Spinoza Kimdir? Benedict de Spinoza Felsefesi Tanrı Tanımı Hakkında

0
Advertisement

Benedict de Spinoza kimdir ve ne yapmıştır? Benedict de Spinoza’nın felsefesi, Tanrı tanımı, anlayışı ve inançları hakkında bilgi.

Benedict de Spinoza

Benedict de Spinoza

Amsterdamlı Benedict (doğduğunda Baruch) de Spinoza, Descartes’ın çalışmalarının felsefi yan ürünlerinden biridir, ama Descartes’ı takdir etmekle birlikte Spinoza aynı zamanda kendini Kartezyen felsefeden ayırma çabasını da göstermiştir. Spinoza özgün ve ilgi alanı geniş bir düşünürdü. Yahudilik ortamında ve o eğitimle yetişti, sonra onu terk ederek gevşek biçimde laik Hıristiyanlık denebilecek bir inancı tercih etti, genel olarak da Tanrı ve din konusunda ortodoksiye sığmayan bir bakış ileri sürdü. Mercek üretiyor ve gayet tutumlu yaşıyordu. Çalışmalarının büyük bölümü, kendisi veremden öldükten sonra yayınlanacaktı.

Descartes’ın metodolojisinin etkisi Spinoza’nın Etik başlıklı çalışmasında hemen görülür. Etik, bir dizi aksiyomdan hareketle geliştirilen argümanların Öklidci bir tarzda sergilenmesi biçiminde tasarlanmıştır. Geometri aydınlar arasında epeyce popülerdi. Hobbes, Öklid’i okurken birden zihninde önemli bir aydınlanma olmuştu. Tümdengelime dayanan matematik yöntemler yalnızca doğal evreni açıklamakla kalmıyor (dönem Kopernik ve Galile dönemiydi), insan doğasını, etiği, politikayı da açıklayacak biçimde genişletilebilir gibi görünüyordu. Aslında, felsefede matematik tutkusu Pitagoras ile Platon’a, bir de evrenin düşünen zihinlerimiz için bilinebilir olduğuna inanan rasyonalist filozoflara kadar geri götürülebilir.

Doğaya ne güzellik ne çarpıklık, ne düzen ne kargaşa atfediyorum. Ancak bizim muhayyilelerimizle ilişkisi içindedir ki şeylere güzel veya çirkin, iyi düzenlenmiş ya da karmakarışık denilebilir. (Spinoza, Mektuplar, Mektup XV)

Spinoza Etik’i Tanrı, zihin, beden, duygular, insanın köleliği ve özgürlüğü üzerine bir dizi argümanla açar. Tekil önermeler bir dizi tanımdan ve aksiyomdan türetilir. Amaç bizi neyin mutlu ettiğini araştırmaktır. Spinoza için bu, tutkularımızı ve duygularımızı aklın kontrolüne tabi kıldığımızda gerçekleşir. Tümdengelim yöntemi gayet sıkı bir biçimde ilerler, ama tanımlar dengesiz veya eleştiriye açık ise, argümanlar da yalpalayacaktır. Spinoza (kendi zihniyle başlayan) Descartes’tan ve (şeylerin bıraktığı izlenimlerle başlayan) Akinolu’dan farklı olarak Tanrı ile bitirmez, Tanrı ile başlar. Ama ardından Tanrı’nın onun felsefesinde oynadığı rol çok farklı içermelere sahip olur. Spinoza monisttir: Her şey hem mantıksal hem de nedensel olarak Tanrı’ya atfedilebilir. “Yani kendi içinde olan ve kendi aracılığıyla kavranan.” O tek töz ebedi ve sonsuzdur. Sonsuz olmak zorundadır, çünkü eğer töz sonlu olsaydı, başka bir töz onun üzerinde eyleyebilirdi, ama nihai olarak her şeyin temelinde yatan tek bir şey vardır ve o şey Tanrı’dır, yani mutlak anlamda sonsuz olan bir varlık.

Advertisement

Baruch Spinoza

Tanrı Tanımı

Tartışma burada başlar. Çünkü Spinoza’nın Tanrı tanımı geleneksel olsa da, Descartes ve ondan öncekiler sonsuzluğun Tanrı’nın aynı zamanda bölünemez olduğu anlamına geldiğini anlayamamışlardır. Tanrı, kaplamı olan bir şeydir. Sonlu olan her şeyin içine uzanır. Bu, panteistlerin dünyaya bakışına benzer. Nitekim bazıları Spinoza’nın panteist olduğunu söylemiştir. Evrene uzanmakla Tanrı aslında Doğa olmaktadır. Görüyoruz ki Tanrı’nın iki özelliği vardır. Bunlar töz bakımından aynı kalmaktadır (Tanrı) ama biz onları beden ve zihin olarak tanımlamaktayız. Beden ve zihin birbirine karşıt değildir; farklı dille Tanrı’nın evrene uzanmasının iki ayrı özelliğini veya tarzını betimler.

Tanrı’nın Doğa olması çok radikal bir şey gibi görünmeyebilir. Doğayı Tin ile ilişkilendiren bir tür New Age tınısı taşımaktadır (veya Spinoza’nın aşina olduğu bir Yahudi mistik geleneği olan Kabala tınısı). Ama geleneksel olarak âlimler ve teologlar açısından Tanrı’nın evrenin dışında var olduğu düşünülürdü. Unutmayalım ki, evreni yaratan da O’ydu. Spinoza için, doğada karşı karşıya geldiğimiz dünya birleşiktir. Bu demektir ki, her şey belirlenmiştir ve iradenin özgürlüğüne hiç yer yoktur.

Descartes’a karşıt olarak Spinoza zihnin beden olduğunu ileri sürer:

Zihnin beden üzerinde nasıl eylediği veya tersi bakımından hiçbir sorun ortaya çıkmaz. Suyu algılayınca beden onun fizikselliğinden etkilenir ve bu yüzden zihin üzerinde bir etki yaratır (bugün biz sudan yansıyan güneş ışınlarının gözlerimizin konisini ve retinasını etkilediğini ve sinirler aracılığıyla beyne bir sinyal gönderildiğini söylerdik). Buna karşılık, zihin de beden üzerindeki izlenimi ve algılanan şeyin izlenimini depo eder: Bu yüzden duyusal algılama kendi başına dünya hakkında bilgi almak için yetersiz bir araçtır; işin içine zihnin sokulması gerekir. Aksi takdirde, duyuların bıraktığı izlenimlerin rasgele olması ihtimali yüksektir, yani bilgi edinmek için çok yeterli olamaz. Çünkü bunlarda akla dayanan bir düzenin eksikliği söz konusudur. Bir kez ortaklıklar zihin tarafından kavrandığında yeterli fikirler geliştirilebilir. Bunlardan dâ bir tanımlar ve önermeler sistemi çıkarsanabilir. Bu tür fikirler temelinde bunların özüyle Tanrı’nın özü arasında bir ilişki sezebiliriz, ama bunun nasıl olacağını Spinoza açıklamaz.

Benedict de Spinoza

Spinoza’nın siyaset teorisi çağdaşı Hobbes’unkini hatırlatır:

İnsanların çoğu kör tutkularının etkisinde olduğundan düzenin korunması için güçlü bir devlet gerekir; öyleyse adalet ancak devlet yönetiminde var olabilir. Devlet güçlü olmalıdır ama düşünce özgürlüğüne müdahale etmemelidir. Spinoza ruhbanı, insanları korku ve boş inanç yoluyla manipüle etmekle suçluyordu. Ruhun ölümsüzlüğünü, özgür iradeyi, dolayısıyla ahlaki sorumluluğu reddediyordu. Aynı zamanda Kitab-ı Mukkades’i bir metin olarak incelemeye başlamıştı. Sinagog, Spinoza’yı aforoz etti. Ruhbanın statükoyu koruyan tavrına karşı düşünce ve felsefe özgürlüğünü savunan Teolojik-Politik Risale çalışması yayınlanınca Hollanda kendini büyük bir tartışma içinde buldu.

Advertisement

Ancak, tutkuları ve duyguları reddettiğimiz sürece, Spinoza insanlara bir ölçüde hayatlarını kontrol altına alma olanağını göstermiş olmaktadır. Duygularımız üzerinde aklımız aracılığıyla kurduğumuz kontrol ne kadar büyük olursa, o kadar daha özgürüzdür; eğer tutkularımıza teslim olursak aslında köleleşmişiz demektir. Çünkü tutkuların ve onların etkilerinin gelişmesine tutsağızdır. Kontrol uygun fikirlerin öğrenilmesinden kaynaklanır. Özellikle tutkuların etkili biçimde kontrol edilmesini kavrayabilmek, insana daha iyi kontrol olanağı tanıyacaktır. “Özgür insan” kendini tutkuların iktidarından özgürleştirmiş olup kendi hayatını kontrol edebilen insandır. Burada Stoacılıktan bir yankı duymak mümkündür. Ama bu, doğal yaşamayı ve ahlaki gelenekleri terk etmeyi idealize eden Alman romantiklerini ve idealistlerini heyecanlandıracaktır. Bu moda 1960’lı yıllarda yeniden su yüzüne çıkacaktır.


Leave A Reply