İ Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

0
Advertisement

İ Harfiyle Başlayan Deyimlerin anlamları, açıklamaları, Deyimler sözlüğü İ Harfi. Deyimlerin anlamı. İ Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

İ Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

ANLAMINA GÖRE – I / İ HARFİ:

İçmek İle İlgili Deyimler ve Anlamları
İğne İle İlgili Deyimler Atasözleri ve Anlamları
İlaç İle İlgili Deyimler ve Anlamları
İncir İle İlgili Deyimler Atasözleri ve Anlamları
İş İle İlgili Deyimler ve Anlamları
İşbirliği ve Yardımlaşma ile İlgili Deyimler – Atasözleri
İyilik İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
İyimserlik İle İlgili Deyimler – Sözler

DEYİMLERİN HİKAYELERİ

İçinde Su Kaçağı Varmış Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
İpliği Pazara Çıkmak Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
İstim Arkadan Gelsin Deyiminin Anlamı ve Hikayesi

HARF SIRASINA GÖRE

İbret almak (bir şeyden): Ondan gereken dersi çıkarmak; ders almak.

İbret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak.”Görmesini bilseydi ibret alırdı her hâlde.”

İbret olmak (bir şey birine): O şey ona ders olmak

Advertisement

İbreti âlem için: “Herkese ders olsun , herkes ders alsın diye.” anla mında. .

İcabına bakmak (bir şeyin, birinin):-1. Gereğini yerine getirmek, ge rekeni yapmak. -2. Onu yok etmek, ortadan kaldırmak.

İcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak.”O adamın icabına bakarız, merak etme sen.”

İcat çıkarmak: -1. Herkes tarafından yadırganan, garip karşılanan

İç açmak: Neşelendirin şeylerle sıkıntıları gidermek, ferahlatmak

İç çekmek: Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak.”Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi.”

Advertisement

İç etmek (bir şayi) : Başkasına ait bir şeyi kendisine mal etmek, ortadan kaldırmak, saklamak.

İç etmek: Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldırıp kimseye göstermemek.”Babasına bildirmeden o kadar parayı iç etmiş.”

İç geçirmek : Derin bir soluk alıp vererek üzüntüsünü belirtmek.

İç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak.

İç güveysinden hallice : “Nasılsın?” sorusuna karşılık olarak söylenen ve “İyiyim, sıkıntılı birine göre daha iyi durumdayım” anlamına gelen söz.

İçeri atmak (almak, tıkmak) (birini): Onu hapsetmek, tutuklamak; hapse atmak. •

İçeri düşmek: Hapse düşmek, tutuklanmak.

İçeri girmek: -1. Zarar uğramak. -2. Hapse girmek.

İçi açılmak: İç sıkıntısı ortadan kalkıp neşelenmek, ferahlamak

İçi açılmak: Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak.”Denizi, kuşları, ağaçları seyre dalarım, böylelikle içim açılır, rahatlarım.”

İçi almamak (bir şeyi) : -1. Onu midesi kaldırmamak, kabul etme mek. -2. Hoşlanmadığı bir şeyi yapmak istememek.

Advertisement

İçi bayılmak : -1. Çok acıkmak, -2. Fazla tatlı ya da yağlı bir yiyecek midesinde tuhaflık yaratmak, su içmek isteği duymak.

İçi beni yakar dışı eli (yakar): “Beni ilgilendiren bu konu başkalarına çekici görünür, ancak benim için oldukça sıkıntı vericidir.” anlamında.

İçi bulanmak : Midesi bulandığı için kusacak gibi olmak.

İçi burkulmak : Çok üzülmek. (Kars. Ciğeri sızlamak.)

İçi cız etmek: Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek.”O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti.”

İçi cız etmek: Çok üzülmek; yüreği cız etmek.

İçi çekmek (bir şeyi) : Bir şeye karşı içinde istek duymak. (Kars. Canı çekmek, gönlü çekmek.)

İçi çekmek: Canı arzu etmek, istek duymak.

İçi çıfıt çarşısı: 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık.

İçi dar : Sıkıntılı, beklemeye tahammülü olmayan (kimse).

İçi daralmak : İçi sıkılmak, sıkıntı nedeniyle bunalmak

Advertisement

İçi dayanmamak: bk. İçi götürmemek.

İçi dışı bir: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini açıkça söyleyen (kimse). (Kars. Özü sözü bir.)

İçi dışı bir: İkircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü bir olan.”İçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz.”

İçi dışına çıkmak : -1. Bindiği taşıtın bozuk yoldan geçmesi sırasında ya da çok sallanmasından dolayı vücudu çok sarsılmak. -2. Midesi bulanıp kusmak.

İçi dışına çıkmak: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak.

İçi erimek: Çok üzülmek, tedirgin olmak.

İçi erimek: Kaygı duymak, çok üzülmek.

İçi ezilmek: Acıkmaktan dolayı midesi rahatsız olmak; içi kazınmak, kıyılmak.

İçi geçmek : -1. Uykuya dalmak. -2. Yaşlılık ve zayıflık nedeniyle gücü azalmak.

İçi geçmek: 1. İstemediği hâlde uyuya kalmak. 2. İşe yaramaz duruma gelmek. 3. Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak.”O artık içi geçmiş bir ihtiyardır.”

İçi geniş : Tasasız, gamsız (kimse); yüreği geniş.

Advertisement

İçi gitmek : Bir şeyi yapmayı ya da elde etmeyi çok istemek. -2. İshal olmak, sürgün gitmek.

İçi gitmek: Çok fazla istek duymak.”Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum.”

İçi götürmemek (dayanmamak) (bir şeyi) : -1. Acıklı bir duruma dayanamamak; yüreği dayanmamak. -2. Onu kıskanmak. -3. Vicdanı el vermemek.

İçi hop etmek : Birdenbire heyecanlanmak; yüreği hop etmek.

İçi ısınmak (birine, bir şeye) : Ondan hoşlanmak, onu sevmek.

İçi içine sığmamak: Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak.”Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım.”

İçi içini yemek : İstedikleri olmuyor diye sürekli üzüntü içinde olmak.

İçi kabarmak (kalkmak): 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak.”Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım buradan.”

İçi kalkmak (kabarmak) : -1. Midesi bulanmak, tiksinmek. -2. Ağlama ihtiyacı duymak. -3. Çok heyecanlanmak.

İçi kan ağlamak : Kimseye sezdirmeden üzülmek, çok kederlenmek.

İçi kan ağlamak: İçten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak.”Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu.”

Advertisement

İçi kararmak : Hiçbir şeyden zevk almaz duruma gelmek, umutsuzluğa düşmek.

İçi kazınmak (kıyılmak) : Çok acıkmak; içi eritmek.

İçi kazınmak: Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak.”Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu.”

İçi parçalanmak (paralanmak): Birine acıyarak çok üzülmek.”Onun bu hâlini gördükçe içim parçalanıyor.”

İçi parçalanmak (paralanmak): Bir kimsenin kötü durumuna üzülmek; yüreği parçalanmak.

İçi rahat etmek: Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak.”Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak.”

İçi rahat etmek: Kötü bir şey olmadığını görerek, öğrenerek ferahla mak.

İçi sıkılmak : Bunalmak, sıkıntı duymak.

İçi sızlamak : Kötü durumda olan bir şey ya da kimse için üzülmek.

İçi sızlamak: Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek.

İçi tez: Aceleci, sabırsız (kimse). (Kars. Canı tez, tez canlı.)

Advertisement

İçi titremek: 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak.”Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim.”

İçi titremek: -1. Çok üşümek. -2. Özen göstermek, zarar gelecek diye tasalanmak.

İçi yanmak : -1. Çok üzülmek. -2. Susamak.

İçi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek.”Sanki yalnız onun içi yanıyordu.”

İçinden (içten) pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen (kimse).

İçinden çıkmak : Zor bir işi başarıyla bitirmek.

İçinden doğmak: bk. İçinden gelmek.

İçinden geçirmek (bir şeyi) : Onu düşünmek, tasarlamak.

İçinden gelmek (doğmak): 0 şeyi yapmak isteği duymak.

İçinden gülmek: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek.

İçinden okumak: 1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek.”Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız.”

Advertisement

İçinden pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen.”Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben.”

İçine atmak (bir şeyi) : -1. Üzüntüsünü kimseye bildirmemek. -2. Ken disine yapılan kötüKiklere belli bir tepki göstermemekle birlikte bunla rı unutmamak.

İçine atmak: 1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak.”O her şeyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum.”

İçine çekilmek (kapanmak): Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek.”Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüşmüyor.”

İçine çekilmek: Kimse ile görüşmez olmak, kendi kendine kalmayı tercin etmek; kabuğuna çekilmek.

İçine dert olmak : Yapılabilecek nitelikte olan bir şeyi yapamamış olduğu için üzülmek.

İçine dert olmak: Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak.”Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu.”

İçine doğmak : Bir şeylerin olacağını sezinlemek; gönlüne doğmak.

İçine doğmak: Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek.”Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu.”

İçine dokunmak : Dertlenmek, kederlenmek, hüzünlenme^

İçine etmek (sıçmak) (bir şeyin) : Onu kötü bir duruma getirmek.

Advertisement

İçine işlemek : Bir söz, davranış, durum bir kimseye çok dokunmak, derinden etkilemek; yüreğine işlemek.

İçine işlemek: Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak.”Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki.”

İçine kapanmak : -1. Çevresiyle sıkı, yakın ilişki kurmamak. -2. Durumunu, duygularını kimseye açmamak.

İçine korku düşmek: Kötü bir şeyin olabileceğinden kaygılanmak.

İçine kurt düşmek : Kötü bir şey olacağı kuşkusu içinde olmak.

İçine kurt düşmek: Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek.”Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü.”

İçine oturmak : Çok etkilenmek, çok üzülmek.

İçine sindirmek: Benimsemek, iyice kabul etmek.

İçine sinmemek: 1. İçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. İstediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak.”İşi bitirdim ama hiç de içime sinmedi.”

İçine sinmemek: -1. Yalanlan da bulunmadığı için güzel bir şeyden tat alamamak. -2. Bir şey istediği gibi olmadığı İçin rahatsız olmak, o şeyi beğenmemek.

İçine sokacağı gelmek: Birini aşırı ölçüde, çok sevmek.

Advertisement

İçine yedirememek: Benimsememek, kabul edememek.

İçini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak.

İçini açmak (birine): Derdini, sırrını ona anlatmak.

İçini bayıltmak: Fazla şekerli ve yağlı gıdalar yediği jçin artık hiçbir şey yiyemeyecek duruma gelmek.

İçini boşaltmak: -1. Kızdığı için bir kimseye içinden geçenleri söyle yip rahatlamak. -2. Derdini anlatmak.

İçini çekmek: Üzüntüsünden derin derin nefes almak (Kars. Göğüs girmek, iç geçirmek.)*

İçini dökmek: Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak.”Şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım.”

İçini kemirmek : Onu sürekli rahatsız, tedirgin etmek.

İçini kemirmek: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak.”İçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu.”

İçini kurt yemek (kemirmek) : Sürekli kaygı içinde olmak.

İçinin yağı erimek : Kötü bir şey olacak diye üzüntü çekmek.

Advertisement

İçler acısı: Çok aaklı, hüzün verici.

İçler acısı: Oldukça üzücü, çok acıklı.

İçli dışlı olmak (biriyle): Onunla çok samimi ilişkiler içinde bulunmak; senli benli olmak.

İçli dışlı olmak: Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak.”Biz Fatma`yla iyice içli dışlı olduk.”

İçtikleri su ayrı gitmemek: Çok yakın arkadaş olmak İdare etmek (bir şeyi) (birini): -1. Onu yönetmek. -2. Onu tutumlu kullanmak. -3. Yetmek, yetişmek. -4. Onu hoşgörüyle karşılamak. -5. Onu görmezlikten gelmek, örtbas etmek. İdaresini bilmek: Tutumlu davranmak

İçtikleri su ayrı gitmemek: Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak.

İdare etmek: 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek.”Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez.”

İddiaya tutuşmakfgirmek, girişmek) : Birbirine karşıt iddialar ile bah se girişmek

İfade vermek: Sorguya cevap vermek.

İfadesini almak (birinin) : -1. Onu sorguya çekmek. -2. Onu dövmek, hırpalamak. -3. Onu yenmek, ona üstün gelmek.

İflahım kesmek : İş yapamaz duruma getirmek.

Advertisement

İflâhını kesmek: Gücünü tamamıyla yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek.”Ben adamın iflâhını keserim, anladın mı?”

İflas bayrağını çekmek: İflas etmek, her şeyini yitirmek, batmak.

İfrata kaçmak: Düşüncelerinde, davranışlarında çok ileri, aşırı gitmek.

İfrata vardırmak (bir şeyi): Onu aşırı ölçüye vardırmak

İfrit etmek (bîrini) : Onu ç$k öfkelendirmek, kızdırmak (Kars. Çileden çıkarmak.)

İfrit olmak (kesilmek) (birine, bir şeye): Ona çok kızmak, öfkelen mek. (Kars. Çileden çıkmak.)

İfrit olmak: Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak.”İfrit oluyorum şu adamın hareketlerine.”

İftihara geçmek : Derslerinde başarılı, davranışlarında beğenilir olup üstün öğrenci seçilmek.

İftira atmak (etmek) (birine): On asılsız ve kasıtlı bir suç yüklemek (Kars. Kara çalmak.)

İftiraya uğramak : Kendisine asılsız bir iftira yüklenmiş olmak.

İğne atsan yere düşmez: Bir yerin çok kalabalık olduğunu belirtmek İÇtn kullandır.

Advertisement

İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık, yürünecek gibi değil.

İğne ile kuyu kazmak : Zor bir işi yetersiz araç ve gereçlerle büyük bir çaba harcayarak başarmaya çalışmak.

İğne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya çalışmak.

İğne ipliğe dönmek (iğne İplik kalmak): Çok zayıflamak.

İğne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak, kilo vermek.”O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş.”

İğneli söz: Dokunaklı, kırıcı, üzücü söz.”O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu.”

İhtilafa düşmek: Bozuşmak, uyuşamamak; aralarında anlaşmazlık doğmak.

İhtimal vermemek (bir şeye) : Onun gerçekleşebileceğini düşünmemek, sanmamak.

İhtimam göstermek (birine, bir şeye): Ona iyi bakmak, onunla ya kından ilgilenmek; özen göstermek.

İhtiyaç duymak (hissetmek) (bir şeye, birine): Ona gereksinme duymak.

İki ahbap çavuş(lar): Birbirlerinden hiç ayrılmayan, hep beraber dola şan iki arkadaş.

Advertisement

İki ahbap çavuşlar: Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş, dost.

İki arada bir derede (kalmak): Sıkışık, zor şartlar altında (kalmak).

İki arada bir derede : Sıkışık durumda bile bir fırsat bularak, olanak yaratarak. –

İki arada bir derede kalmak: Çok güç bir durumla karşı karşıya gel mek.

İki ateş arasında kalmak: Tehlikeli bir durum karşısında ne yapacağı nı şaşırmak, bir türiü karar verememek.

İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi bir işi hemen yapıp bitir mesi için sıkıştırmak, zorlamak

İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi yapması için zorlamak, sıkıntıya sokmak.

İki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: İki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi, böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz olmak.

İki cihanda yüzü ak olmak: Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahrette mükâfat görmek.

İki çift laf etmek : Bir İki söz söylemek, biraz konuşmak.

İki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek.”Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik.”

Advertisement

İki dirhem bir çekirdek: özenli giyinmiş (kimse).

İki eli (birinin) yakasında olmak: Ahrette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek.

İki eli kanda olsa : “Hangi işi yaparsa yapsın, hangi durumda olur sa olsun.” anlamında.

İki eli kanda olsa: Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede olsa bile.”Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasın gelsin.”

İki eli yakasında olmak: Ondan hesap sormak.

İki gözü iki çeşme : Durmadan ağlayarak, gözyaşı dökerek.

İki gözü iki çeşme: Sürekli, çok ağlayarak.”Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş.”

İki gözüm : Sevilen, değer verilen kimse için söylenen sevgi sözü.

İki gözüm önüme aksın : Birini bir şeye inandırmak için ‘Dediklerim doğru değilse, kör olayım” anlamında yemin sözü.

İki lafı bir araya getirememek : bk. İki sözü bir araya getirememek.

İki paralık etmek (birin) : Söz ya da davranışlarıyla bir kimsenin değerini, itibarını düşürmek

Advertisement

İki paralık etmek: Değerini, onurunu çok düşürmek.”Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralık ettin, senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!”

İki paralık olmak : kibarı azalmak, utanılacak bir duruma düşmek.

İki rahmetten biri: (Çok ağır hastalar için) “Ya sağlığına kavuşsun, ya da ölüp kurtulsun’ anlamında söylenir.

İki rahmetten biri: Ağır hasta olan birisi için “ya şifa, ya ölüm” anlamında kullanılır.

İki seksen uzanmak : -1. Boylu boyunca yere serilmek -2. Keyiflen mek, neşelenmek.

İki seksen uzatmak (birini) : Onu sert bir vuruşla yere sermek

İki sözü (lafı) bir araya getirememek: Söylemek istediklerini düzenli bir biçimde dile getirememek

İki sözü bir araya getirememek: Düşüncelerini, duygularını düzgün bir biçimde anlatamamak, güzel konuşma becerisinden yoksun olmak.

İki ucu boklu deynek: “Bir sorunun çözülmesi için hangi yolu dener sen dene hepsi sakıncalı.11 anlamında. .

İki ucunu bir araya getirememek (bir şeyin): -1. Gelirle gideri denkleştirememek. -2. İşleri yoluna koyamamak

İki yakası bir araya gelememek: Geçim sıkıntısından bir türlü kurtulamamak.

Advertisement

İki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve giderini denkleştirememek.”Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya gelecek.”

İkide bir, ikide birde : Sık sık.

İkili oynamak : Birbirine karşıt olan her iki yanı destekler bir tavır takınmak

İkili oynamak: Birbirine karşı olanlardan hem birini, hem ötekini çıkarı için destelemek.”Sendika başkanı ikili oynuyormuş.”

İkindi üstü (üzeri) : İkindi vaktinde.

İkisi de bir (aynı) kapıya çıkar: (Söz ve davranışlar için) “Her ikisi de aynı sonuca varır.” anlamında.

İktisat etmek (yapmak):Tutumlu davranmak, tasarruf etmek haç gibi gelmek (bir şey): O şey umulmayan bir anda gelerek işe yaramak

İlaç için yok : “Söz konusu şey hiç yok” anlamında.

İler tutar yanı olmamak (kalmamak) : Bozuk, kötü, kullanılmaz bir duruma gelmek.

İleri almak (bir şeyi) : -1. Öne almak. -2. Daha üstün bir yere geçirmek.

İleri geçmek : Öne geçmek, üstün bir duruma geçmek.

Advertisement

İleri gelenler: Bir toplulukta sözü geçer durumda olanlar.

İleri gelmek (bir şeyden) : O şeyden meydana gelmek, o şeyin etki siyle oluşmak.

İleri geri konuşmak (laf etmek, söylenmek): Yersiz ve kına sözler söylemek.

İleri geri konuşmak: Yersiz, kırıcı, yaralayıcı biçimde konuşmak.

İleri gitmek (varmak) : Söz ve davranışlarda aşırıya kaçmak.

İleri gitmek: Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz, aşırı davranışta bulunmak ve haddi aşmak.”O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine fırsat verilmemelidir.”

İleri sürmek (bir şeyi) : -1. Onu öne doğru yürütmek. -2. Bir görüş or taya atmak, önermek.

İlerisini gerisini düşünmemek (hesaplamamak) : Söylenen bir sö zün, yapılan bir davranışın ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünme mek.

İleriyi görmek: İleride neler olacağını kestirebilmek; tahmin etmek,

İlgi beslemek (bir şeye, bîrine) : Ona karşı içinde merak duymak; alaka beslemek.

İlgi çekici: İlginç, enteresan, merak uyandırıcı.

Advertisement

İlgi çekmek (bir şey, bir kimse): İlgiyi üzerinde toplamak; alaka çek mek.

İlgi duymak (bir şeye, birine) :Onunla ilgilenmek; alaka duymak.

İlgi görmek: -1. Çok önemsenmek. -2. Çok sevilmek; alaka görmek.

İlgi toplamak: Pekçok kimsenin önem verdiği şey, kimse durumuna gelmek. . .

İliğine kemiğine işlemek : -1. Yağmur suları giyiminden geçip bedenini iyice ıslatmak. -2. O şey bütün benliğini kaplamak, ondan çok etkilenmek.

İliğini kurutmak : Canından bezdirecek duruma getirmek; kanım ku rutmak.

İlişki kurmak: Bir yer ya da kimseyle bağlantı sağlamak; münasebet

İlk elden : -1. Baştan beri. -2. Dolaysız, aracısız olarak. İlk göz ağrısı: -1. İlk sevgüi; eski göz ağrısı. -2. İlk doğan çocuk ya

İlk göz ağrısı: 1. İlk doğan çocuk. 2. İlk sevgili.

İllallah demek (bir şeyden, birinden): Ondan iyice bıkmak, ona katlanamaz duruma gelmek.

İlmini almak (bir şeyin) : Bir işin en ince yönlerini bile öğrenmek.

Advertisement

İltimas geçmek (birine): Onu kayırmak, ona hakkından fazlasını vermek.

İmam kayığı: Tabut

İmam suyu: Rakı.

İmamın dört çiftesine (kayığına) binmek : Ölmek.

İmana gelmek: 1. Hak dini olan İslâm`ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak.”İmana gel, tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin.”

İmana gelmek: -1. Önce karşı çıktığı bir şeyi kabul edip istenileni yapmak. -2. Sonunda doğruyu söylemek. -3. İslamlığı benimsemek.

İmanı gevremek : Bir işi gerçekleştirirken çok yorulmak.

İmiğine sarılmak : Bir kimseyi bir İş için çok sıkıştırmak; ümüğüne sarılmak.

İmlaya gelmemek : Düzeltilmeyecek durumda olmak.

İmlaya getirmek (bir şeyi) : Onu yola getirmek, düzeltmek.

İmtihana çekmek (birini) : Bilgisini ölçmek, onu sınamak, denemek.

Advertisement

İmza atmak (etmek), imzayı basmak (çakmak): İmzalamak, imzası nı koymak.

İn cin top oynamak: Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak.”Adada in cin top oynuyordu sanki.”

İn cin top oynuyor (in cin yok): Issız, sessiz.yer.

İn misin, cin misin? : Teklifsiz konuşmada “İnsan mısın, cin misin?” anlamında söylenir.

İnan olsun!: “Bana inan, inanın ki.” anlamında.

İnce eleyip sık dokumak : Bir şeyi en küçük ayrıntılarına kadar göz den geçirmek.

İnce eleyip sık dokumak: Titizlik göstermek, bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden geçirmek.”O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil, kaygılanma.”

İnce hastalık: Verem.

İnce iş : Dikkatli, hesaplı iş.

İnceden inceye : Titizce, en küçük ayrıntılarına kadar.

İncir çekirdeğini doldurmaz: Çok az veya pek önemsiz.”Ne akılsız adam bunlar, kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile, ayırın şunları.”

Advertisement

İncir çekirdeğini doldurmaz: Çok küçük, az ya da önemsiz (şey).

İnfial uyandırmak : Öfke yaratmak, tepkiye yol açmak.

İnim inim inlemek: -1. Sürekli olarak inlemek. -2. Çok büyük sıkıntıda (olmak, yoksulluk çekmek, baskı altında yaşamak.

İniş aşağı: Bayırdan aşağı doğru.

İnme inmek (birine): O felç olmak, ona felç gelmek.

İnme inmek: Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek.”Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar.”

İnsafa gelmek: Haksız tutumundan vazgeçip adalet ve merhametle davranmak.

İnsafına kalmak (bir şey, birinin): Bir şeyin istenilen biçimde olabilmesi o şeyi yapacak’kimsenin doğruluk duygusuna ve isteğine bağlı olmak. (Kars. Sütün» kalmak.)

İnsan eti yemek: Bir kimseyi çekiştirmek, hakkında dedikodu yap mak.

İnsan eti yemek: Birini çekiştirmek.

İnsan evlâdı: İyi, anlayışlı, ahlâk sahibi insan.”İnsan evlâdı olmasaydı, tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?”

Advertisement

İnsan hâli: Olabilir, doğaldır, hoş karşılamak gerekir.

İnsan hali: Her insanın yapabileceği, hoş karşılanması gereken bir durum.

İnsan içine çıkmak : Başka insanlarla itişki, yakınlık kurmak.

İnsan kurusu : Çok zayıf (kimse).

İnsan sarrafı (olmak): İnsanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş (olmak).”Dedem insan sarrafıdır, onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen anlayıverir.”

İnsan sarrafı: İyi ve kötü insanları iyi tanıyabilen kimse.

İnsanlık hali: Hoşgörüyle karşılanması gereken durum.

İnsanlıktan çıkmak : -1. Çok zayıflamak. -2. Bir insana yakışır davranışlarda bulunmamak.

İnsanlıktan çıkmak: 1. Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. İnsani niteliklerini yitirmek, insana yakışmayacak davranışlarda bulunmak.

İnşallahla maşallahla : Her şeyi Tanrı’ya bırakmakla, hiçbir çaba göstermeden.

İntikam almak (birinden): Yapılan kötülüğün acısını çıkarmak; öç almak.

Advertisement

İnzivaya çekilmek : Dünyadan elini eteğini çekmek, hiçbir şeyle ilgilenmemek; bir köşeye çekilmek, dünyadan elini eteğini çekmek.

İp iputtah sivri külah : Hiçbir malı, mülkü, çoluğu çocuğu olmayan (kimse). * .

İpe çekmek (birini): Onu asarak öldürmek.

İpe çekmek: Asarak öldürmek.

İpe sapa gelmez : Tutarsız, mantıkdışı, saçma (söz, konuşma).

İpe un sermek: Birtakım bahaneler ileri sürerek istenilen bir işi yap maktan kaçınmak.

İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.

İpi koparmak : Bağlı bulunduğu yer ya da kişiyle ilişkisini kesmek.

İpi koparmak: Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek, aradaki anlaşmazlığı artırmak.

İpi sapı yok: Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız, işsiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan.”İpi sapı yok bu sözlerin, daha inandırıcı olmalısın.”

İpin ucunu kaçırmak: Bir işi yürütemez duruma gelmek, düzensizlik, yöntemsizlik yüzünden bir işi çıkmaza sokmak.

Advertisement

İpin ucunu kaçırmak: Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp, artık duruma hâkim olamamak; çıkmaza girmek.”Biraz daha dikkatli olmalıyız, yoksa ipin ucunu kaçıracağız.”

İpini koparmak : Başıboş kalmak, haylazlaşmak.

İpiyle kuyuya inilmez: Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir işe girilmez.”O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben.”

İple çekmek (bir şeyi) : O şeyin zamanının gelmesini sabırsızlıkla

İple çekmek: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek, çok istemek.”Yarını iple çekiyorum.”

İpler birini elinde olmak : -1. İşi el altından yönetmek. -2. Yönetimde perde arkasında söz sahibi olmak.

İpliğini pazara çıkarmak:Bir kimsenin kötü niteliğini ortaya çıkarmak.

İpsiz sapsız : -1. Serseri, hayta (kimse). -2. Yersiz, saçma (söz).

İpucu vermek (birine) : Ona öğrenmek istediği, aradığı şeyi bulmaya yarayan bir işaret göstermek.

İpucu vermek: Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti, onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek.”Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim.”

İsabet almak : Vurulmak, yaralanmak.

Advertisement

İsabet buyurdunuz: “Tam dediğiniz gibi, gerçekten efe Öyle.” anlamın da destekleyici söz, – ,,

İsabet etmek: 1. Nişan alınan yere değmek, rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak.”Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz.”

İsabet ki: İyi ki.

İsabet oldu : “Tam isteğe uygun, yerinde oldu.” anlamında.

İsim yapmak : Ünlenmek, herkesçe tanınır duruma gelmek. İsim takmak (birine): Ona niteliklerine uygun bir isim vermek ; ad takmak.

İskele babası: -1. Eviyle, çoluk çocuğuyla ilgilenmeyen erkek için alay yollu söylenir. -2. Iriyah adam.

İskele vermek: Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak.

İskeleti çıkmak: Çok zayıflamak.

İsmi geçmek: Adından söz edilmek; adı geçmek.

İsmi var, cismi yok: 1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini yerine getirmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan.

İsmiyle cismiyle : Adı ve varlığıyla, adıyla sanıyla.

Advertisement

İsrafa kaçmak : Gereksiz yere aşırı harcamalarda bulunmak.

İstediği gibi at koşturmak (oynatmak): Keyfince, istediği gibi davran mak.

İstemem yan cebime koy : Kendisine verilen bahşiş, hediye, rüşvet vb’yi aimak istemediğini belirttiği halde verilmesinden memnun olan ların durumu îçjn söylenir.

İster açılmak: Alışverişe canlılık gelmek.

İster istemez: 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. İstemesi üzerine, hiç vakit geçirmeden, istediği anda.”İster istemez ben de ona bağırdım.”

İster istemez: Elinde olmadan, zorunlu olarak.

İstifayı basmak : Herhangi bir nedenle, ani bir kararla görevinden çekilmek.

İstifini bozmamak: Bir olay karşısında hiçbir tepki göstermemek, aldırış etmemek.

İstifini bozmamak: Bir olay karşısında aldırış etmemek, durum ve davranışını hiç değiştirmemek.”Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bense istifimi bozmadan bekledim.”

İstikamet vermek: bk. Yön vermek.

İsyan bayrağını açmak (çekmek): Karşı gelmek, baş kaldırmak.

Advertisement

İş ayağa düşmek: İş sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak.”Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler.”

İş başa düşmek : Kendi işini başkasından hiç yardım görmeden ken disi yapmak zorunda kalmak

İş başa düşmek: Beklediği yardım gelmeyince, kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak.”İş başa düştü desene!..”

İş çatallanmak (çatallaşmak): Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak, ya da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasıl ulaştırılacağı bilinemez olmak.”İş gittikçe çatallaşıyor, sense aldırmıyorsun bile.”

İş çevirmek : Gizli, dolambaçlı bir iş yapmak.

İş çığırından çıkmak: Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargaşalık baş göstermek.

İş çığrından çıkmak: Bir konu düzeltilmesi güç bir duruma gelmek.

İş çıkarmak : -t. Çok iş yapmak. -2. Sorun yaratmak.

İş edinmek (bir şeyi) : Onu görev olarak kabul etmek, onunla sürekli ilgilenmek.

İş etmek: Aldatmak, zarar sokmak. (Kars. Oyun etmek, oyun oyna mak.)

İş görmek: -1. İş yapmak. -2. Bir iş için elverişli olmak

Advertisement

İş güç : Görev, meslek.

İş inada binmek: Bir işi yapmakta direnmek.

İş inada binmek: Bir işi yapmakta, (ya da yapmamakta) direnmek,inatlaşmak.

İş işten geçmek : Bir iş için uygun olan fırsatı kaçırmak.

İş karıştırmak: -1. Araya fesat sokmak -2. Zararlı bir iş yapmak.

İş olsun diye : Herhangi bir amaç gütmeden, iş yapyor görünerek

İş sarpa sarmak : İş birtakım zorlu engellerle karşılaşmak

İş sarpa sarmak: İş, içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak.”İşler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan.”

İş tatlıya bağlamak:Konuyu, sorunu iyi, memnun edici bir çözüme ulaştırmak.

İş tutmak : Bir işte çalışmak (Kars. Ekmeğini eline almak.)

İş var (bunda, bu kimsede) : -1. “Bu şey daha işe yarar.” -2. *Bu kişi iyi işler yapabilir.” anlamında.

Advertisement

İş yapmak : İyi kazanç getirmek.

İş yok (bunda, bu kimsede): -1. ‘Bu şey işe yaramaz.” -2. “Bu kişi çalışamaz, verimli işler yapamaz.” anlamında.

İş yok: O şeyde yarar yok, faydası olmaz.”O arabada hiç iş yok, almaya değmez.”

İşe koşmak (birini): Ona iş yüklemek, onu bir işle görevlendirmek.

İşe koşmak: Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek, göndermek.

İşe yaramak: -1. Elverişli nitelikte bulunmak. -2. İş yapabilecek durumda olmak.

İşi (bir şeye) vurmak (dökmek) : Başka bir biçimde davranmak, …gibi görünmek.

İşi ağırdan almak: Acele etmemek, bir işi yapmak için isteksiz görünmek.”Söyle onlara, işi ağırdan almasınlar, müşteriler mal bekliyor.”

İşi aksi gitmek: İstediği sonucu elde edememek.

İşi Allah`a kalmak: Güç şartlar altında, beşerden hiçbir yardım umudu kalmamak.”Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı, artık işi Allah`a kalmıştı.”

İşi azıtmak: Yanlış ve aşırı yollara sapmak.”Bu çocuk da işi iyice azıttı.”

Advertisement

İşi başından aşmak: Pek çok işi olmak, iş içinde kaybolmak.

İşi bitmek: 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek.”Git de bak, babanın işi bitmiş mi?”

İşi bitmek: -1. Yaptığı iş sona ermek. -2. İş yapacak durumu, kuvveti kalmamak.

İşi bozulmak : Geçimini sağladığı işinde zarar etmeye başlamak.

İşi ciddiye almak : Konuya, soruna önem vermek.

İşi duman olmak: İşi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.

İşi düşmek (biri yere) (birine): Bir yerde yapılacak işi bulunmak.

İşi düşmek: Birinin yardımına ihtiyaç duymak.”Eh, onun da bize işi düşecek bir gün.”

İşi İş olmak :Sevinç yaratan bir duruma kavuşmak.

İşi iş olmak: İşi yolunda, iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak.”İşi iş herifin, baksana yan gelip yatıyor her gün.”

İşi ne? : “Ne işi var?” anlamında.

Advertisement

İşi oluruna bırakmak: Yapmakta olduğu bir İşte gerekli titizliği göstermemek,

İşi pişirmek: -1. Bir işi sonuca ulaştıracak gerekli hazırlıkları yapmak. -2. Kadın erkek aralarında gizlice anlaşmak. (Kars. Mercimeği fırına vermek.)

İşi rastlantılara, doğal akışına bırakmak.

işi rast gitmek : Şansının da yardımıyla işleri istediği gibi olmak; rast gitmek.

İşi resmiyete dökmek : O işe resmi bir nitelik vermek.

İşi sağlama bağlamak : Bir İşin tam olarak yapılması için gerekli önlemleri almak

İşi sıkı tutmak: Gevşekliğe yol açmamak, işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sağlamak.

işi tıkırında (yolunda) olmak: İşi istediği biçimde yürümek

İşi tıkırında olmak: İşi çok uygun ve iyi olmak.”O konuşmayacak da ben mi konuşacağım, işi tıkırında adamın.”

İşi yokuşa sürmek: Herhangi bir konuda engellemede bulunmak, güçlük çıkarmak

İşi yokuşa sürmek: Yapılabilir, görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak, bahaneler ileri sürmek.

Advertisement

İşi-başından aşmak (işi başından aşkın olmak) : Yapacak pekçok işi bulunmak.

İşin alayında olmak: O işe gereken önemi, değeri vermemek.

İşin içinde iş var : Bir konunun arkasında onunla doğrudan İlgili olma yan durumların da bulunduğunu belirtmek için söylenir.

İşin mi yok: “Önemli değil, boş ver!” anlamında. İşin kötüsü (fenası) : Üst üste gelen tersliklerde kullanılır.

İşin rengi değişmek : İş, konu başka bir biçime bürünmek, nitelik bazanmak.

İşin ucu birine dokunmak : Söz konusu işten dolaylı olarak zarar görmek

İşinden olmak: Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek, görevini yitirmek.”Haydi canım, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın.”

İşinden olmak: İşini kaybetmek. İ

İşine gelmek : Çıkarına uygun düşmek.

İşini bHirmek : -1. Birini artık iş yapamaz duruma getirmek. -2. Onu öl dürmek.

İşini bilmek : Nereden, nasıl çıkar sağlanacağını bilmek.

Advertisement

İşini görmek : -1. Kendi işini ya da başkasının İşini yapmak. -2. Başka bir şeyin yapacağı işi yapacak nitelikte olmak. -3. Dövmek. -4. öldürmek

İşini uydurmak : Kurnazlıkla işlerini istediği gibi yürütmek.

İşitmezlikten gelmek: İşitmemiş gibi davranmak.

İşkembeden atmak (söylemek): Herhangi bir kaynağa dayanmayan ve inandırıcılığı olmayan sözler söylemek.

İşkembeden atmak: Uydurarak söylemek, tutarı olmayan sözler sarf etmek.”Ona sakın inanmayın, işkembeden atıyor.”

İşporta mal: Değeri, niteliği düşük mal.

İşportaya düşmek : Değerini yitirip daha ucuza satılmaya başlamak

İştah açmak : Yemek yeme isteğini artırmak

İştahı açılmak : Yemek yeme İsteği artmak

İştahı kapanmak: Yemek yeme İsteği azalmak.

İşten atmak (birini): Onun görevine son vermek

Advertisement

İşten bile değil: Çok kolay.

İşten el çektirmek (birine) : Bir suçu ya da ihmali bulunduğu gerekçe siyle bir kimsenin İşine son vermek

İşten el çektirmek: Görevden uzaklaştırmak.”Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona.”

İşten güçten kalmak : Herhangi bir nedenle çalışamamak, işini yapa mamak

İt ite (buyurur), it de kuyruğuna : “Tembel kimseler kendilerine buy-rulan bir işi başkalarına yüklerler, böylece iş sürüncemede kalır.”

İt kopuk: Serseri, aşağılık, terbiyesiz (kimseler).

İt sürüsü kadar: Gereğinden fazla, oldukça çok, kalabalık.”İt sürüsü kadar adam, nasıl başa çıkacağız bunlarla.”

İte kaka: Zorla, güçlükle.”Adamı her sabah ite kaka işe götürüyoruz.”

İtibar etmek (birine) (bir şeye) : -1. Ona saygı göstermek -2. Onu dikkate almak önemsemek

İtibar kazanmak : Saygınlığını yeniden elde etmek.

İtibar kazanmak: Saygınlık görmek, kendisine değer verilmek.

Advertisement

İtibardan düşmek : -1. Bir kimse saygınlığını yitirmek -2. Bir şey öne mini, değerini yitirmek

İtimadı sarsılmak (birine): Artık ona güvenmemek.

İtimat beslemek (birine) : öna güvenmek; güven beslemek.

İtimat telkin etmek: Güven duygusu uyandırmak; güven vermek.

İtin götüne (kıçına) sokmak (birini) : Onu ağır sözler söyleyerek rezil etmek

İyi etmek : -1, Tedavi etmek, sağlığına kavuşturmak. -2. Yaptığı iş uy gun olmak. -3- Zarar vermek, zarara sokmak. -4. Parasını, malını çal mak.

İyi etmek: 1. Hastalıktan kurtarmak, sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak, kendisine mal etmek.

İyi gelmek: -1. Uymak. -2. Sağlığına kavuşmasına yaramak.

İyi gözle bakmamak : Hakkında iyi şeyler düşünmemek.

İyi gözle bakmamak: Birisi hakkında iyi düşünmemek, kötü niyet beslemek.”Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar.”

İyi gün dostu : Dostlarına iyi günlerinde yakınlık gösteren, kötü günle rinde onlardan uzaklaşan kimse için alay yollu söylenir.

Advertisement

İyi gün dostu: Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse.”Bize iyi gün dostu gerekli değil.”

İyi iş (doğrusu): Beğenilmeyen bir durum, olay karşısında şaşkınlığı belirtmek için söylenir.

İyi kalpli (yürekli) : Herkes için iyi şeyler düşünen kimse için söylenir.

İyi ki: Sevindirici bir durum, güzel bir rastlantı olarak.

İyi kötü : -1. Uta iyi ne kötü, orta halli. -2. Oldukça iyi.

İyi olmak: -1. iyileşmek, sağlığına kavuşmak. -2. Yerinde olmak. -3. Uygun olmak.

İyi saatte olsunlar : Cinler periler için kullanılır.

İyi saatte olsunlar: Cinlerden söz edilirken kullanılır.

İyiden iyiye : Gereken biçimde.

İyiliği dokunmak (birine) : Ona yardım etmek, faydası olmak.

İyilik sağlık, (iyilik güzellik): “Nasılsınız?” sorusuna karşılık olarak söylenen ve sağlıklı, durumunun iyi olduğu bildiren söz.

Advertisement

İyisi mi: Yapıiacak en doğru şey.

İyiye çakmek (yormak) (bir şeyi): Bir düşünceyi ya da olayı iyi (o-lumlu) yönden değerlendirmek.

İyiye iyi, kötüye kötü demek: Gerçekleri olduğu gibi söylemek, kim senin hatın için herhangi bir durumu olduğundan farklı gösterme mek.

İz sürmek: -1. İnsan ya da hayvanların ayak izlerine bakarak nereye gittiklerini aniamak ve gittikleri yeri bulmaya çalışmak. -2. İzlemek, ar-; kasından gitmek, takip etmek.

İzi silinmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak.”Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar aşılanıyorlar.”

İzin almak (koparmak) (birinden): İstediği bir şeyi yapabilmek ya da istediği bir yere gidebilmek için daha yetkili birinden serbest bırakıl masını sağlamak.

İzinde yürümek (izine uymak) : Bir kimsenin başladığı bir işi aynı an layış ve yöntemle yürütmek.

İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.

İzine düşmek: İzlemek, peşi sıra gitmek.

DEYİMLER

deyimler-1

Deyimler Sözlüğü
A BCÇDEFGHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ

Advertisement


Yorum yapılmamış

Leave A Reply