Eski Çağlardan Günümüze Uzanan Polonya’nın Tarihi (Detaylı)

0
Advertisement

Polonya tarihi. Orta Avrupa’nın kadim ülkelerinden birisi olan Polonya’nın eski çağlarda 1990’a kadar olan tarihi hakkında bilgiler.

Eski Çağlar ve Piast hanedanı.

Arkeolojik veriler Slav kabilelerinin Vistül Irmağı havzasına İÖ 2. binyılda yerleşmeye başladığını göstermektedir. Bu bölgeden çeşitli yönlere doğru göç eden kabileler zamanla Doğu, Güney ve Batı Slavları olarak bilinen farklı gruplar oluşturdular. Ortak bir kültürü ve dili paylaşan Batı Slav kabileleri 800-960 arasında bir dizi küçük devlet kurdular. Aynı dönemde batı ve doğuya uzanan ticaret yolları canlılık kazanırken, Baltık kıyısında da büyük ticaret merkezleri ortaya çıktı. Ayrıca madencilik gelişmeye başladı.

Batı Slavlar içinde ilk büyük siyasal örgütlenmelere Wislanie ve Polanie kabileleri öncülük etti. Wislanie hanedanının güneyde egemenlik altına aldığı geniş topraklar Büyük Moravya ve Bohemya yönetimlerinin ardından Küçük Polonya olarak bilinen bağımsız bir siyasal birime dönüştü. Küçük Polonya toprakları bazı sınır bölgeleri dışında, 969’da oluşturulan Kraköw piskoposluk bölgesine denk düşüyordu. Kuzeyde Büyük Polonya olarak anılan, Poznari çevresindeki toprakları birleştiren Polanie kabilesinin başındaki Piast hanedanı güçlü bir devletin temelini atarak zamanla egemenliğini öteki bölgelere de kabul ettirdi. İlk ünlü Piast dükü I. Mieszko (hd y. 963-992) egemenliğini Odra Irmağına kadar genişleten Alman kralı ve Kutsal Roma-Germen imparatoru I.Otto’ya karşı Bohemya ile ittifaka girdi.

Bu arada 966’da benimsediği Hıristiyanlığın kendi topraklarında yayılmasını sağladı. Alman egemenliğini sarsan Slav ayaklanmalarının yarattığı elverişli ortamda Baltık kıyılarını, Bohemya ile ittifakın bozulmasından sonra da Silezya ve Küçük Polonya’nın bazı bölgelerini ele geçirdi. Mieszko’nun oğlu I.Bolestow (hd 992-1025) bağımsız bir kilise örgütlenmesini sağladı, giriştiği fetihlerle sınırlarını Orta Elbe Irmağının batı kollarından Batı Bug Irmağının doğusuna kadar genişletti ve Aralık 1024’te resmen krallık tacı giydi. Yerine geçen II. Mieszko Lambert (hd 1025-34) iç ayaklanmaların ve dış tehditlerin üstesinden gelemeyerek geniş toprakları yitirdi ve Kutsal Roma-Germen egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Almanların yardımıyla karışıklıklara son veren I. Ka-zimierz’in döneminde (1034-37, 1040-58) Küçük Polonya, Pomeranya. Mazovya ve Silezya yeniden tahta bağİandı.

Kazimierz’den sonra başa geçen II.Bolestaw (hd 1058-79) imparatorluk ve papalık arasındaki çatışmadan yararlanarak Polonya tahtının bağımsızlığını kazanmasını sağladı. Ama Nisan 1079’da Kraköw piskoposunu öldürtmesini izleyen iç savaş sonunda Macaristan’a kaçmak zorunda kaldı. Kardeşi I.Wtodyslaw Herman’m (hd 1079-1102) 1082’de kral yerine prens unvanını almasıyla Polonya yeniden Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun egemenliğine girdi. Po-meranya’yı Hıristiyanlaştırarak kesin denetim altına alan III.Bolestew’ın (hd 1102-38) prenslik en büyük oğulda kalmak üzere toprak paylaşımı sistemini getirmesi zamanla iç çekişmelere ve prensliğin dağılmasına yol açtı. Bu süreçte bazı topraklar yitirilir-ken, 13. yüzyılda bazı ayrıcalıklar tanınan Toton Şövalyeleri başlı başına bir güç odağı durumuna geldi. Öte yandan 1241’de başlayan Moğol akınları geniş çaplı bir yıkım yarattı.

Polonya’daki bölünmüşlüğe son verme çabaları bu karışıklıklar sırasında başladı. Bohemya Kralı Il.Vâclav (hd 1278-1305) Silezya düklerini kendisine bağlarken, Polonya prensi Il.Przemysf (hd 1279-96) Büyük Polonya ve Doğu Pomeranya’yı birleştirdi. 1295’te .kral olarak taç giyen Przemys+’in yerini alan Vâclav, Polonya topraklarının yaklaşık üçte ikisine egemen oldu. Ama kendisinden bir yıl sonra oğlunun da ölümüyle Polonya ve Bohemya tahtları boş kaldı. Küçük ve Büyük Polonya’yı birleştirerek 1320’de resmen krallık tacı giyen Piast hanedanından I.Wfadystew (hd 1320-33), Macaristan ve Litvanya’nın yardımıyla Bohemya ve Töton Şövalyeleri’nin müdahalelerine son verdi. Yerine geçen III.Kazimierz (hd 1333-70) Silezya ve Doğu Pomeranya üzerindeki hak iddialarından vazgeçerek bu güçlerle barışı sağladı.

Advertisement

Böylece öteki Polonya düklükleri üzerinde egemenliğini pekiştirirken, içeride de düzeni sağlamaya çalıştı. Erkek vârisi olmadığından tahtını yeğeni olan Macaristan kralı I.Lajos’a bıraktı. Lajos’un tahta çıkması sırasında Polonya soyluları geniş ayrıcalıklar elde etti. Polonya’da kentlerin ve ticaretin geliştiği 14. yüzyıl, aynı zamanda yazılı yasalara dayalı bir idari mekanizmanın biçimlenmesine sahne oldu. Bununla birlikte soylular krallık yönetiminin asıl dayanağı olarak kaldı. Katolik Kilisesi’nin nüfuzuna karşın öteki mezhepler de geniş bir hoşgörüden yararlandı. Birçok değişik etnik topluluk Polonya’da barınma olanağını buldu. JagieHo hanedanı. Lajos’un ölümünden (1382) sonra Macar soylularının büyük kızı Maria’yı, Polonya soylularının da küçük kızı Hedvig’i (Jadwiga) kraliçe seçmesiyle iki ülke arasındaki taht birliği sona erdi. Ardından Hıristiyanlığı kabul ederek Jadwi-ga’yla evlenen (1386) Litvanya grandükü Jogaila, II. W+adyslaw JagieHo adıyla Polonya kralı oldu. Polonya topraklarının dört kat daha büyümesini, doğu sınırlarının güvenceye kavuşmasını ve Kızıl Rutenya, Podolya ve Moldavya’nın (Boğdan) ele geçirilmesini sağlayan bu birleşme, aynı zamanda zengin Doğu ticaretinin yolunu açtı.

Litvanya’nın yönetimini temsilcisi bir valiye (sonradan grandük) bırakan II. Wtady-stav JagieHo (hd 1386-1434) Tannenberg (Grundwald) Çarpışması’nda (1410) yenilgiye uğrattığı Töton Şövalyeleri’ni geriletmeye çalışırken Bohemya ve Macaristan’a karşı da yayılmacı bir politika izledi. Küçük yaşta yerine geçen oğlu III. Wladysfaw Warnericzyk (hd 1434-44), Macar başkomutanı Jânos Hunyadi’nin yardımıyla 1440’ta I. Ulâszlö adıyla aynı zamanda Macaristan tahtına çıktı. Ama 1444’te Varna’da Osmanlılar karşısında uğranan bozgunda yaşamını yitirmesinden sonra Macaristan’da yeniden bağımsız bir yönetim kuruldu.

Üç yıllık bir boşluğun ardından Polonya kralı olarak taç giyen IV. Kazimierz (hd 1447-92), Töton Şövalyeleri’ne karşı açtığı On Üç Yıl Savaşları’nı (1454-66) kazanarak tarikata ait toprakların büyük bölümünü tahta bağladı. Ayrıca en büyük oğlu Wfadyslaw’ın Bohemya (1471) ve Macaristan (1490) tahtlarına geçmesini sağladı. Kraliyet Prusyası adı verilen eski Doğu Pomeranya’ yı alarak uzun bir aradan sonra yeniden Baltık Denizine çıkış yolunu açtı. Ama bu genişleme yeni iç çekişmeleri körüklerken, Osmanlılardan ve Moskova Büyük Prensliğinden kaynaklanan dış tehdidi de artırdı.

JagieHo hanedanı altında, kralı seçme yetkisinden ve geniş ayrıcalıklardan yararlanan soyluların güçlenmesine koşut olarak yönetimde büyük ağırlığa sahip merkezî ve yerel nitelikte temsili organlar ortaya çıktı. Büyük soyluların yer aldığı Senato ile küçük soyluların temsil edildiği Delegeler Meclisi 1493’ten sonra Sejm denen iki meclisli bir parlamento niteliğine büründü. Giderek Polonya’yla bütünleşen Litvanya’da da soylular dıef’ler (meclis) içinde örgütlenmeye başladı. Kazimierz’in ikinci oğlu I. Jan Olbracht’tan (hd 1492-1501) sonra Litvanya grandükü olan üçüncü oğlu Aleksan-der’in (hd 1501-06) tahta geçmesini sağlayan Mielnik Birliği, Polonya ve Litvanya’yı tek bir devlete dönüştürdü. Ama JagieHo hanedanından II. Ulâszlö’nun (hd 1490-1516) ve II. Lajos’un (hd 1516-26) yönettiği birleşik Macaristan ve Bohemya Krallığı’nın bu devletle bağları gevşek bir düzeyde kaldı.

Osmanlıların ve Kırım Tatarlarının Karadeniz çevresindeki bazı kentleri ele geçirerek (1475-84) Polonya’nın Doğu ticareti yolunu kesmesinden sonra, Moldavya da Osmanlı nüfuzu altına girdi. Bu durumdan yararlanmaya çalışan Moskova büyük prensi III. İvan Litvanya’ya iki kez (1486-94, 1500-03) saldırarak Dinyeper Irmağının orta kesimine kadar olan toprakları ele geçirdi. Aynı dönemde Moskova’yla ittifaka giren Kutsal Roma-Germen imparatoru I. Maximilian, Bohemya ve Macaristan tahtları üzerinde hak iddia etmenin yanı sıra Töton Şövalyeleri’ni Polonya’ya karşı ayaklandırdı. Bu güç koşullarda kardeşi Alek-sander’in yerine Polonya tahtına çıkan I. Zygmunt (hd 1506-48) Smolensk’in alınmasını (1514) önleyememekle birlikte Rus saldırılarının çoğunu püskürttü. Bu arada Bohemya ve Macaristan tahtlarına ilişkin bir veraset anlaşmasıyla Maximilian’ın barışa yanaşmasını sağladı (1515). Mazovya’yı Polonya topraklarına katmanın (1526) yanı sıra Töton Şövalyeleri’ne karşı başarılı bir seferin (1519-22) ardından Düklük Prusyası olarak düzenlenen tarikat topraklarını Polonya tahtına bağladı. Mohaç Savaşı’yla (1526) JagieHo hanedanının Macaristan’daki egemenliğine son veren Osmanlıların sürekli akınları karşısında 1533’te bir barış antlaşması imzalama yoluna gitti.

Babasının Osmanlı ve Rus tehditlerini ittifaklarla önleme politikasını sürdüren II.Zygmunt August (hd 1548-72), Rus baskısına karşı koruma isteyen Livonya’yı 1561’de bir anlaşmayla doğrudan Polonya’ya bağladı. Bunu izleyen savaşta (1563-70) Rus orduları Polonya topraklarına kadar girdi. Artan dış tehlike ve kralın vârisinin olmaması Sejm’i kalıcı bir birlik sağlamaya yöneltti. Böylece )569’da krallık altında birleşik ve bölünmez bir cumhuriyet öngören bir anayasa hazırlandı ve Lublin’de eski krallık topraklan, Litvanya, Krallık Prusyası ve Livonya’yı birleştiren bir antlaşma imzalandı.

Advertisement

Son JagieJto kralları döneminde büyük ve küçük soylular arasında belirli bir denge oluşurken, soyluların köylüler üzerindeki baskı ve sömürüsü de giderek ağırlaştı. Orta ve Doğu Avrupa’nın en önemli ticaret merkezi durumuna gelen Gdarisk’tan ihraç edilen tarım ürünleri soylular için yeni bir zenginlik kaynağı yarattı. Ama geri ekonomik yapı nedeniyle bu sermaye birikimi Batı Avrupa’da olduğu gibi kapitalizmin gelişmesi sonucunu doğurmadı. Aynı dönemde Rönesans ve hümanizmin etkisi eğitim ve bilimin düzeyini yükseltti. Edebiyat dili Latincenin yerini Lehçe almaya başladı. Reform hareketine karşı baskıcı önlemlerin 1550’lerde kaldırılmasından sonra Polonya uzun yıllar Avrupa’da dinsel hoşgörünün uygulandığı tek ülke olarak kaldı.

Krallık Cumhuriyeti ve Waza hanedanı.

II. Zygmunt’un ölümünü izleyen üç yıllık boşluk dönemi ve Fransız Valois hanedanından Henri’nin. kısa süreli hükümdarlığı (1573-74) anayasalı yönetimin daha da pekişmesini sağladı. Seçimle başa geçen ikinci kral Stefan Batory (hd 1575-86) Rusların ele geçirmiş olduğu Livonya ve Litvanya topraklarını geri alarak (1578-81) bir süre için dış tehdidi ortadan kaldırdı. Batory’den sonra kral seçilen İsveç kökenli III. Zygmunt Waza (hd 1587-1632) babasının ölümünden (1592) sonra İsveç tahtını da elinde tutmaya çalıştı. İsveç soylularının 1599’da başlattığı ayaklanma Polonya’yı yeni bir savaşa soktu. Üstün İsveç ve Rus ordularına karşı kazanılan parlak zaferlerle konumu güçlenen Polonya, Otuz Yıl Savaş-lan’nda (1618-48) tarafsız görünmekle birlikte Erdel (Transilvanya) saldırılarına karşı Avusturya’yı destekleme yoluna gitti. Bunu izleyen Osmanlı akınları giderek Polonya’yı güç duruma düşürdü. Böylece Polonya karşısında üstünlüğü ele geçiren İsveç, Alt-mark Ateşkes Antlaşması’yla (1629) Livonya’nın büyük bölümünü ve bazı Baltık kıyı kentlerini aldı.

Zygmunt’un yerine geçen oğlu IV. Wladyshaw Waza (hd 1632 – 48) olumsuz gidişi tersine çevirerek 1635’te İsveç’in Baltık kıyısındaki işgaline son verdi. Ama soyluların desteğini kazanamadığı için Livonya’yı yeniden Polonya’ya bağlama (1639) ve Osmanlılara karşı geniş çaplı bir savaş açma (1646-47) girişimleri sonuçsuz kaldı. Bu sırada doğu sınırındaki bölgelere yerleşen Kazakların ayaklanmaları yeni güçlükler doğururken. Düklük Prusyası’nı da elinde tutan Brandenburg elektörleri yeni bir tehdit kaynağı durumuna geldi. Avrupa’nın tahıl ambarı olan Polonya 17. yüzyılın ilk yarısında büyük bir ekonomik canlanma içine girdi. Savaşların da etkisiyle hızla gelişen dış ticaret büyük toprak sahiplerinin köylüler üzerindeki sömürüsünü daha da ağırlaştırdı. Bu ortamda büyük soyluların oluşturduğu dar bir kesim siyasal yaşama bütünüyle egemen olmaya başladı. Sejm üyesi bu soyluların, yasama kararlarını tek başına geçersiz kılma olanağım tanıyan liberum veto’yu pervasızca kullanmaya yönelmesi devletin işleyişini bozduğu gibi yabancı ülkelere rüşvet yoluyla müdahale yolunu açtı. Aynı dönemde Karşı Reform hareketinden güç alan Cizvitlerin kazandığı nüfuz dinsel hoşgörüyü ortadan kaldırdı. Eğitim kurumları Cizvitlerin denetimine girdi.

II. Jan Kazimierz Waza’nın (hd 1648-68) başa geçmesinin hemen ardından ayaklanan Kazaklar yarı bağımsız bir devlet kurdular. Kazakları sindirme girişimi üzerine Rusya’yla başlayan savaşta doğudaki topraklar Polonya’nın elinden çıktı. Bu durumdan yararlanan İsveç 1655’te Bradenburg’un da desteğiyle saldırıya geçerek Polonya’nın büyük bölümünü işgal etti. Sert yöntemlere başvuran İsveç ordusu Polonya soylularının ve köylülerinin genel direnişi karşısında tutunamayarak 1657’de çekilmek zorunda kaldı. Sonunda varılan anlaşmayla II. Jan İsveç tahtı ve Livonya’nın kuzeyi üzerindeki hak iddialarından vazgeçti ve Düklük Prusyası üzerindeki egemenliği Brandenburg’a bıraktı (1660). Daha sonra Rusya’ya karşı elde edilen bazı askeri başarılara karşın, imzalanan barış antlaşmasıyla (1667) Ukrayna’nın doğu yansı, Smolensk ve Kiev yitirildi. Birbirini izleyen ve genelde ülke toprak-lannda yapılan bu kanlı savaşlar, Polonya nüfusunun yüzde 45’ini oluşturan 4 milyon kişinin ölümüne, çoğu kentlerin yıkımına, ekonominin alt üst olmasına ve İl. Jan’ın tahttan çekilmesine yol açtı.

Michal Korybut Wisniowiecki’nin kısa süreli hükümdarlığı (1669-73) Fransız ve Habsburg yanlılan arasında yoğun çekişmelere sahne oldu. Bu sırada Osmanlılar Podolya’yı ve Dinyeper’in batısındaki Ukrayna topraklarını ele geçirdi. Osmanlıları durdurmada oynadığı rolle Michat’dan sonra kral seçilen III. Jan Sobieski (hd 1674-96), Fransa ve İsveç’in desteğine dayanarak toprak kayıplannı giderme politikasından sonuç alamayınca, Habsburglarla ittifaka yöneldi. Viyana’yı kuşatan Osmanlı ordusunun yenilgiye uğratılmasında önemli rol oynadı (1683). Ama Avusturya, Venedik ve Rusya’yla oluşturulan Kutsal Birlik içinde Osmanlılara karşı giriştiği seferlerden (1684-91) önemli bir sonuç alamadı. Bu arada Avusturya ve Rusya Avrupa’nın iki yeni büyük gücü olarak yükseldi. Osmanlıların elindeki toprakların yeniden Polonya’ya geçmesini bu ülkelerin dayattığı Karlofça Antlaşması (1699) sağladı.

Yabancı koruması ve Polonya’nın taksimi. Saksonya elektörü I. Friedrich August’un birçok aday arasından sivrilerek II. August (hd 1697-1733) adıyla Polonya kralı olması, Saksonya’nın gelişmiş sanayisiyle Polonya’ nın zengin hammaddelerini değerlendirme olanağını yarattı. Ama yeni kral Livonya’yı yeniden Polonya’ya katma hedefine yönelerek İsveç’e karşı Rusya ve Danimarka ile ittifaka girince, Polonya II. Kuzey Savaşı (1700-21) olarak bilinen ve ağır bir bedelle sonuçlanan bir serüvene sürüklendi.

Danimarka ve Rus ordularını püskürterek Polonya’ya giren (1701-02) İsveç kralı XII. Kari, kendisine bağlı Stanishıw Leszczyriski’yi (I. Stanistaw) Polonya tahtına geçirdi (1704). Ardından Saksonya’ya saldırarak August’a boyun eğdirdi (1706). İsveç işgaliyle birlikte iç karışıklıklara ve salgın hastalıklara sahne olan Polonya, nüfusunun yaklaşık dörtte birini yitirdi. Bütün kentler yağmaya uğrayarak birer yıkıntıya dönüştü. Karl’ın Poltava Çarpış-ması’nda (1709) Ruslara yenilmesinden sonra August yeniden tahtı ele geçirdi. Ama Rus çarı I. Petro, Polonya’nın zayıflığından yararlanarak Livonya’yı ilhak etti ve Kazakları bastırma gerekçesiyle Ukrayna’ daki Rus denetimini pekiştirdi. 1701’de kendini Prusya kralı ilan etmiş olan Bran-denburg elektörü I. Friedrich’in Baltık kıyılarını ele geçirme girişimi (1716) ancak Petro’nun müdahalesiyle önlenebildi. Böylece Polonya Rusya’nın koruması altına girdi.

Rusya’nın desteğiyle Polonya kralı seçilen III. August’un döneminde (1733-63) giderek güçlenen Prusya, Silezya’yı ilhak ederek aynı zamanda Polonya’nın Orta ve Batı Avrupa’yla ticareti üzerinde denetim kurdu. Yedi Yıl Savaşı (1756-63) sırasında Rusya bazı Polonya topraklarını Prusya’ya yönelik harekâtlarda kullandı.

18. yüzyılda Avrupa’daki reformcu akımların gerisinde kalan Polonya’da parlamenter sistem bütünüyle işlemez hale geldi. Katoliklik dışındaki mezheplere kısıtlamalar getirildi. Bu arada dışarıdan göçlerin de etkisiyle hızlı bir nüfus artışı başladı. Polonya’nın her yanına dağılmış olan Yahudi topluluk, o sırada dünyadaki toplam Yahudi nüfusunun yansını geçiyordu.

August’tan sonra tahta çıkan II. Stanistaw August Poniatowski’nin (hd 1764-95) siyasal reform girişimleri, Rus çariçesi II. Yekaterina’nın müdahaleleri yüzünden sonuçsuz kaldı. Rusya’nın dinsel kısıtlamaları kaldırmaya yönelik baskılarına tepki olarak kurulan Bar Konfederasyonu’nun giriştiği mücadele (1768-72) Rus kuvvetlerince bastırıldı. Prusya’nın Polonya’yı paylaşma önerisine önce karşı koyan Yekaterina, aynı amaçla harekete geçen Avusturya’nın askeri tehdidi üzerine anlaşmaya oturmayı kabul etti. Polonya topraklarının yaklaşık üçte birini kapsayan Birinci Taksim (1772) sonunda Rusya Dvina ve Druc (Drut) ırmakları arasındaki Livonya ve Beyaz Rutenya topraklarını, Avusturya Vistül Irmağının güneyindeki Küçük Polonya topraklarıyla Galiçya’nın büyük bölümünü, Prusya da Krallık Prusyası ve Ermland ile Büyük Polonya’nın bir bölümünü aldı. Baltık kıyılarının kaybedilmesiyle Polonya’nın dış ticareti büyük ölçüde Prusya’nın denetimine girdi.

Paylaşımın yarattığı sarsıntı Polonya soylularını köklü reformlara yöneltti. Vergi sistemi ve ordu yeni baştan düzenlendi. 1775’te gerçek anlamda bir merkezî hükümet kuruldu. Köylüler üzerindeki baskı gevşetildi. Madenciliğin ve dokumacılığın gelişmesiyle kentler yeniden canlandı. Bu arada hızla yayılan meşrutiyetçi görüşler doğrultusunda “halk egemenliği”ni öngören, güçler ayrılığı ve parlamentoya karşı sorumlu hükümet anlayışını getiren, libe-rum veto’yu kaldıran ve köhnemiş idari sisteme son veren yeni bir anayasa hazırlandı. Bu adımları kendi otokratik yönetimi için de tehlike olarak gören Yekaterina, reformları bastırmak üzere 1792’de Rus birliklerini Polonya’ya gönderdi.

Advertisement

işgalin ardından Rusya ve Prusya arasındaki ikinci Taksim’le (1793) Polonya daha da küçüldü. Böylece Kızıl ve Beyaz Rutenya’nın tamamı Rusya’ya, Gdarisk, Torun, Büyük Polonya ile Mazovya’nın bir bölümü Prusya’ya bağlandı. Ertesi yıl Tadeusz Kos-ciuszko önderliğinde genel bir ayaklanma başladı. Asıl gücünü köylülerin oluşturduğu 150 bin kişilik Polonya ordusu başlangıçtaki başarılara karşın yenilgiye uğradı. Rusya, Avusturya ve Prusya’nın katıldığı Üçüncü Taksim’le (1795) Polonya siyasal haritadan bütünüyle silindi. Neman ve Bug ırmaklarının doğusundaki toprakları Rusya’nın, Kra-köw’la birlikte Küçük Polonya’nın tamamı Avusturya’nın, geri kalan topraklar ve Varşova Prusya’nın yönetimine girdi.

Parçalanmışlık dönemi.

Polonya toprakla-nnın büyük bölümünü ele geçiren Ruslar, kültür ve eğitim düzeyi daha yüksek olan bu bölgeyi sekiz yönetim bölgesine ayırmakla (1801) birlikte başlangıçta Polonyalıları önemli görevlerde tutarak var olan kurumlara dokunmadılar. Prusya’ya bırakılan topraklar Batı Prusya, Güney Prusya ve Yeni Doğu Prusya olarak doğrudan Prusya tahtına bağlanırken, Galiçya olarak anılan Avusturya’nın elindeki topraklar bir dizi yönetsel düzenlemeden geçti. Baskıcı Alman yöneticilerin görevlendirildiği iki bölgede de çok geçmeden gizli milliyetçi örgütlenmeler ortaya çıktı. Paris’le bağlantılı olan bu örgütlenmeler Fransız-Avusturya Savaşı’yla (1792-1801) özellikle Galiçya’da güç kazandı. Bu dönemde Kuzey İtalya’da savaş tutsaklarından oluşturulan Polonya lejyonları bir sonuç alamadı. Önceleri Prusya topraklannda tampon bir devlet oluşturmak için Polonyalıları destekleyen Rusya, Napoleon’un 1806’da bu ülkeye saldırması üzerine planlarından vazgeçti.

Napoleon’un Prusya’yı yenilgiye uğratmasından sonra 1807’de oluşturulan Varşova Düklüğü, ikinci paylaşımda Avusturya’ya bırakılmış olan topraklan 1809’da geri alarak sınırlarını daha da genişletti. Ama Napoleon’un çöküşüyle birlikte Polonya’nın bağımsız gelişiminin önü yeniden tıkandı. Eski sınırlar çerçevesinde yeni bir düzenleme getiren Viyana Kongresi (1814-15), Prusya ve Avusturya’ya verilen topraklarla küçülen Varşova Düİclüğü’nü kendi yönetim sistemini ve ordusunu korumak üzere Polonya Krallığı adı altında Rus Çarlığı’na bağladı. Polonya Kongre Krallığı olarak bilinen bu kesimle sınırlı olmak üzere oldukça liberal bir anayasa yürürlüğe kondu. Aynı zamanda Polonya kralı unvanını taşıyan Rus çarı I. Aleksandr 1819’dan sonra sık sık anayasayı çiğnemeye başladı. Ama giderek artan baskılar Polonya milliyetçi hareketinin güçlenerek yayılmasını önleyemedi. Çar I. Nikolay’ın bir Polonya ordusuyla Fransa’ya sefer düzenlemek istemesi, Kasım 1830’da askerlerin de katıldığı geniş çaplı bir ayaklanmaya yol açtı. Sejm’irı Ocak 1830’da Nikolay’ı krallıktan uzaklaştırmasıyla başlayan savaşta, Avrupa devletlerinden bekledikleri yardımı göremeyen Polonyalı direnişçiler üstün Rus kuvvetlerine ancak Eylül 1831’e değin karşı koyabildiler.

Ayaklanmanın bastırılmasını izleyen dönemde temsili sistem ve bağımsız ordu ortadan kaldırılırken, üniversitelere ve kiliseye ağır darbeler indirildi, binlerce kişi sürgüne zorlandı. “Sürgündeki Polonya kralı” Adam Jerzy Czartoryski’nin çevresinde toplanan tutucular diplomatik girişimlerle 1815 statüsüne dönülmesini sağlamaya çalışırken, radikal yurtseverlerin örgütlediği Polonya Demokratik Derneği 1772 sınırlarına dayalı bir bağımsızlığı ve toprak reformunu öngören bir programla ortaya çıktı. Polonya topraklarında geniş bir destek bulan derneğin 1846’da başlattığı ayaklanma, hazırlık aşamasında açığa çıkarılması ve etkili karşı önlemler alınması nedeniyle başarısızlığa uğradı. Böylece güçten düşen Polonyalı yurtseverler, Avrupa’yı devrimci bir dalganın sardığı 1848-49 yıllarında etkisiz kaldılar. Önceleri Rusya’daki Polonya yurtseverlerini destekler görünen Prusya ve Avusturya, kendi ülkelerinde baş gösteren milliyetçi kıpırdanmaları sert biçimde sindirdiler. Polonya milliyetçi hareketinin ağırlığı giderek uluslararası kamuoyunu etkilemeye yönelik siyasal çalışmalara kaydı. Kırım Savaşı’nın (1853-56) ardından içeride karışıklıklarla karşı karşıya kalan Rus Çarlığı, Polonya’ya karşı daha ılımlı bir tutuma yönelerek bazı reformlara girişti. Otokratik yapıyı reformlarla ayakta tutma çabaları, özellikle radikal yurtsever akımın etkilediği gençlerin yaygın tepkisini çekti. Dinsel törenlerdeki siyasal gösterilerle tırmanan olaylar Şubat 1863’te kitlesel bir ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanmacıların Fransa ve Avusturya’dan yardım alma umudu boşa çıkarken, Prusya ve Rusya sıkı bir işbirliğine girdi. Ayaklanmanın Nisan 1864’te bastırılmasının ardından, geniş çaplı bir sindirme kampanyası uygulandı. Aynı dönemde serfliğin ve feodal kısıtlamaların kaldırılması yurtseverlerin köylüler arasındaki desteğini zayıflatmakla birlikte piyasa ekonomisinin gelişmesini hızlandırarak yeni toplumsal dinamikler yarattı. Rus bürokrasisinin ağırlaşan denetimine yoğun bir Ruslaştırma politikası eşlik etti. Prusya’da Otto von Bismarck da aynı yolu izleyerek Polonya topraklarını Alman Dev-leti’nin bir parçası durumuna getirdi ve eğitim sistemini baştan aşağı Almanlaştırdı. Buna karşılık Avusturya’daki Polonyalılar özerkliklerini önemli ölçüde korudular; Galiçya Polonya kültürünün ve aydınlarının sığınağı olarak öne çıktı.

19. yüzyılın ikinci yarısında Polonya’nın bütün parçalan özellikle madencilik, metal eşya yapımı ve dokumacılık alanında hızlı bir sanayileşmeye sahne oldu. Prusya kesimi dışında güçlü bir Polonya burjuvazisi doğdu. Sanayi işçileri sayıca giderek büyüyen bir sınıf durumuna geldi. Tarımda birbirini izleyen bunalımlar birçok Polonyalı küçük soyluyu kentlere çekti. Aynı dönemde Almanya’nın sanayileşmiş bölgelerine, ardından ABD’ye kitlesel göçler başladı.

Rusya’daki Polonyalılar arasındaki ilk kalıcı siyasal partiler 1890’larda ortaya çıktı. Polonya burjuvazisine ve toprak sahibi soylulara dayanan. Roman Dmowski önderliğindeki Ulusal Demokratik Parti (ND), 1905 Devrimi’nin ardından özerkliği hedefleyen programıyla yasal çalışma olanağını buldu. Bir başka muhalefet odağı olan Polonya Sosyalist Partisi’nin (PPS) ikiye bölünmesinden sonra yurtsever kanat Jözef Pifsudski önderliğinde “radikal bağımsızlık programf’nı korurken, sol kanat, örgütlenmesinde Rosa Luxemburg’un önemli rol oynadığı Polonya ve Litvanya Krallığı Sosyal Demokrat Partisi’yle (SDKPiL) birleşti. Avusturya’da 1907’de genel oy hakkının tanınmasından sonra kurulan ve çok geçmeden etkisini Polonya Krallığı’nın güney kesimine yayan Polonya Köylü Partisi de (PSL) 1913’te çoğunluğu oluşturan ılımlı ve radikal sol kanatlara ayrıldı. Prusya’da Polonya milliyetçilerine uygulanan baskı ise 1905’ten sonra daha ağır bir biçim aldı.

Polonya Bayrağı

Kaynak: pixabay.com

Bağımsızlığa geçiş.

I. Dünya Savaşıyla birlikte Polonya sorunu, Avusturya ve Rusya’nın birbirlerine karşı kullanmaya çalıştıkları bir silah niteliğini kazandı. Yüksek Ulusal Komiteyi (NKN) kuran ve Polonyalı askerlerden bir lejyon oluşturan Pilsudski yanlıları Avusturya’nın, Polonya Ulusal Komitesi’ni (KNP) kuran Dmowski ve Ulusal Demokratlar ise Rusya’nın yanında yer aldı. Almanya ve Avusturya birliklerinin Polonya Krallığı’nı işgal etmesinden sonra. Kasım 1916’da eski Polonya topraklarının yalnızca altıda birini kapsayacak bağımsız bir krallık planı açıklandı.

Bu durum ittifak Devletleri’nin desteğine dayanarak bir cumhuriyet kurmayı tasarlayan Püsudski yanlılarını hayal kırıklığına uğrattı. 1917 Şubat Devrimi’nin ardından Rusya’da kurulan geçici hükümetin Polonya’ya bağımsızlık hakkını tanımasıyla, Polonya sorununun çözümüne yönelik çabalar gündeme geldi. Rusya sınırları içinde özerklik programından vazgeçen Dmowski ve KNP Batılı İtilaf Devletleriyle işbirliğine yöneldi. İşgalci İttifak birlikleriyle çatışmaya giren Pilsudski’ve bağlı kuvvetler ise sindirildi. Bununla birlikte Ekim Devrimi ve ABD başkanı W. Wilson’ın On Dört Madde bildirisi, Polonyalıların birleşmiş bir devlet kurma mücadelesi için elverişli bir ortam yarattı. Avusturya ve Almanya’nın kesin yenilgisinden sonra Kasım 1918’de İkinci Polonya Cumhuriyeti’ni ilan eden Pitsudski, Ocak 1919’da Paris’te KNP ile anlaşmaya vararak yeni devletin temellerini atmaya girişti. Demokratik seçimlerle oluşturulan, kurucu meclis ve yasama organı niteliğindeki Sejm’ de ND ve PSL milletvekilliklerinin çoğunluğunu, sol partiler ise yaklaşık dörtte birini elde etti.

Bu arada çeşitli kentlerde ortaya çıkan işçi Sovyetleri Haziran 1919’da hükümetçe dağıtıldı. İkinci Polonya Cumhuriyeti başlangıçta eski Polonya topraklarının yalnızca bir bölümünü kapsıyordu. Bu nedenle yeni Polonya hükümeti diplomatik ve askeri yollardan bir genişleme politikası izledi. Paris Barış Konferansı’nın sonunda imzalanan Versail-les Antlaşması’yla (Haziran 1919), Gdansk özgür kent statüsünde kalmak üzere, daha önce Prusya’nın bir parçası olan Baltık kıyıları Polonya’ya bağlandı. Antlaşmayı izleyen plebisitlerle Mazur Göller Bölgesinin bazı sınır bölgeleri ve Yukarı Silezya’nın en çok sanayileşmiş kesimleri Polonya sınırları içinde kaldı. Bağımsızlıktan hemen sonra kurulan Polonya ordusuyla Litvanya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya karşı girişilen harekâtlar ise Sovyet yönetimiyle savaşa yol açtı. Karşı saldırıyla Polonya içlerine doğru ilerleyen Kızıl Ordu’nun Ağustos 1920’de yenilgiye uğratılmasından sonra Orta Litvanya, Beyaz Rutenya’nın batı kesimi ve Doğu Galiçya geri alındı. Sovyet yönetimi İtilaf Devletleri’nce çizilmiş Curzon Hattı’ nın daha doğusundan geçen fiili sınırı Riga Antlaşması’yla (Mart 1921) resmen kabul etti.

1921-45 arası. Se/m’den geçerek Mart 1921’de yürürlüğe giren anayasanın öngördüğü parlamenter sistem, birbirini izleyen istikrarsız koalisyonlar ve derinleşen mali bunalım nedeniyle etkili bir işleyişe kavuşamadı. İşçiler arasında artan hoşnutsuzluk, 1923’te yasadışı ilan edilmesine karşın Polonya Komünist Partisi’ne (KPP) önemli bir güç kazandırdı. Aralık 1922’de siyaset sahnesinden çekilmiş olan Pilsudski, bu gelişmeler üzerine Mayıs 1926’da PPS’nin de desteklediği bir darbeyle yönetime el koydu. Pifsudski’nin göstermelik bir parlamenter sistem altında yürüttüğü diktatörlük hem sağ, hem sol muhalefeti sindirmeye yöneldi. Ama diktatörlüğün desteğine dayanan partiler dışı blok ancak Kasım 1930 seçimlerinde istediği çoğunluğu elde edebildi. Daha sonra 1935’te anayasada yapılan düzenlemelerle yürütme erki güçlendirildi ve devlet başkanının yetkileri genişletildi.

1930’dan sonra ordu ve bürokrasi aracılığıyla ülkeyi perde gerisinde yöneten Pifsudski’nin ölümünü (Mayıs 1935) izleyen siyasal bunalıma yaygın grevler, kitle gösterileri ve seçim boykotları eşlik etti. Bu dönemde PPS, PSL ve KPP bir tür halk cephesi kurdu. Ama İ. Stalin’in 1938’de Komintern (III. Enternasyonal) aracılığıyla KPP’yi dağıtması cephenin iktidara geçme şansını önemli ölçüde azalttı. Baştaki hükümetin Mart 1937’de kurduğu Ulusal Birlik Kampı (OZN) ise gerçek anlamda bir siyasal ve toplumsal destek bulamadı.

Advertisement

Bağımsızlık sonrasında önemli toplumsal sorunların çözülememesinin temelinde ülkenin ekonomik kaynaklarının sınırlılığı yatıyordu. 1920’lerde başlatılan tarım reformunun öngördüğü toprak dağıtımı ekilebilir alanların yalnızca onda birinde uygulandı. Kimya sanayisiyle demiryolu yapımındaki ilerlemelere karşın, 1938’e gelindiğinde toplam sanayi üretimi ancak 1913’teki düzeye ulaşabildi. Toplam nüfusun yaklaşık üçte ikisi doğrudan ya da dolaylı olarak tarıma bağımlı kaldı.

Dış politikada Fransa ve Romanya ile ittifak antlaşmaları yaparak (1921) konumunu güçlendirmeye çalışan Polonya, bu güvenceleri SSCB (1932) ve Almanya (1934) ile saldırmazlık paktları imzalayarak pekiştirme yoluna gitti. Bunu İngiliz hükümetinin Mart 1939’da verdiği güvence izledi. Ama II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Hitler ve Stalin’in imzaladığı saldırmazlık paktında (Ağustos 1939) gizli bir protokolle Polonya Alman ve Sovyet nüfuz bölgelerine ayrıldı.

Eylül 1939’da Alman birliklerinin Polonya’ya girmesinin hemen ardından Sovyet birlikleri de Polonya’nın doğu kesimini işgal etti. Narew, Bug ve San ırmaklarının sınır olarak belirlenmesinden sonra, işgal altındaki topraklar ilhak yoluyla Almanya ve SSCB’ye bağlandı. Fransa’da Wladystaw Sikorski öncülüğünde kurulan Polonya sürgün hükümeti Haziran 1940’ta İngiltere’ye taşınırken, ülke içinde de sivil ve askeri bir direniş hareketi başladı.

Polonya’nın ulusal kimliğini bütünüyle ortadan kaldırmaya yönelen Almanlar okulları kapatma, kitlesel göç ve toplu kıyım gibi yöntemlere başvurmaktan çekinmediler. Ayrıca toplama kamplarıyla Yahudilere karşı bir soykırıma giriştiler. Nazi ordularının Polonya üzerinden SSCB’ye karşı saldırıya geçmesinden sonra, Sovyet yönetimi Temmuz 1941’de Polonya sürgün hükümetini tanıyarak Polonyalı savaş tutsaklarından bir ordu oluşturulmasına izin verdi. Ama gelecekteki Sovyet-Polonya sınırı anlaşmazlık konusu olarak kaldı. Bu arada Ocak 1942’de Polonya İşçi Partisi (PPR) adı altında yeniden örgütlenen Polonyalı komünistler işgal altındaki topraklarda silahlı bir direniş başlattılar.

Nisan 1943’te açığa çıkan Katyn Katliamı’na ilişkin suçlamalar üzerine Polonya sürgün hükümetiyle ilişkilerini kesen Sovyet yönetimi. Tahran Konferansı’nda yeni Sovyet-Polonya sınırına Curzon Hattı’nın temel alınmasını kabul ettirdikten sonra PPR aracılığıyla ayrı bir hükümet ve ordu yaratmaya çalıştı. Kasım 1943’te genel sekreterliğini W+adystaw Gomulka’mn üstlendiği PPR, bu amaçla öbür sol grupları da içine alan Ulusal Halk Konseyi’ni (KRN) kurdu. Sovyet birliklerinin Polonya’ya girmesinden sonra Temmuz 1944’te Lublin’de KRN’ye bağlı geçici hükümet organı olarak Polonya Ulusal Kurtuluş Komitesi (PKWN) oluşturuldu. Bir hafta sonra Kızıl Ordu Varşova yakınlarına kadar ulaştı. Ama Polonyalı direnişçilerin oluşturduğu İç Ordu’ya bağlı birlikler Varşova’da genel bir ayaklanma başlatınca, Kızıl Ordu Stalin’in emriyle ilerleyişini durdurdu. Toplam 63 gün süren Varşova Ayaklanması sırasında İç Ordu büyük kayıplar verirken, 200 bin dolayında sivil yaşamını yitirdi. Kızıl Ordu Ocak 1945’te bomboş ve yıkıntıya dönüşmüş Varşova’ya girdi. Alman işgaline Mart 1945’te bütünüyle son verildi.

1945 – 1990 sonrası

Haziran 1945’te PKWN’nin yerini alan ve PSL önderi Stanislaw Miko-îajczyk gibi yeni üyelerle genişletilen Polonya Ulusal Birlik Hükümeti, ABD ve İngiltere tarafından da hemen tanındı. Ardından Potsdam Konferansı’nda Oder-Neisse Hattı ülkenin batı sınırı, Polonya-SSCB Antlaşması’yla da Curzon Hattı doğu sınırı olarak kabul edildi. Stalin’e yakınlığıyla tanınan Bolesfaw Bierut’un başkanlığındaki geçici hükümet toprak reformu ve büyük sanayi işletmelerinin devletleştirilmesi gibi adımların yanı sıra geniş çaplı tutuklamalara girişti. Ocak 1947’deki genel seçimler Demokratik Blok’u oluşturan PPR, PPS ve Demokratik Parti’nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Yeni Sejm Bierut’u devlet başkanlığına seçti. Pragmatik bir sosyalist olarak bilinen Jözef Cyrankiewicz de başbakan oldu. Aralık 1948’de PPR ve PPS Polonya Birleşik İşçi Partisi (PZPR) adı altında birleşti. Bu arada kolektifleştirme programına karşı çıkan Gomulka’nın tasfiye edilmesiyle parti yönetimi de Bierut’un eline geçti.

Temmuz 1952’deki anayasal düzenlemeyle devlet başkanlığı yerine başbakanlığı üstlenen Bierut, Mart 1954’te bu görevi yeniden Cyrankiewicz’e bıraktı. Bierut’un ölümünden (Mart 1956) birkaç ay sonra Poznari’da işçilerin başlattığı genel grevde 70 kişinin öldürülmesiyle tırmanan siyasal gerginlik, Gomu-lka’nın yeniden yükseİmesinin yolunu açtı. Partinin birinci sekreteri olarak kolektifleştirmeye son veren ve kilise üzerindeki baskıları kaldıran Gomulka, zamanla katı ve otoriter bir yönetim kurdu. Gomutka yönetimine karşı artan hoşnutsuzluk Mart 1968’de aydınların ve öğrencilerin büyük kentlerde giriştiği eylemlerle doruğuna çıkarken, ekonomik sorunlar da giderek büyümeye başladı. Aralık 1970’te temel tüketim mallarına yapılan zamlar üzerine Gdansk, Gdynia ve Szczecin işçileri greve gitti. Grevi bastırmaya çalışan birliklerin 100 kadar işçiyi öldürmesi ülke çapında karışıklıklara yol açtı. Parti üst yönetiminde yapılan değişiklikle görevden alınan Go-mu+ka’nın yerini Edward Gierek aldı. Başbakanlığı da Piotr Jaroszewicz üstlendi.

Karışıklıklardan kısa bir süre önce AFC ile ilişkilerin normalleştirilmesiyle başlamış olan Batı’ya açılma süreci, Gierek döneminde ekonomik alanı da kapsayacak biçimde daha da ileri götürüldü. Ama Gierek’in Batı dan alınan kredilere ve ihracat gelirlerine dayanarak giriştiği ekonomik reformlar, 1974’te Batı’da başlayan durgunlukla çıkmaza girdi. Mali yükü hafifletmek amacıyla Ocak 1976’da açıklanan zamlar, işçilerin yaygın protestoları karşısında hemen geri alındı. Bu olay aynı zamanda yönetime karşı muhalefetin güçlenmesinde önemli bir dönüm noktası oldu. Polonya kökenli Papa II. Johannes Paulus’un Haziran 1979’daki ziyaretinde gördüğü coşkulu karşılama dolaylı bir protestoya dönüştü.

Artan ekonomik sıkıntılara tepki olarak 1980 yazında yükselen grev dalgası sırasında Gdarisk’taki Lenin Tersaneleri direnişin odağı durumuna geldi. Lech Watesa’nın önderliğindeki işçilerin isteklerini kabul ettirmesiyle kurulan Dayanışma Sendikası yeni ve bağımsız bir güç odağı olarak öne çıktı. Eylül 1980’de Gierek’in yerine birinci sekreterliğe Stanistaw Kania getirildi, Şubat 1981’de General Wojciech Jaruzelski başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Yeni hükümet ile Dayanışma Sendikası arasında ekonomik ve siyasal reformlar için yürütülen görüşmeler giderek bir çatışma ortamı doğurdu. Bunun üzerine parti birinci sekreterliğini de üstlenmiş olan Jaruzelski, 13 Aralık 1981’de sıkıyönetim ilan ederek Dayanışma Sendikası önderlerine karşı tutuklamalara girişti. Ekim 1982’de Sejm kararıyla kapatılan Dayanışma Sendikası varlığını yeraltında sürdürmeyi başardı. Askeri yönetimin sert önlemlerle sağladığı istikrara karşın, ekonomik sorunlar çözümsüz kaldı. Sıkıyönetimin kaldırıldığı Temmuz 1983’ten sonra da baskıcı politikalar ve kurulu sistemi koruyarak ekonomiyi düzeltme çabaları sonuç vermedi.

Dayanışma Sendikası’nın boykot çağrısına karşın katılımın yüzde 80’e yaklaştığı 1985 seçimlerinin ardından Devlet Konseyi başkanlığını üstlenen Jaruzelski, hükümette geniş çaplı değişikliklere gitti ve Batı’yla ilişkileri geliştirmeye özen gösterdi. Dayanışma Sendikası’na karşı izlenen sert tutum 1986’da yumuşamaya başladı. SSCB’de Gorbaçov’un başlattığı değişikliklerin ardından Jaruzelski yönetiminin hazırladığı siyasal ve ekonomik reform programları Kasım 1987’de halkoylamasında yüzde 67’lik bir çoğunlukla kabul edildi. Ama artan ekonomik sorunlar 1988’de yeni bir grev dalgasına yol açtı. Bunu hükümet ile Dayanışma Sendikası önderleri arasında reformlara ilişkin görüşmeler izledi. Görüşmelerde alınan kararlar doğrultusunda Haziran 1989’da yapılan ilk kısmi serbest seçimlerde PZPR ağır bir yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Tadeusz Mazowiecki başkanlığında, ağırlığını Dayanışma Sendikası yanlılarının oluşturduğu bir koalisyon hükümeti oluşturuldu.

1990’da enflasyonu aşağıya çekmeyi ve piyasa ekonomisine geçiş sürecini hızlandırmayı öngören bir program yürürlüğe kondu. Bu programın bir parçası olarak ücretler fiyat endeksine bağlandı, aylık faiz oranları yükseltildi, devlet sübvansiyonu kaldırıldı, zloti konvertibl hale getirildi ve fiyatlar serbest bırakıldı. 1990’ın ikinci yarısında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Dayanışma Sendikası’nın kurucusu Lech Walesa kazandı. 22 Aralık’ta göreve başlayan Walesa birkaç gün sonra Jan Krzystof Bielecki’yi başbakanlığa atadı.

Advertisement


Leave A Reply