahkeme duvarı)”
utanması olmayanlar için söylenen bir söz.
“yüz sürmek”
aşırı sevgi göstermek için yere eğilmek.
- “yüz verince astar istemek”
kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak geniş yetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya çalışmak. - “yüz takınmak”
yüze verilen biçimle bir duyguyu belirtmek: Osman Nuri Bey umutsuzluğa düşerek sessiz sessiz ağlamaya başlayınca Seniye Hanım onu teselli için hemen güler bir yüz takınmış, aman ne yapıyorsunuz bey, demişti. -Y. K. Karaosmanoğlu. - ” yüz vermemek”
1) ilgi, yakınlık göstermemek: Sonra geniş bir odada orta yaşlı bankacı kendisine yüz vermeyen yargıcın kızına saldırdı. -Y. Atılgan. 2) önemsememek: Bursa, yeşiline en uygun maviyi kondururken yüksek mimarlarımız renge hiç yüz vermiyorlar. -B. R. Eyuboğlu. - “yüz yazmak”
1) makyaj yapmak; 2) hlk. köy seyirlik oyunlarında taklit edilen kişinin özelliklerini belirtecek biçimde yüz boyamak, maske yapmak. - “yüzü asılmak”
somurtmak.
“yüzü düşmek”
somurtmak.
- ” yüzü gözü açılmak”
1) sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek; 2) toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak. - “yüzü gülmek”
1) sevinci yüzünden belli olmak: Otele gidip lavabolu odayı görünce yüzüm güldü. -F. Otyam. 2) feraha kavuşmak: Şehirlilerle köylüler arasındaki alışveriş şartları düzenlendikten sonra hepsinin yüzü gülmeye başladı. 3) temiz, tertipli duruma gelmek. - ” yüzü kalmamak”
bir kimseden daha önce birçok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak - ” yüzü karışmak (allak bullak olmak veya alabora olmak)”
can sıkıcı bir durum, yüzünden belli olmak: Beraberce binmiş olduğumuz bir takside birdenbire yüzü karıştı, şoföre yüksek bir sesle… -A. Ş. Hisar. - “yüzü kasap süngeriyle silinmiş”
utanmayan, utanması sıkılması olmayan anlamında kullanılan bir söz. - “yüzü kireç gibi olmak (ağarmak)”
yüzünde renk kalmamak, rengi solmak: Genç kadının yüzü kireç gibi ağarmıştı. -R. N. Güntekin. - “yüzü kireç kesilmek”
yüzünde renk kalmamak: Bizim bacınınsa yüzü kireç kesildi. -Halikarnas Balıkçısı. - “yüzü sararmak”
korku, üzüntü, coşku vb. sebeplerle yüzün rengi solmak: Gözleri büsbütün büyüdü, saçları dikildi, yüzü sarardı. -N. Hikmet. - “yüzü seçilmemek”
açıkça tanınmamak, belli belirsiz görünmek: Işık arkadan geldiği için yüzü seçilmiyor. -R. N. Güntekin.
“yüzü sıcak olmak”
çok sevilmek, hoşlanılmak: Paranın yüzü sıcaktır.
- “(bir şeyin) yüzüne hasret kalmak”
o şeyden yoksun kalmak, hasret kalmak: Burada yağdan yumurtadan geçtik, ekmek yüzüne hasret kaldık. -M. Ş. Esendal. - ” (birinin veya bir şeyin) yüzü suyu hürmetine”
birinin veya bir şeyin hatırına veya varlığına değer verildiği için anlamında kullanılan bir söz: Ben şu iki kolumun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum, yaşıyorsam. -Z. Selimoğlu. - “(birinin veya bir şeyin) yüzünü unutmak”
uzun süre görmemek, varlığına hasret kalmak: İnsanlar Tanrı rahmeti olan yağmurun yüzünü çoktan unutmuşlardı. -N. Araz. - ” (birinin) yüzü kâğıt gibi olmak”
kanı çekilip benzi solmak: Babuş da uyanmış ve yatağın içine oturmuş. Korkudan onun da yüzü kâğıt gibi. -P. Safa. - “(birinin) yüzüne bağırmak”
birine öfke ile saygısızca sözler söylemek.
” (birinin) yüzüne karşı”
bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden: Yüzüne karşı da söylerim.
- “(birinin) yüzünü ağartmak”
beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarının övünmesine sebep olmak: Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür. -E. C. Güney. - “(birinin) yüzünü güldürmek”
birini mutlu etmek, birine iyilik etmek: Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür. -E. C. Güney. - “yüz bulmak”
ilgi ve yakınlık görmek: Akça pakça bir hanım gördü mü biraz da yüz buldu mu hemen bohçacı madamlardan birini evine gönderir, pırlanta gerdanlık vadedermiş. -S. M. Alus. - ” yüz çevirmek”
gösterdiği ilgiyi kesmek: … vergi kâtibinden yüz çevirmişler, kendisine hasım olmuşlardı. -E. E. Talu. - “yüz kızartmak”
1) sıkılarak yalvarmak; 2) utandırmak: Meşhur bir edibimizin cinsî hayatına dair yüz kızartıcı sözler söylenirdi. -Y. Z. Ortaç. - ” yüz yüze bakmak”
arada hatır gönül meselesi olduğu için karşılıklı ilişkiyi korumak zorunda bulunmak. - “yüz yüze gelmek”
1) birden karşılaşmak: Tırmanıp gedikten girer girmez toprak dolu çuvallarla burayı tıkamaya çalışan insanlarla yüz yüze geldi. -İ. O. Anar. 2) bir araya gelmek: Bir daha yüz yüze gelmemek için ayrılmışlardı. -Ö. Seyfettin. - “yüz yüze getirmek”
karşı karşıya getirmek: Her fırsatta yavrucakları ölümle yüz yüze getiriyor. -R. N. Güntekin.
“yüz yüze kalmak”
aynı ortam içerisinde bulunmak.
- “yüz yüze yaşamak”
sürekli olarak bir arada olmak zorunda bulunmak: Ölümle aylarca yüz yüze yaşamış, hayatımla oyuncak gibi oynamıştım. -R. N. Güntekin. - “yüze gelmek”
çekinmemek: Ne ben yüze gelip sorabiliyordum ne de o cesaret edip anlatabiliyordu. -A. Ümit. - “yüze gülmek”
1) yalandan dost görünmek; 2) sevimli, alımlı görünmek. - “(bir şey) yüzü görmemek” .
-den yoksun olmak, uzak bulunmak: Yüzyıllardan beri sabah yüzü görmemiş uçsuz bucaksız kıraç topraklar. -Y. K. Karaosmanoğlu. - “(bir şeye) yüz tutmak”
yönelmek: Biçare Yunus’un çoktur günahı / Hakk’ın dergâhına yüz tutmuşum ben -Yunus Emre. - “(bir şeye) yüzü tutmamak”
1) haklı da olsa karşısındakini kıracak bir davranışta bulunmaktan çekinmek: O böyle kimseyi kırmak istemedikçe, kimseye olmaz demeye yüzü tutmadıkça ne kadar istemese çevresi onu kıracak, üzecekti. -N. Cumalı. 2) utanmak.