Bir Sıçrarsın Çekirge, İki Sıçrarsın Çekirge Ne Demek? Atasözünün Anlamı Hikayesi

0
Advertisement

Bir Sıçrarsın Çekirge, İki Sıçrarsın Çekirge sonunda yakalanırsın çekirge atasözünün anlamı nedir? Atasözünün hikayesi nasıldır?

Bir Sıçrarsın Çekirge, İki Sıçrarsın Çekirge Anlamı;

bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanı kötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız kalmaz anlamına gelen bir atasözüdür.

Bir Sıçrarsın Çekirge, İki Sıçrarsın Çekirge

Arka resim kaynak: pixabay.com

Suç işleyen kimi kişiler, suçu işlemeden önce yakalanmamak için kaçış yolunu da düşünür. Suçu ilk işlediğinde yakalanması oldukça zor olur. Çünkü önceden her şeyi planlamıştır. Ancak bu, her zaman yakalanmayacak anlamına gelmez. Davranışlar alışkanlık haline gelince, önceden düşünme payı gittikçe azalır. Sonunda, suçu işleyen öyle belirtiler bırakır ki hemen yakalanır. Çünkü gerçekler saklı kalamaz. Er veya geç mutlaka gün ışığına çıkar.

Atasözünün Hikayesi;

Sultan I. Murat zamanında ihtiyar bir eskici varmış. Eskici ve karısı sade, temiz, yoksul bir hayat sürerlermiş.

Bir gün eskicinin karısı hamama gitmiş. Yıkanıp temizlendikten sonra, girerken soyunduğu yerde bohçasını bulamamış. Bohçayı koyduğu yerde ise değerli halılar üzerinde işlemeli kadife bohçalar, sedefli takunyalar olduğunu görünce, hamamcı kadına sormuş. Hamamcı da;

– Buraya Müneccimbaşının hanımı soyundu. Senin bohçanı dışarı soğukluğa koyduk orada giyin, demiş. Bu davranış kadına çok dokunmuş. Ağlamış, üzülmüş. Parasız, mevkisiz bir adamın karısı olduğuna yanmış.

Advertisement

Bu üzüntü ile akşam yorgun eve gelen kocasına “ya Müneccimbaşı olursun, ya da beni boşarsın” demiş. Çaresiz ihtiyar, ertesi gün bir çekmeceye, biraz kâğıt koyup, bir de divit alarak, işlek bir yol üzerinde oturup müneccimliğe başlamış. İçinden de; Yarabbi, sen halimi biliyorsun. Bunca yıllık yuvam yıkılmasın, sana sığındım, beni utandırma, diye yal-varıyormuş. Müşteri olarak varlıklı bir hanım gelmiş, telaşla:

-Aman Müneccim Efendi, iri elmas taşlı, çok değerli bir yüzüğüm vardı onu kaybettim. Hiçbir müneccim bilemedi. Bir de sen bakıver.
Besmele ile önündeki kâğıda bir şeyler yazmaya başlayan yaşlı adamın içine bir şeyler doğmuş ve birden:

-Ya hatun, demiş. Senin yüzüğün bir hayvan kursağında görünüyor.

Hemen eve koşan kadın, hamur yoğurduktan sonra ellerini yıkadığı, evin bahçesindeki çeşmenin kenarında unuttuğu yüzüğü, hindilerin yutmuş olabileceğini düşünmüş hindileri kestirmiş ve hindilerden birinin kursağında yüzük çıkmış. O günden sonra ihtiyar eskici müşteriden başını alamaz hale gelmiş.

Attıklarının da hepsi tutuyormuş. Ünü her yana yayılmış, kazancı epeyce artmış. Ünü Sultan Murat’a kadar ulaşmış. Meğer padişahın da kocaman pırlanta taşlı bir yüzüğü kaybolmuş. Padişah yüzüğün hemen bulunmasını emretmiş. İhtiyar müneccim zaman kazanmak için:

-Şevketlim, emriniz başım üstüne. Ama bu yüzük padişah yüzüğüdür. Öyle halktan birinin yüzüğü gibi kolayca bulunmaz. İşimi gücümü bırakıp kırk gün kırk gece esaslı okumam ve çalan adamı davul gibi şişirmem gerekir. Bana 40 gün izin verin demiş.

Padişah kabul etmiş. Ertesi günden itibaren sabah, akşam saray görevlileri müneccimin evine yemekler taşımaya başlamışlar. Görevlilerin başındaki haremağası her gün gelişinde: “Buyurun efendim, bunlar etliler, bunlar sütlüler, bunlar tatlılar, bunlar meyveler. Afiyetle yiyip; padişahımıza da dua edin” derlermiş.

Advertisement
Harem Ağası kapıya geldikçe, ihtiyar başına bu işleri açan karısına dönüp bağırırmış:

– Hatun, az gün kaldı ne yapacağız. Harem Ağası kapıya gelip, Müneccim de her seferinde şu kadar kaldı, bu kadar kaldı diye seslendikçe, harem Ağasında bir heyecan başlamış. Nihayet bir gün yemekleri verip görevlileri uzaklaştıran Harem Ağası eskicinin ayaklarına kapanmış: -Allah aşkına Müneccim Efendi, şu okumayı kes. Karnım davul gibi şişmeye başladı. Neredeyse pat diye patlayacağım. Ben çaldım yüzüğü, demiş.

Yufka yürekli ihtiyar, yüzüğü almış ve 40 günün sonunda yüzüğü verince Sultan Murat hayret etmiş. İhtiyarı Müneccimbaşı yapmış, eskisini de onun emrine vermiş. Ayrıca bir dileği olup olmadığını sormuş. İhtiyar da karısının hamamda uğradığı hakaret yüzünden bu hallere geldiğini anımsayarak, o hamamı istemiş. Buraya kadar Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşan Müneccimbaşı, padişahın başka bir işi olursa ne edeceğini düşündükçe uyku uyuyamaz olmuş. Padişahtan görevden affını istemeye karar vermiş.

Bu niyetle saraya gitmiş. Bahçede gezinen Padişah, Müneccimbaşını huzura almış. O daha söze başlamadan, kapalı avucunu uzatarak sormuş:
– Bil bakalım, avucumda ne var?

Bileceğini hiç ummayan ihtiyar, kendi kendine söylenmiş:

-Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın Çekirge, üçüncüde yakalanırsın Çekirge, deyince padişah avucunu açmış, elindeki çekirgeyi göstererek, seni kutlarım, demiş.

“Yalan günün birinde mutlaka ortaya çıkar; uzun süre gizlenemez”, anlamında kullanılan atasözüdür.


Leave A Reply