Yüz İle İlgili Deyimler ve Anlamları Açıklamaları, İçinde Yüz Geçen

0
Advertisement

İçinde yüz kelimesi geçen deyimler nelerdir? Bu deyimlerin anlamları ve açıklamaları. Yüz ile ilgili, yüz hakkında deyimler anlamları ve açıklamaları.

Yüz İle İlgili Deyimler ve Anlamları

Yüz İle İlgili Deyimler ve Anlamları

  • “yüzüstü kalmak”
    1) bir iş, zamanında yapılmayıp olduğu gibi bırakılmak: Altı hücreyle cümle kapısının taş kemeri, kalın meşe tahtasından kapı kanatları yüzüstü kaldılar. -K. Tahir. 2) bir iş bitirilmeden bırakılmak.
  • “yüzüstü bırakmak”
    1) birini yapayalnız, kimsesiz, kötü bir durumda bırakmak: Adam yüzüstü bırakıp gidince böyle bir numara çevirip başına kalmayı deniyor anlaşılan. -E. Bener. 2) bir işi zamanında yapmayıp savsaklamak, olduğu gibi bırakmak, ihmal etmek: Evdeki işimi gücümü yüzüstü bıraktım. -H. R. Gürpınar.
  • “(bir işten) yüz (yüzünün) akı ile çıkmak”
    bir işi kendi saygınlığını yitirmeden eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek: Biz buraya geldi isek her hâlde yüzümüzün akı ile çıkacağımızdan şüphe etmeyesin! -E. E. Talu.
  • “şeytan görsün yüzünü”
    sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenen bir söz.
  • “gerçek yüzünü göstermek”
    sakladığı düşüncelerini sonradan ortaya koymak.
  • “ters yüzüne dönmek”
    geri gitmek, geri dönüp gitmek: Nezih, önce ters yüzüne dönüp eğri büğrü yollardan kaçmayı düşündü. -R. H. Karay.
  • ” ters yüzüne çevirmek”
    geri döndürmek: Yanına uşak filan almaz. Müracaat edenleri ters yüzüne çevirir. -Ö. Seyfettin.
  • “su yüzüne (üstüne) çıkmak”
    görünür olmak: Bilinçaltı bir baskı belki de ilk kez su üstüne çıkıyordu. -Ç. Altan.
  • “su yüzü görmemiş”
    su görmemiş.
  • “yüzü ak olsun”
    sağ olsun anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
  • “astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek)”
    bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak.
  • “kahır yüzünden lütfa uğramak”
    birine kötülük olsun diye yapılan iş, onun iyiliğine olmak.
  • “ağzına yüzüne bulaştırmak”
    bir işi kötü yapmak, becerememek: Yapılacak şey ehemmiyetsizce bir pansuman ama ağızlarına yüzlerine bulaştırmalarından korkuyorum. -R. N. Güntekin.
  • “ayıbını yüzüne vurmak”
    birinin kusurunu yüzüne söylemek.
  • “kapılar yüzüne (üzerine veya üstüne) kapanmak”
    istenilen şeye ulaşma imkânı verilmemek.
  • “alnı açık yüzü ak”
    çekinecek hiçbir durumu veya ayıbı olmayan.
  • “başı yastık yüzü görmemek”
    yatağa yatıp uyumuş olmamak.
  • “dirlik yüzü görmemek”
    rahata kavuşamamak.
“dünya yüzü görmemek”
kapalı bir yerde sürekli kalmak.
  • “gün yüzü görmemiş (söz, küfür)”
    1) hiç kullanılmamış; 2) ortalığa çıkmamış; 3) çok ağır hakaret içeren.
  • ” madalyonun ters tarafı (tersi, arka yüzü)”
    olumlu bir iş, bir durum veya bir olayın düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü anlamında kullanılan bir söz.
  • “ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın zekeri (yüzü)”
    yararı olsa bile istenmeyen kimseler için söylenen bir söz.
  • “öfke yüzü göstermek”
    çok sinirlendiğini belli etmek: Hayatında kimseye sert muamele etmedi ve öfke yüzü göstermedi. -N. F. Kısakürek.
  • ” rahat yüzü görmemek”
    hiç rahat etmemek: Derler ki bugünden itibaren Zeliha’nın kalbi rahat yüzü görmedi. -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • “yüzünü buruşturmak (ekşitmek)”
    yüzüne öfke ve hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek: Yüzünü buruşturuyor Fuat, ukalalığından sıyrılıyor, üzüldüğü belli. -A. Ümit. Ağır işler görüp de güler yüzünü ekşitmemeyi ve kimseyi incitmeden yaşamayı analar bu adamlara öğretmeli idiler. -M. Ş. Esendal.
  • ” yüzünü duvara yapıştırmak”
    ilgiyi kesmek: Artık anlaşabileceğimizi sanmıyorum, diyerek herifin yüzünü duvara yapıştırıyor Mustafa. -A. Ümit.
  • “yüzünü gören cennetlik”
    uzun süre görünmeyen kimseler için söylenen bir söz.
  • ” yüzünü görmemek”
    1) uzun süre görmemek: Yüzünü de gördüğüm yoktu. Kırkyıl da görmesem göreceğim gelmezdi. -M. Ş. Esendal. 2) gereksinim duyulan bir şeyi özlemek, ona hasret kalmak: Harp içinde kahvenin yüzünü görmedik.
” yüzünü kara çıkarmak”
birini utandırmak.
  • “yüzünü karartmak”
    birine sinirlenerek somurtmak.
  • “yüzünü kızartmak (kızdırmak)” onuruna, gururuna önem vermeden bir şey istemek, utançla, utanarak istemek: Fakat ben boş ümitle insan avutmanın faydasından ziyade zararına inandığım için çok kere yüzümü kızdırır, açıkça mümkün değil derim. -R. N. Güntekin.
  • “yüzünü şeytan görsün”
    sevilmeyen bir kimseye karşı duyulan nefreti belirtmek için kullanılan bir söz.
  • “yüzünü yere getirmek (geçirmek)”
    utandırmak, mahcup duruma düşürmek: Baban da, olur, demiş, ak sakallı adamın yüzünü yere mi geçireceksin? -E. Işınsu.
  • “yüzünün derisi kalın”
    utanması, arlanması olmayan.
  • “yüzünüze güller”
    hlk. iğrenç bir şey anlatılırken söylenen bir söz: “Yüzünüze güller, büyüklerin pisliğini temizlemek bile bizde forsla, pistonla oluyor. -H. Taner.
  • ” ne yüzle”
    hiç utanmadan, sıkılmadan.
  • “derisini yüzmek”
    1) derisini soymak, sıyırmak; 2) işkence ederek öldürmek; 3) mec. birinin bütün varlığını elinden almak: Tefecilerin eline düşerse derisini yüzerler.
  • “yüzsuyu dökmek”
    onurunu sarsacak kadar çok yalvarmak: Hâlbuki Emin Efendi, feleğin çemberlerinden geçerek, kâh kuvvetlerin önünde diz çöküp yüzsuyu dökerek, kâh zayıflara çelme vurup tuzak kurarak bu mertebeye ulaşmış. -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • “yüzü soğuk olmak”
    ürkütücü olmak: Ölümün yüzü soğuktur.
  • ” yüzü yazılı kalmak”
    kullanılmak, yenilmek için hazırlanmışken herhangi bir sebeple olduğu gibi dokunulmadan kalmak.
“yüzünden akmak”
herhangi bir durum yüzünden çok belli olmak.
  • “yüzünden düşen bin parça olmak”
    öfke veya küskünlükten ileri gelen can sıkıntısıyla suratı asık olmak: Ama iktisadi bunalım ayyuka çıktı maşallah, yurttaşın yüzünden düşen bin parça olacak. -H. Taner.
  • “yüzünden kan damlamak”
    çok sağlıklı olmak, sağlığı yüzünün renginden belli olmak.
  • “yüzünden okumak”
    1) ezbere değil, yazılmış kâğıttan okumak; 2) herhangi bir durumu yüzünden anlamak
  • “yüzüne bakamaz olmak”
    utanç, yüreksizlik vb. sebeplerle bir kimsenin karşısına çıkamamak.
  • “yüzüne bakılır olmak”
    çirkin sayılmamak: Hem bakalım, yirmi yaşında da olsa yüzüne bakılır cinsten midir? -R. H. Karay
  • “yüzüne bakmaya kıyamamak”
    biri çok güzel olmak.
  • “yüzüne bir daha bakmamak”
    darılıp konuşmamak.
  • “yüzüne duramamak”
    dayanamamak, bir isteğe hayır diyememek, kıramamak: Aman sayın bayan beni çağırmayınız. Güzel yüzüne duramam, içeri girerim. Girince de… -M. Ş. Esendal.
  • “yüzüne gözüne bulaştırmak”
    bir işi becerememek, bozmak: Onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım. -E. E. Talu.
  • “yüzüne gülmek”
    1) dostmuş gibi görünmek: Köylünün yüzüne gülüp arkadan jurnalliyormuş. -E. Işınsu. 2) dostluk göstermek, ilgi göstermek, alakalanmak: Köyde, ondan başka yüzümüze gülen, bize yol gösteren olmadı. -Ö. Seyfettin. 3) temizliği, yeniliği dolayısıyla ferahlık vermek: Banyo, tuvalet, vesair kısımlar, o ne temizlik, o ne genişlik, insanın yüzüne gülen o ne ferahlıktı. -H. R. Gürpınar.
  • “yüzüne kan gelmek”
    sağlığı yerine gelmek, benzinin solgunluğu geçmek.
  • “yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır”
    çok arsız ve onursuz kimseler için kullanılan bir söz.
  • “yüzüne vurmak (çarpmak)”
    ayıplayarak kusurunu yüzüne söylemek: Bir büyük kabahatim varmış da yüzüme vuracaklarmış gibi açıp okumaktan çekiniyorum. -A. Gündüz.
  • ” yüz surat davul derisi (mahkeme duvarı)”
    utanması olmayanlar için söylenen bir söz.
“yüz sürmek”
aşırı sevgi göstermek için yere eğilmek.
  • “yüz verince astar istemek”
    kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak geniş yetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya çalışmak.
  • “yüz takınmak”
    yüze verilen biçimle bir duyguyu belirtmek: Osman Nuri Bey umutsuzluğa düşerek sessiz sessiz ağlamaya başlayınca Seniye Hanım onu teselli için hemen güler bir yüz takınmış, aman ne yapıyorsunuz bey, demişti. -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • ” yüz vermemek”
    1) ilgi, yakınlık göstermemek: Sonra geniş bir odada orta yaşlı bankacı kendisine yüz vermeyen yargıcın kızına saldırdı. -Y. Atılgan. 2) önemsememek: Bursa, yeşiline en uygun maviyi kondururken yüksek mimarlarımız renge hiç yüz vermiyorlar. -B. R. Eyuboğlu.
  • “yüz yazmak”
    1) makyaj yapmak; 2) hlk. köy seyirlik oyunlarında taklit edilen kişinin özelliklerini belirtecek biçimde yüz boyamak, maske yapmak.
  • “yüzü asılmak”
    somurtmak.
“yüzü düşmek”
somurtmak.
  • ” yüzü gözü açılmak”
    1) sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek; 2) toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak.
  • “yüzü gülmek”
    1) sevinci yüzünden belli olmak: Otele gidip lavabolu odayı görünce yüzüm güldü. -F. Otyam. 2) feraha kavuşmak: Şehirlilerle köylüler arasındaki alışveriş şartları düzenlendikten sonra hepsinin yüzü gülmeye başladı. 3) temiz, tertipli duruma gelmek.
  • ” yüzü kalmamak”
    bir kimseden daha önce birçok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak
  • ” yüzü karışmak (allak bullak olmak veya alabora olmak)”
    can sıkıcı bir durum, yüzünden belli olmak: “Beraberce binmiş olduğumuz bir takside birdenbire yüzü karıştı, şoföre yüksek bir sesle… -A. Ş. Hisar.
  • “yüzü kasap süngeriyle silinmiş”
    utanmayan, utanması sıkılması olmayan anlamında kullanılan bir söz.
  • “yüzü kireç gibi olmak (ağarmak)”
    yüzünde renk kalmamak, rengi solmak: Genç kadının yüzü kireç gibi ağarmıştı. -R. N. Güntekin.
  • “yüzü kireç kesilmek”
    yüzünde renk kalmamak: Bizim bacınınsa yüzü kireç kesildi. -Halikarnas Balıkçısı.
  • “yüzü sararmak”
    korku, üzüntü, coşku vb. sebeplerle yüzün rengi solmak: Gözleri büsbütün büyüdü, saçları dikildi, yüzü sarardı. -N. Hikmet.
  • “yüzü seçilmemek”
    açıkça tanınmamak, belli belirsiz görünmek: Işık arkadan geldiği için yüzü seçilmiyor. -R. N. Güntekin.
“yüzü sıcak olmak”
çok sevilmek, hoşlanılmak: Paranın yüzü sıcaktır.
  • “(bir şeyin) yüzüne hasret kalmak”
    o şeyden yoksun kalmak, hasret kalmak: Burada yağdan yumurtadan geçtik, ekmek yüzüne hasret kaldık.” -M. Ş. Esendal.
  • ” (birinin veya bir şeyin) yüzü suyu hürmetine”
    birinin veya bir şeyin hatırına veya varlığına değer verildiği için anlamında kullanılan bir söz: Ben şu iki kolumun yüzü suyu hürmetine yaşıyorum, yaşıyorsam. -Z. Selimoğlu.
  • “(birinin veya bir şeyin) yüzünü unutmak”
    uzun süre görmemek, varlığına hasret kalmak: İnsanlar Tanrı rahmeti olan yağmurun yüzünü çoktan unutmuşlardı. -N. Araz.
  • ” (birinin) yüzü kâğıt gibi olmak”
    kanı çekilip benzi solmak: Babuş da uyanmış ve yatağın içine oturmuş. Korkudan onun da yüzü kâğıt gibi. -P. Safa.
  • “(birinin) yüzüne bağırmak”
    birine öfke ile saygısızca sözler söylemek.
” (birinin) yüzüne karşı”
bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden: Yüzüne karşı da söylerim.
  • “(birinin) yüzünü ağartmak”
    beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarının övünmesine sebep olmak: Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür. -E. C. Güney.
  • “(birinin) yüzünü güldürmek”
    birini mutlu etmek, birine iyilik etmek: Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür. -E. C. Güney.
  • “yüz bulmak”
    ilgi ve yakınlık görmek: Akça pakça bir hanım gördü mü biraz da yüz buldu mu hemen bohçacı madamlardan birini evine gönderir, pırlanta gerdanlık vadedermiş. -S. M. Alus.
  • ” yüz çevirmek”
    gösterdiği ilgiyi kesmek: … vergi kâtibinden yüz çevirmişler, kendisine hasım olmuşlardı. -E. E. Talu.
  • “yüz kızartmak”
    1) sıkılarak yalvarmak; 2) utandırmak: Meşhur bir edibimizin cinsî hayatına dair yüz kızartıcı sözler söylenirdi. -Y. Z. Ortaç.
  • ” yüz yüze bakmak”
    arada hatır gönül meselesi olduğu için karşılıklı ilişkiyi korumak zorunda bulunmak.
  • “yüz yüze gelmek”
    1) birden karşılaşmak: Tırmanıp gedikten girer girmez toprak dolu çuvallarla burayı tıkamaya çalışan insanlarla yüz yüze geldi. -İ. O. Anar. 2) bir araya gelmek: Bir daha yüz yüze gelmemek için ayrılmışlardı. -Ö. Seyfettin.
  • “yüz yüze getirmek”
    karşı karşıya getirmek: Her fırsatta yavrucakları ölümle yüz yüze getiriyor. -R. N. Güntekin.
“yüz yüze kalmak”
aynı ortam içerisinde bulunmak.
  • “yüz yüze yaşamak”
    sürekli olarak bir arada olmak zorunda bulunmak: Ölümle aylarca yüz yüze yaşamış, hayatımla oyuncak gibi oynamıştım. -R. N. Güntekin.
  • “yüze gelmek”
    çekinmemek: Ne ben yüze gelip sorabiliyordum ne de o cesaret edip anlatabiliyordu. -A. Ümit.
  • “yüze gülmek”
    1) yalandan dost görünmek; 2) sevimli, alımlı görünmek.
  • “(bir şey) yüzü görmemek” .
    -den yoksun olmak, uzak bulunmak: Yüzyıllardan beri sabah yüzü görmemiş uçsuz bucaksız kıraç topraklar. -Y. K. Karaosmanoğlu.
  • “(bir şeye) yüz tutmak”
    yönelmek: Biçare Yunus’un çoktur günahı / Hakk’ın dergâhına yüz tutmuşum ben -Yunus Emre.
  • “(bir şeye) yüzü tutmamak”
    1) haklı da olsa karşısındakini kıracak bir davranışta bulunmaktan çekinmek: O böyle kimseyi kırmak istemedikçe, kimseye olmaz demeye yüzü tutmadıkça ne kadar istemese çevresi onu kıracak, üzecekti. -N. Cumalı. 2) utanmak.


Leave A Reply