İman Nedir? Sözlük Anlamı

0
Advertisement

İman ne anlama gelir? İman kelimesinin terimler sözlüklerindeki anlamı, deyimler ve birleşik kelimelerin anlamları nedir?

İman Nedir? – Sözlük Anlamı

İman

1. İnanç
2. Güçlü inanç, inan
“Kalpleri vatan aşkı ve imanı ile doluydu.” – H. C. Yalçın

iman etmek

1. Tanrı’ya inanmak
2. güçlü bir inanç duymak

imana getirmek

1. Müslümanlığı kabul ettirmek
2. istenilen biçimde davranmayı zorla kabul ettirmek
“Müslüman olmadan varmayacağını anlayınca kırkyıllık kart gâvuru imana getirdi.” – H. E. Adıvar

imanım

“kardeş, arkadaş” anlamında kullanılan bir seslenme sözü

Advertisement
imanına kadar

ağzına kadar, son kertesine kadar, tıka basa, alabildiğince

imanı gevremek

çok yorulmak veya sıkıntı çekmek
“Bütün gün çalışmaktan imanımız gevremiş, kurt gibi acıkmışız.” – E. Şafak

iman getirmek

1. gönül rızasıyla Müslümanlığı kabul etmek
2. yürekten inanmak
“Onun özveri, alçak gönüllülük taşan yüzünü görünce hayatın sadece bir para çekişmesi olmadığına iman getirir, ferahlardınız.” – H. Taner

imana gelmek

,
1. Müslümanlığı kabul etmek
2. en sonunda doğruyu söylemek
3. sonradan bir şeyi kabul edip uymak

imanı yok

1. (imanı) acımasız, insafsız
2. kahrolası!

iman sahibi

İnanmış, iman etmiş (kimse)

Advertisement
iman tahtası

Göğüs kemiği
“Sanki onların göğüsleri içindeki kalptir de bizim iman tahtalarımızın altındaki külde pişmiş ferik elması!” – A. Gündüz


İman

İman Nedir?

İman; insanı bir tanrıya ya da sonul kurtuluş düşüncesine bağlayan duygu, inanç ya da güvendir. Tanrı kayrasına özel önem verilen dinlerde Tanrı’ nın bahşettiği sevgi ve güven dolu ruh halidir. Hristiyan ilahiyatında Tanrı’nın Hz. İsa aracılığıyla ilettiği vahye insanın ilahi esinle verdiği karşılıktır. Kuran’da ise üç değişik anlamda kullanılır: İnandığını dile getirmek (Bakara 69), içten tasdik etmek, inanmak (Hucurat 14) ve inancın gereği olan edimlerde bulunmak (Hadid 57:8).

İmanı dinle özdeşleştiren bir tanım yoktur.

Bütün dinsel geleneklerde bu tür bir duygudan söz edilir, ama bu her zaman çok önemli olmayabilir. Örneğin Eski Mısır’da ve Hindistan’da Veda döneminde kullanılan bazı sözcükler, kabaca genel din tanımına girebilir, ama bunlar bir “imanı” değil, bazı tapınma görev ve eylemlerini ifade eder. Hindu ve Budacı Yoga geleneklerinde Tanrı yerine öncelikle guru ya da tinsel öndere güven önerilir. Hinduizmde ve Budacılıkta Tanrı’ya bağlanma (bhakti) ve sevgi ya da merhamet (karuna) kavramları, Hristiyanlıkta imandan çok, sevgi kavramı (Yunanca agape; Latince caritas) ile karşılaştırılabilir. Mahayana Budacılığında ve Vişnuculukta ise Hristiyan ve Yahudi geleneklerindeki iman kavramını andıran dinsel ifadeler kullanılır.

Tevrat İbranicesinde “iman” daha çok yasal bir içerik taşır.

İnsanların bir anlaşmaya ya da verilen bir söze uymaları ya da Tanrı ile İsrail’in aralarındaki Ahit’e bağlı kalmaları anlamına gelir. Bu gelenekten kaynaklanan İslamda ve Hıristiyanlıkta da iman kavramı bu görüşü yansıtır. İslamda iman, müminlerle öteki insanları ayıran niteliktir; ayrıca, “Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz”, (Kuran 10: 100) denir. Paulus’un Korinthoslulara Birinci Mektubu’nda da (12:8-9) benzer biçimde, imanın Tanrı’nın bir armağanı olduğu söylenir. Paulus’un İbranilere Mektubu’nda (11:1) iman (pistis) “ümit edilen şeylere itimat, görünmeyen şeylere kanaattir,” denir. Bazı araştırmacılara göre, Yahudilik gibi Zerdüşt dini de Batı dinlerindeki iman kavramının gelişmesinde etkili olmuştur. Zerdüşt (İÖ y. 628 – y. 551), insanın yeni ve bilinçli bir dinsel yaklaşımla doğruluğu (aşa) seçmesinden söz eden ilk dinin kurucusu olarak görülebilir.

Hıristiyanlıkta Aquino’lu Aziz Tommaso imanın düşünsel içeriğini vurgulamıştır. Protestan hareketinin başlıca konularından biri de yalnızca iman yoluyla aklanma sorunu olmuştur. Luther güven öğesini öne çıkarırken, Calvin, imanın Tanrı’nın bahşettiği bir armağan olduğunu savunmuştur. 19. yüzyıl ilahiyatçılarından Friedrich Schleiermacher yazılarında imanın öznel niteliğini ele almıştır. 20. yüzyılda, Karl Barth’ın önderlik ettiği bazı ilahiyatçılar ise Schleiermacher’in öznel yorumundan uzaklaşmaya çalışmıştır.

Hint, Çin ve Japon dinlerindeki bazı kavramlar zaman zaman iman sözcüğüyle karşılanırsa da bunlar genellikle İslamdaki ya da Hristiyanlıktaki iman kavramından farklıdır.

Örneğin Budacılığın Sekiz Aşamalı Yol öğretisindeki saddha (Sanskrit dilinde şraddha) kavramı daha çok insanın doktoruna duyduğu türden bir güven ve inancı içerir. Çincedeki xirı (inanç, güven, içtenlik) ise beş temel erdemden biridir.

Başta Eş’ari ve Maturidi olmak üzere Sünni kelamcıların büyük çoğunluğuna göre iman, inanılması gereken konuları kalbin tasdik etmesidir. Bu tanıma göre içten inanan kişi inancını sözle açıklamasa da Tanrı katında gerçek mümindir. Ama yasalar önünde mümin sayılabilmesi için inancını sözle açıklaması gerekir. Cehm bin Safvan tarafından kurulan Cehmiye mezhebine göre iman yalnızca bilgidir. Tanrı’yı ve Hz. Muhammed’in bildirdiklerini bilen kişi bunları kalbiyle tasdik etmese de mümindir. Mürcie ve Kerramiye anlayışlarına göre iman yalnızca ifade etmektir; inanılması gereken konuların içten tasdik edilmesi gerekli değildir.

Ebu Hanife, Pezdevi ve Serahsi başta olmak üzere bütün Hanefi fıkıhçılar imanı inanılması gereken konuları kalbin tasdik etmesi ve bunların sözle ikrarı biçiminde tanımlarlar. Haricilik, Mutezile, Zeydiye gibi mezheplerle İmam Malik, Evzai, Şafii, Ahmed bin Hanbel, İbn Hazm, İbn Teymiye gibi bilginlere göre ise içten tasdik, sözle ikrar ve İslamın gereklerinin yerine getirilmesidir. Bu tanımda imanın üç temelini oluşturan tasdik, ikrar ve edimlerden birisi eksikse imandan söz edilemez.

Kelam bilginlerine göre imanın iki biçimi vardır.

Birincisi, inanılacak şeylere kısaca ve toptan inanmak anlamına gelen icmali imândır. Buna göre kelime-i tevhid ve kelime-i şahadet getiren kişi inanılması gereken her şeye topluca inanmış ve bunu açıklamış sayılır. İkinci biçimi ise inanılacak şeylerin her birine açık ve ayrıntılı olarak inanma anlamında tafsili imandır ve üç derecede incelenir. Birinci derece Tanrı’ya, Hz. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna ve ahiret gününe inanmayı içerir. İkinci dereceyi Tanrı’ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, yeniden dirilmeye, Cennet ve Cehennem’e, ödül ve cezaya, kaza ve kadere ayrı ayrı inanmak oluşturur. Üçüncü derece ise Hz. Muhammed’in Tanrı’dan aldığı ve bildirdiği kesin olarak bilinen bütün haber ve hükümlere, edimlere ve ahlaka ilişkin hükümlerin tümüne ayrı ayrı ve bildirildiği, buyrulduğu biçimde ayrıntıları ile inanmaktır.

Kelam bilginlerine göre insanlar iman karşısında üç gruba ayrılır. Birinci grubu inanılması gereken şeylere içtenlikle inanan müminler oluşturur. Bunlara müslim ve muvahhid de denir. İkinci grup inkâr eden, inanılması gereken şeylere inanmayan ya da bir bölümünü yadsıyan münkirlerdir. Üçüncü grubu ise inanır göründüğü halde içten inanmayan münafıklar oluşturur.

Advertisement


Leave A Reply