Advertisement
İçinde görmek geçen deyimler nelerdir? Görmek ile ilgili deyimler ve anlamları açıklamaları. Görmek konulu deyimler.

Arka resim kaynak: pixabay.com
Görmek İle Deyimler
- acı (acılar) görmek
kötü günler yaşamak. - acısını görmek
bir yakınının ölümünü görmek. - âdet görmek
kadın aybaşı olmak. - alıp satmaz görünmek
ilgisiz görünmek veya davranmak. - aşağı görmek
küçük görmek, beğenmemek, hor görmek: ‘Bu kadar fütursuz bir kitleyi ne diye aşağı görüyoruz?’ -Y. K. Beyatlı. - az görmek
1) umduğundan eksik bulmak; 2) azımsamak. - balta değmemiş (girmemiş, görmemiş)
içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru). - barış görüş olmak
hlk. her türlü dargınlığı unutarak barışmak. - başı yastık yüzü görmemek
yatağa yatıp uyumuş olmamak. - (bir davranışı birine) reva görmek
bir davranışı, bir olayı bir kimse için uygun görmek: ‘İstanbul’da işgal kuvvetleri fertlerinin halka reva görmediği cefa ve zulüm kalmamıştır.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - (bir şey) su sabun görmemek
çok kirli olmak: ‘Elleri, tırnakları, yüzü günlerdir su sabun görmemişti sanki.’ -A. Kulin. - (bir şey) yolunda görünmek
sorunsuz olduğu anlaşılmak: ‘Gecekondunun ışıkları yanıyor ve her şey yolunda görünüyordu.’ -O. Aysu. - (bir şey) yüzü görmemek
…-den yoksun olmak, uzak bulunmak: ‘Yüzyıllardan beri sabah yüzü görmemiş uçsuz bucaksız kıraç topraklar.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - (bir şeyden) hayır görmemek
bir şey kendisine yararlı olmamak: ‘Ne o, ne ben bu seçimlerimizin hayrını görmüştük!’ -H. F. Ozansoy. - (bir şeyi birine) çok görmek
yadırgamak: ‘Mehmetçiğimiz ayrıca anıtlara layıktır. Onun köylere kadar anıtlaştırılmasını çok görmem.’ -P. Safa. - (bir şeyin) dibi görünmek
içindeki şey tükenmek.
bir tutmak (görmek)
eşit saymak, eşit görmek.
- (bir yer) güneş almak (görmek)
güneş ışınlarıyla aydınlanacak durumda olmak: ‘O ev güneş görmüyor. Soba yanmazsa her şey nemleniyor.’ -A. Ümit. - (bir yeri, bir şeyi) tozpembe görmek
aşırı iyimser olmak: ‘Fakat aynı adamın bütün sıkıntılarına rağmen, kara ufukları tozpembe gördüğü … anlar da vardır.’ -Ş. Rado. - (birinden) terbiye almak (görmek)
belli bir eğitimle yetişmek: ‘Allah rahmet eyleye, ben terbiyemi anamdan aldım.’ -B. Felek. - (birini, bir şeyi) hor görmek
bir kimseye değersiz gözle bakmak: ‘Çenelileri hor görmemeliyiz, gereğinde söze atılmak, konuşmak hatta epeyce konuşmak suspus oturmaktan yeğdir.’ -N. Uygur. - (birini) görüp gözetmek
korumak, yardım etmek, mukayyet olmak. - (birini) gözüm görmesin
‘bana görünmesin, yüzünü görmek istemem’ anlamında kullanılan bir söz. - (birini veya bir şeyi) gözü görmez olmak
artık ona değer vermemek. - (birinin) karışanı görüşeni olmamak
işine kimse karışmamak, özgür olmak. - (birinin) keli görünmek
tkz. kusuru ortaya çıkmak. - burnunun ucundan ötesini (ilerisini) görmemek
dar düşünceli olmak. - burnunun ucunu görmemek
1) çok sarhoş olmak; 2) dalgın, dikkatsiz olmak. - büyük görmek (bilmek, tutmak)
kendini veya başkasını olduğundan üstün saymak, yüceltmek. - cebi para görmek
parası yokken para kazanmaya başlamak. - cefa çekmek (görmek)
zulüm görmek: ‘Mektubumda yazmamış mıydım, senin yüzünden ne cefalar çektiğimi?’ -O. C. Kaygılı. - ceza görmek
kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak. - çatal görmek
net görememek, bir şeyi iki görmek. - çayı görmeden paçaları sıvamak
dereyi görmeden paçaları sıvamak.
çift görmek
sarhoş olmak.
- çoban kulübesinde padişah rüyası görmek
içinde bulunduğu duruma uygun düşmeyen düşler kurmak. - dava görmek
açılan davaları incelemek ve sonuca bağlamak: ‘Danıştay, davaları görmek … ve kanunlarla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir.’ -Anayasa. - (davayı) nakzen görmek
huk. Yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden bakmak. - dereyi görmeden paçaları sıvamak
gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak. - ders görmek
bir konu üzerinde bir öğrenci yetkili bir kimseden bilgi edinmek. - destek görmek
yardım edilmek. - dirlik yüzü görmemek
rahata kavuşamamak. - dişine göre
1) gücünün yeteceği, altından kalkabileceği bir durumda; 2) uygun, kolay. - doktora görünmek
muayene olmak. - dokunca görmek
zarara uğramak, harap olmak: ‘Yangın çıkıp da okul büyük ölçüde dokunca görünce Galatasaray Lisesi buraya taşınmıştır.’ -S. Birsel. - dostlar alışverişte görsün (diye)
‘gösteriş olsun, iş görüyor densin (diye)’ anlamında kullanılan bir söz. - dünya gözü ile görmek
ölmeden önce görmek: ‘Seni dünya gözüyle bir daha görmeyi nasip edene şükrolsun.’ -Y. Kemal. - dünya gözüne zindan olmak (görünmek veya kesilmek)
büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içinde olmak. - dünya yüzü görmemek
kapalı bir yerde sürekli kalmak. - dünyayı görmemek
bir konuya veya bir işe aşırı odaklanıp çevre ile ilgilenmemek: ‘Günlerce, haftalarca kitapların içine gömülür, dünyayı görmezdim.’ -R. N. Güntekin. - dünyayı tozpembe görmek
üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak: ‘Gümüş şamdanların, pembe karanfillerin, kristallerin renk renk, ışık ışık parladığı sofralarda melek yüzlü, tatlı dilli insanlarla konuşur, dünyayı tozpembe görürdük.’ -M. Ş. Esendal.
eli para görmek
eline para geçmek: ‘Elli yaşlarına doğru pazarcılık yapmaya başladı; eli para gördü, yüzü güldü.’ -Ü. Dökmen.
- elle tutulur gözle görülür (dille anlatılır)
çok belirgin, çok açık: ‘Sevim’in güzelliği elle tutulur, dille anlatılır makbul bir güzellik değildir.’ -R. N. Güntekin. - elleri (ellerin) dert görmesin
‘ellerine sağlık’ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü: ‘Havluyu geri aldığı zaman, oh rahatladım, ellerin dert görmesin, dediği duyulurdu.’ -N. Cumalı. - eyyam görmek (sürmek)
iyi günler geçirmek, mutlu zamanlar yaşamak. - ezbere iş görmek
incelemeden gelişigüzel yapmak. - faydasını görmek
1) yarar sağlamak: ‘Faydasını gördüğümüz ve faydasını görürsek tekrar etmemizi doktor tavsiye ettiği için reçeteyi yine aldım ele.’ -N. Hikmet. 2) kâr elde etmek. - geleceği varsa göreceği de var
kötülük yapmaya kalkışacak olursa karşılığını elbette görür. - gerek görmek
yapılmasını istemek: ‘İçeri giren polisin onları sorgulamaya bile gerek görmeden kurşuna dizdiğini söylediler.’ -A. Ümit. - gerekli görmek
yapılması icap etmek: ‘Ruslar, gerekli gördükleri her yerde konsoloshane açabilecekle.’ -N. F. Kısakürek. - gereksiz görmek
lüzum görmemek: ‘Ona danışmayı gereksiz görerek Sevim’e yöneldi.’ -N. Cumalı. - gör bak
‘görürsün, göreceksin’ anlamında kullanılan bir söz. - gör (görürsün)
‘işin sonucunu anla, anlarsın’ anlamında kullanılan bir tehdit sözü: ‘Birini çağırıp o güvercinleri vereyim de sen de gör.’ -M. Ş. Esendal. - göresi (göreceği) gelmek
görmek isteğini duymak, özlemle görmek istemek, özlemek: ‘Geçmiş günlere hasret çekmiyorum. Çocukluğumu göresim gelmedi.’ -N. Hikmet. - göreyim seni
1) senden başarılı sonuçlar bekliyorum: Haydi göreyim seni, bu işi yapıver. 2) ‘sen bunu yaparsan karşılığını da görürsün’ anlamında kullanılan bir tehdit sözü. - görmediğe (görmemişe) dönmek
1) tam bir sağlığa kavuşmak; 2) başından geçmemiş gibi olmak: ‘Bir saniye içinde hasret ve firkati hiç görmemişe dönersiniz.’ -R. N. Güntekin. - görmezden gelmek
görmemiş gibi yapmak, farkında değilmişçesine davranmak: ‘Oğlunun yardım dileyen bakışlarını görmezden gelerek kahvaltı masasına oturdu.’ -E. Şafak. - görmezlikten gelmek
görmemiş gibi davranmak: ‘Kibirli değildi, bayağı bir saldırıyı görmezlikten gelecek kadar.’ -R. Mağden.
görücü gitmek
evlenecek erkek için kız görmeye gitmek.
- görücülüğe gitmek
evlenmek isteyen erkek için kız görmeye gitmek. - görücüye çıkmak
evlenmesi söz konusu olan kız görücüye görünmek: ‘Onu indirmek, görücüye çıkmaya razı etmek için başta haminne olmak üzere bütün ev halkı ağacın altında durdu, yalvardı.’ -H. E. Adıvar. - görünüş almak
şekil almak. - görünüşe aldanma
‘yalnızca dış görünüşe bakarak yargıya varmak insanı yanıltabilir’ anlamında kullanılan bir söz. - görünüşü kurtarmak
bir işi gereği gibi değil, yapılıyor dedirtmek için üstünkörü yapmak, zevahiri kurtarmak. - görüp göreceği rahmet bu
‘görülecek tek şey’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Ağız tadı ile oynanan futbolu gördük ama görüp göreceğimiz rahmet de bu kadarmış.’ -B. R. Eyuboğlu. - görüş bildirmek
bir konuda elde edilen düşünce ve deneyimleri vermek. - görüş birliği içinde olmak
aynı görüş ve düşünceye sahip bulunmak: ‘Rahat rahat konuştukça her bakımdan tam görüş birliği içinde olduğumuz açığa çıktı.’ -R. Erduran. - görüş birliği sağlamak
aynı görüş ve düşüncede birleşmek. - görüş birliğine varmak
farklı görüş ve düşüncelerden sonra aynı görüş ve düşünceye ulaşmak. - göz göre göre
1) belli ve apaçık olarak, herkesin gözü önünde: ‘Göz göre göre masumların kanına girmem için benden ferman almaya mı geldiniz.’ -N. F. Kısakürek. 2) olacağı bilindiği hâlde önlem alınmadan. - göz gözü görmemek
yoğun sis, duman, toz vb. sebeplerle hiçbir şey görülememek: ‘Tezek dumanında göz gözü görmez.’ -N. Hikmet. - göz ucuyla görmek
fark etmek: ‘Benim için dualar okuduğunu göz ucuyla görebiliyordum.’ -A. Kulin. - göze görünmek
belli, açık olmak. - göze görünmemek
1) ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak; 2) kendisi var olduğu hâlde göz onu görememek; 3) değersiz olmak. - gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek
çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek: Haksızlık, rüşvet, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmişti. - gözü dünyayı görmemek
hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek: ‘Bir kere fevri, hemen parlar, kızınca gözü dünyayı görmez.’ -A. İlhan. - gözü görmemek
1) görmez olmak; 2) belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek; 3) öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek. - gözü hiçbir şey görmemek
heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek: ‘O yaz nasıl geçti bilmiyorum; ne yaz ne tatil, hiçbir şeyi gözüm görmüyordu.’ -A. Erhat. - gözüne hiçbir şey görünmemek
kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek. - gözünün önünü görmemek
sisten, pustan dolayı etrafını görememek.
gözüyle görmek
bir olaya tanık olmak.
- gün görmemek
sıkıntı içinde yaşamak: ‘Üçü de kocadan gün görmemişler, üçü de mazlum ve boynu bükük kadın…’ -A. Erhat. - gün yüzü görmemek
1) güneş ışığından uzakta kalmak, ışık görmemek; 2) mec. hiç kullanılmamak, yeni kalmak. - gün yüzü görmemiş (söz, küfür)
1) hiç kullanılmamış; 2) ortalığa çıkmamış; 3) çok ağır hakaret içeren. - güneş görmek
güneş ışığından yararlanır durumda olmak: ‘Balık beslenen havuz mutlaka güneş görmelidir.’ -İ. H. Baltacıoğlu. - günlük güneşlik görünmek
sıkıntısız, sorunsuz, huzur ortamında bulunmak. - gününü görmek
1) kötü bir sonla karşılaşmak, cezaya çarptırılmak; 2) çocuklarının iyi, mutlu günlerini görmek; 3) aybaşı görmek. - hacet görmek
1) gerekli bulmak, gerekli saymak: ‘Kendi kuvvetlerini ve yiğitliklerini söylemeye, vaka ile tespit etmeye hacet görmüyorlar.’ -H. E. Adıvar. 2) tuvalete gitmek; 3) alışveriş yapmak. - hacetini yapmak (görmek)
küçük veya büyük abdestini yapmak. - hakaret görmek
ağır veya küçültücü davranış görmek, aşağılanmak: ‘Hakkı da var, tecavüze uğramayan, hakaret görmeyen kalmıyor.’ -A. Gündüz. - hakir görmek
önemsememek, değer vermemek, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek. - Hanya’yı Konya’yı anlamak (bilmek, görmek)
bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak. - hayrını gör
yeni alınan bir şey için ‘güle güle kullan’ anlamında kullanılan bir söz. - hayrını görmek
iyiliği dokunmak. - hazırlık görmek (yapmak)
hazır olmak için gereken şeyleri toplamak veya durumları sağlamak. - her gördüğü sakallıyı babası sanmak
şaka görünüşe aldanmak. - hesabını görmek
1) alacağını verip ilişiğini kesmek; 2) cezalandırmak; 3) ücretini ödemek: ‘Kemeraltı Caddesi’ne varınca arabadan inerek hesabını gördüm.’ -H. Z. Uşaklıgil. - hesap görmek
alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek: ‘Oraya çıkınca hamallara onar kuruştan hesap göreceksin.’ -M. Ş. Esendal. - himaye görmek
biri tarafından korunmak, kayırılmak, gözetilmek. - hizmet görmek
birisinden yardım almak: ‘Değil kendisine hizmet etmeye, kendisinden herhangi bir hizmet görmeye bile tahammül edemeyeceği bir insana ‘-Ne istiyorsunuz?’ demek yok.’ -S. F. Abasıyanık. - hoş bulduk (gördük)
‘hoş geldiniz’ sözüne verilen karşılık. - hoş görmek (karşılamak)
gücenilecek veya karşılık gelinecek bir davranışı hoşgörü ile karşılamak, anlayışla karşılamak, kusur saymamak: ‘Bu hareketi pek hoş görmeyen Şems de onun böyle sellemehüsselam girip çıkmaması için biraz ağırca sözler söylemişti.’ -A. H. Çelebi. - ikram görmek
ağırlanmak: ‘Mal müdürü, vergi kâtibi, evkaf memuru gibi her zaman işinin düşeceği nüfuzlu adamlarla senli benli konuşur, odalarına uğradıkça başköşede ikram görürdü.’ -R. H. Karay. - ileriyi görmek
uzağı görmek.
ilgi görmek
ilgi çekmek.
- iş görmek
1) iş yapmak: ‘Baş üstünde bir ana işlerinizi görür veya çocuklarımızı doğurur, besler ve büyütür.’ -F. R. Atay. 2) iş yapmaya uygun olmak. - işini görmek
1) görevini yapmak: ‘Bu dünyaya geldi geleli elini ılıktan soğuğa vurmamış, işini hep kurnazlıkla görmüştür.’ -Y. Kemal. 2) mec. dövmek; 3) argo öldürmek. - işlem görmek
ekon. herhangi bir mal, kıymetli kâğıt, döviz vb. piyasada alınmak, satılmak, değiştirilmek. - itibar görmek
1) sayılmak, kendisine değer verilmek: ‘Bütün satıcılar onu tanıdık bir yüzle karşılıyorlardı ve her yerde aşırı bir itibar görüyorduk.’ -K. Bilbaşar. 2) aranmak, istenmek. - iyilik görmek
maddi, manevi yardım görmek. - kabul görmek
kabul edilmek, onaylanmak: ‘Vergin’in lakabı da sessizce kabul gördü Galata’nın düğüm düğüm dolaşık semalarında.’ -E. Şafak. - kâbus görmek
1) korkulu rüya görmek; 2) büyük sıkıntı, korku duymak. - kendini aşağı görmek
kendini başkalarından değersiz görmek: ‘Onun perişan kalbine ölümden beter bir felç illetini, kendini aşağı görme ukdesini yerleştirmiştir.’ -N. F. Kısakürek. - kendini dev aynasında görmek
kendini olduğundan çok üstün görmek. - kesenin dibi görünmek
para tükenmek. - kırmızı kart görmek
1) oyundan çıkarılma cezasına çarptırılmak; 2) mec. ciddi bir biçimde uyarılmak; 3) mec. dışlanmak. - korunma görmek
anlayış veya hoşgörü ile karşılanmak: ‘Hiçbir düşünce ve mülahazanın … Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği…’ -Anayasa. - küçük görmek
değer, önem vermemek: ‘Bütün bu fânilikleri küçük görerek bunları ancak gönül oyalayıcı şeyler diye telakki ettiklerini gösteriyordu.’ -A. Ş. Hisar. - layık görmek
yakıştırmak, uygun görmek: ‘Ben işte oyum, şimdi söylemeye layık görmediğiniz Dikmen Yıldızı…’ -A. Gündüz. - leyleği havada görmek
şaka çok gezmek. - lüzum görmemek
gerekli bulmamak, gerekli görmemek: ‘Bütün bunlardan bahsetmeye lüzum görmedim.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - lüzumsuz görmek
gereksiz bulmak. - mahzur görmek
sakıncalı bulmak. - masraf görmek
alışveriş veya ödeme işlerini yapmak. - mazur görmek
kusura bakmamak, hoş görmek, bağışlamak, affetmek: ‘Büyük işler deruhte etmemiş insanların, bu husustaki tereddütlerini mazur görmelidir.’ -Atatürk.
mektep görmemiş
1) okula gitmemiş; 2) tkz. kaba, saygısız.
- mektep medrese görmüş
okumuş, öğrenim görmüş. - muamele görmek
işlem uygulanmak, davranılmak: ‘İyi muamele görmekle beraber eski neşesini kaybetmişti.’ -Y. K. Beyatlı. - mübah görmek (saymak)
hoş görmek, sakıncasız bulmak: ‘Kendine mübah gördüğünü bana yasak ederek beni susturmak mı istiyordun?’ -P. Safa. - mükâfatını görmek
herhangi bir olumlu davranışın, özverinin veya bir sıkıntının iyi sonucunu elde etmek: ‘Zavallı babam geçirdiği yetmiş senelik azabın mükâfatını görecek.’ -Ö. Seyfettin. - mümkün görünmek
olabilmek: ‘Alınan tedbirlere rağmen Türkiye’nin nüfus artışını, beklenilen bir şekilde durdurmak pek mümkün görünmüyor.’ -M. Kaplan. - münasip görmek
uygun ve yerinde bulmak: ‘Kendi çocukları hep kız olduğu için yeğeni Bilâl’i bu işe münasip gördü.’ -H. E. Adıvar. - mürüvvetini görmek
anne ve baba çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak: ‘Ne kaldı şurada alnımızın akıyla ilk torunumun mürüvvetini görmeye?’ -A. Ağaoğlu. - nankörlük görmek
nankörce davranışla karşılaşmak: ‘Annen bu yalıya o kadar emek vermiş, sonra nankörlük görmüş.’ -P. Safa. - ne hâli varsa görsün
öğüt ve uyarı dinlemeyenler için ‘ne yaparsa yapsın, beni ilgilendirmez’ anlamında kullanılan bir söz: ‘Boş ver ne hâlleri varsa görsünler, ben bu heriflere bulaşamam.’ -A. Ümit. - onarım görmek
onarılmak: ‘Ondan sonra da birkaç kez onarım görmüştür.’ -S. Birsel. - ölümü gör (öp)
bir konuda karşısındakini ikna etmek için kullanılan yemin sözü: ‘Sevim, Beyhan’ın ölümü öp diye ısrarla getirdiği pastasından bir dilim yedi.’ -H. Taner. - rağbet görmek (kazanmak)
istenilmek, beğenilmek, istekle karşılanmak: ‘… haftanın bir gecesinde yalnız kadınlara oynayacak kadar mahallede rağbet kazandı.’ -H. E. Adıvar. - rahat yüzü görmemek
hiç rahat etmemek: ‘Derler ki bugünden itibaren Zeliha’nın kalbi rahat yüzü görmedi.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - resti görmek
ileri sürülen paranın miktarını kabul edip aynı miktarda parayı ortaya koymak. - rüyasında görememek
olacağını, gerçekleşeceğini düşünememek. - rüyasında görse hayra yormamak
hatır ve hayalinden geçirmemek, olacağına inanmamak. - su görmemiş
çok kirli (yüz, el). - su yüzü görmemiş
su görmemiş. - sureti haktan görünmek
1) kendisini iyi niyetli imiş gibi göstermek: ‘İstanbul’a sureti haktan görünen öyle belediye başkanları geldi ki Anadolu’dan gelen hemşehrilerinin gecekondularına göz yumdu.’ -A. Boysan. 2) birinin iyiliği için çalışıyor görünmek. - suyu görmeden paçaları sıvamak
henüz hiçbir belirti yokken veya gereğinden çok önceden hazırlanmaya kalkışmak. - şenlik görmemiş
terbiyesiz, görgüsüz (kimse). - şeşi beş görmek
alay yanlış görmek: ‘Asıl âşığın gözü şeşi beş görür, kulağı Mısır’daki sağır sultanın duyduğunu bile duymaz.’ -R. H. Karay. - şeytan görsün yüzünü
sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenen bir söz. - şeytanın gör dediği
başkalarının göremediği, farkına varamadığı incelikler veya gerçekler. - tahsil görmek
eğitim almak: ‘İyi tahsil görmüş gençlerden bir grup meydana getiririz.’ -R. N. Güntekin. - tamir görmek
onarılmak, düzeltilmek, yenilenmek: ‘Köşk tamir görmekte olduğundan Gazi, bu küçük dairede oturuyordu.’ -R. E. Ünaydın.
tasvip görmek
birinin bir düşünce ve davranışı uygun, yerinde bulunmak.
- taze ot görmüş eşek gibi
iştahlanmış bir biçimde: ‘Çamur, taze ot görmüş eşek gibi pis pis sırıtmış bunun üzerine.’ -H. Taner. - tedavi görmek (olmak)
iyileşmek amacıyla sağlık uygulamalarından geçmek: ‘Birkaç kez alkol tedavisi gördü ama yararı olmadı.’ -C. Külebi. - tünelin sonunda ışık görünmek
sıkıntılı durumdan kurtulmak için çare belirmek. - ucu bucağı olmamak (görünmemek)
başı sonu olmamak: ‘Ucu bucağı görünmeyen okyanusların karanlık dalgaları üzerinde avare yüzen bir çöp gibi yalnız.’ -P. Safa. - uygun görmek
yakışır, yaraşır görmek, elverişli bulmak: ‘İşte Ahmet Kerim, ilk bakışında Ömer Beyefendi’nin bu eserini yırtıp sepete atmak üzereyken bu ihtimale dayanarak onun gazeteye konulmasını uygun görmüştü.’ -Y. K. Karaosmanoğlu. - uzağı görmek
ileride ne olacağını kestirmek. - üstün bulmak (görmek)
bir şeyi veya kimseyi başkasından daha değerli bulmak veya görmek. - üstünü görmek
gebeyken aybaşı olmak. - vazife görmek
bir görevi yerine getirmek, sürdürmek: ‘O evde ne yapacağını, ne gibi bir vazife göreceğini sana şimdi noktası noktasına anlatacağım.’ -N. F. Kısakürek. - vidoyu görmek
vidoyu kabul etmek. - yakınlık görmek
ilgi, sevgi görmek: ‘O, Türkiye’de üç yerden yakınlık gördü.’ -Y. Z. Ortaç. - yardım görmek
destek elde etmek, bağış almak: ‘Oysaki yarım saat tek bir insandan, tek bir yerden yardım görmeksizin yaralı olduğu yerde kalmış.’ -N. Uygur. - yol görünmek
gitmek gerekmek. - yürü ense tıraşını göreyim (görelim)
alay görüştüğü kimseye gitmesini söylemek veya görüşmeyi kısa kesmek için kullanılan bir söz. - yüzünü gören cennetlik
uzun süre görünmeyen kimseler için söylenen bir söz. - yüzünü görmemek
1) uzun süre görmemek: ‘Yüzünü de gördüğüm yoktu. Kırkyıl da görmesem göreceğim gelmezdi.’ -M. Ş. Esendal. 2) gereksinim duyulan bir şeyi özlemek, ona hasret kalmak: Harp içinde kahvenin yüzünü görmedik. - yüzünü şeytan görsün
sevilmeyen bir kimseye karşı duyulan nefreti belirtmek için kullanılan bir söz. - zam görmek
1) fiyatı artmak: Ekmek iki ayda üç defa zam gördü. 2) ücreti artmak. - zarar görmek
kötü sonuca uğramak: ‘Usulleri, kaideleri bozanların zarar görecekleri muhakkaktı.’ -Ö. Seyfettin. - zulüm görmek
kendisine eziyet edilmek.
17 yorum
güzel
güzel
hiçbir şey anlamadım ama yine de sağol
türkçe çdevim için lazımdı çok saoll bi şey anlamadım ama olsun 😀
Cok guzel iyi oldu sagol abi cim
iyi fena değil
ii yani
teşekkürler, hoca ödev vermişti.
yüz de yüz türkçe ödevi konusuydu 😀
Çok Güzel
Çok GüZEL bİRAZ Anlamadım Da Yinede İdare Ederiz Ama Çok Güzel Oldu 😀
keşke uzun olsaydı
güzelmiş çok işime yaradı (^^^)
çok güzel:)))))))))))))))))))))
güzel
güzel <3
Atasözüyle ilgili hikaye bulsaydınız iyiydi