David Hume Kimdir? Ünlü Filozofun Hayatı Felsefesi ve Eserleri

0
Advertisement

David Hume Kimdir ve ne yapmıştır? David Hume hayatı, biyografisi, felsefesi, eserleri nelerdir? David Hume hakkında bilgi.

David Hume

David Hume Kimdir?

David Hume; İngiliz filozofudur (Edinburg 1711 – ay.y. 1776).

İngiliz deneyciliğinin (amprizm) en büyük temsilcilerindendir. Edinburg Üniversitesi’nde felsefe okudu. 23 yaşında Fransa’ya gitti. Dört yıl kaldığı Fransa’dan dönerken, İnsan Doğası Üstüne Bir İnceleme (A Treatise on Human Nature) adlı eserini tamamladı (1738). Çalışmak zorunda olduğundan bir generalin yanında sekreterlik yapmaya başladı. Böylece anakara Avrupası’nda birçok ülkeyi dolaştığı sırada ilk eserindeki düşüncelerini yeniden ele alıp işledi ve yayınlandı: An Enquiry into Human Understanding (İnsan Zihni Üstüne Bir Araştırma) 1748.

İngiltere’ye döndüğünde rahatça çalışıp, araştırma yayabileceği bir iş buldu; Edinburg Hukuk Fakültesi Kitaplık Memurluğu. Bu kitaplıkta çalıştığı yıllarda History of England (İngiltere Tarihi) 1755 adlı eserini tamamladı. Bu eserin yarattığı etkiyle üne kavuştu. 1763’te elçilik katibi olarak Fransa’ya gitti. Orada J. J. Rousseau ve ansiklopedicilerle kurduğu yakın dostluk düşünsel zenginleşmesine katkıda bulundu. İngiltere’ye döndükten sonra kısa bir süre. Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştı. Buradan ayrılarak Edinburgh’a döndü. Ölene kadar huzurlu ve sessiz bir yaşamı yeğledi.

Felsefesi

Hume deneyciliği (amprizm) en önemli, dayanaklarından birini Berkeley felsefesinde bulurken, Locke’un görüşlerinden de önemli etkiler alıp, bunlarda da temellenir. Kalkış noktası “Tasavvurların Kaynağı Nedir?” sorusudur. Hume’a göre bilincin iki içeriği vardır; izlenimler (impressiolar) ve ideler (ideas).

Advertisement

Her türlü düşüncenin, idenin tasarımın kökeninin temel malzemesinin kesinlikle deney olduğunu savunarak, İngiliz deneyci geleneğini doruğuna çıkartır. Hume’a göre izlenimler ilkin bellekte ide durumuna girerler. Fakat her izlenim ide olur olmaz donuklaşır ve canlılığını yitirir.

İzlenimlerin ideleri birleştirilirken anımsama mekanizması devreye girer. İşte bu bağlamada doğru ve yanlış olan düşünceler ortaya çıkar. Bilgi insana ilişkindir ve insanda ortaya çıkar. İnsan dış dünyanın varlığını tam olarak bilebilir mi? Doğru bilgi öznesini (obje) tam olarak verebilir mi? Hume’a göre dış dünyanın varlığını tam olarak bilmekten yoksunuz. Çünkü akıl, dış dünyayı kanıtlamak da yetersizdir. Bu nedenle ona yalnızca inanabiliriz. Hume, insanın Rönesans’tan bu yana dayandığı en temel ilke olarak gördüğü nedenselliği şiddetle eleştirir. Ona göre bize, doğada nedenselliği verecek bir izlenim yoktur. Doğada olaylar birbirleri ardından gelirler ve biz bunu algılarız. Ama olayların ardarda gelmeleriyle olayların dene etki ilişkisi içinde olmaları ayrı şeylerdir. Başka bir deyişle, doğadaki olaylar bize neden etki bağlantısına ilişkin izlenim vermezler. Öyleyse nedensellik algılanamaz.

İngiliz aydınlanmasının kuramsal temel dayanağı ve 18. yüzyıl İngiliz felsefesindeki emel bilgi akımı olan Hume deneyciliği ve felsefesi, Kant’ı “dogmanit uykularından uyandırmış” ve Kant felsefesine olduğu gibi çağdaş Pozitivist felsefeye de önemli katkılarda bulunmuştur.

Aydınlanma döneminin en büyük düşünürlerinden biri sayılan Hume, hemen bütün dünyada görüşleri felsefe eğitiminde en başta incelenen filozoflar arasında yer alır. Merkezi Kanada’da bulunan bir uluslararası Hume Derneği ile görüşlerinin araştırılmasına ayrılmış iki dergi vardır.

Başlıca eserleri:

Essays Moral, Political and Literary (Ahlak Siyaset ve Edebiyat Denemeleri) 1741, Natural History of Religion (Dinin Doğal Tarihi) 1757.

Kaynak – 2

Advertisement

David Hume Hayatı ve Felsefesi İle İlgili Bilgi

David Hume; (d. 7 Mayıs 1711, Edinburgh – ö. 25 Ağustos 1776, Edinburg, İskoçya), İskoç filozof, tarihçi ve iktisatçıdır. Felsefi şüpheciliği ve deneyciliği benimsemiş, nedensellik kavramını eleştirmesi ve modern tarih yazımına öncülük etmesiyle tanınmıştır.

David Hume Kimdir? Ünlü Filozofun Hayatı Felsefesi ve Eserleri

Kaynak : wikipedia.org

Yaşamı ve yapıtları.

Orta halli bir soylu olan Ninewells lordu Joseph Hume’un ikinci oğluydu. Üç yaşındayken babasını kaybetti. On iki yaşında Edinburgh Üniversitesi’ne girdi; 15 yaşında oradaki öğrenimini tamamladıktan sonra ailesinin hukuk okuması isteğine karşı çıkarak tarih, felsefe ve edebiyatla ilgilendi. 1729’da fazla okumaktan kaynaklandığı sanılan bir ruhsal bunalım geçirdi. İyileştikten sonra bir ara Bristol’da bir tüccarın yanında çalıştı ama çok geçmeden bu işten ayrıldı. 1734-37 arasında Fransa’da geçirdiği üç yıl yaşamında bir dönüm noktası oluşturdu. Hume burada çalışmalarını sürdürdü; Descartes’ın da okuduğu La Fleche Kraliyet Yüksekokulu’nun kütüphanesinde, en önemli yapıtı sayılan A Treatise of Human Nature’ın (1739-40; İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme) ilk üç bölümünü yazdı.

1737’de İngiltere’ye dönünce yayımlanmasıyla uğraştığı Treatise zamanın felsefe çevrelerinde ilgi görmedi; çeşitli saldırılara uğradı, özellikle de dinsizlikle suçlandı. Hume da sonradan kamuoyu önünde reddettiği bu çalışmasını toplu yapıtları içine almadı. 1741-42 yıllarında Essays, Moral and Political (Ahlaki ve Siyasal Denemeler) başlığıyla yayımladığı kolay okunan bir dizi kısa metin ise geniş bir okur çevresinde beğenildi ve sonraki yıllarda birçok basımı yapıldı. Hume 1744’te Edinburgh Üniversitesi’nin Ahlak Felsefesi Kürsüsü’ne başvurdu, ama Treatise kanıt gösterilerek dinsizlikle suçlandığından bu isteği reddedildi.

Edinburgh’dan Ayrılışı

Hume bunun üzerine Edinburgh’dan ayrıldı. Geçimini sağlamak amacıyla çeşitli işlere girdi. Akli dengesi bozuk bir soyluya özel eğitmenlik, bir generale sekreterlik, Viyana ve Torino’da diplomat yardımcılığı yaptı. Bu arada, bir ölçüde ekonomik bağımsızlığa kavuşarak 1748’de Treatise’ın bölümlerinin işlenmiş biçimlerini ayrı kitaplar olarak yayımlamaya başladı. Birinci bölümü 1748’de, sonradan değiştirdiği adıyla, An Enquiry Concerning Human Understanding (insan Zihni Üzerine Bir Araştırma, 1945/ İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, 1976), üçüncü bölümü de 1751’de An Enquiry Concerning the Principles of Morals (Ahlakın İlkeleri Üzerine Bir Soruşturma) adıyla kitaplaştırdı. Aynı yıl Edinburgh’a döndü. 1752’de, bu kez Glasgow Üniversitesi’ne başvurdu. Genç iktisatçı Adam Smith, mantık kürsüsünden başka bir kürsüye geçmişti ve Hume’un bu kürsüye atanmasını destekledi. Ama eski dinsizlik suçlaması yüzünden Hume bir kez daha geri çevrildi.

Aynı yıl Edinburgh’daki Baro Kütüphanesi’ nin yöneticiliğine getirildi. Böylece uzun zamandır üzerinde çalıştığı The History of England (1754-62 , 6 cilt; İngiltere Tarihi) projesi için zengin bir kaynağa kavuştu. Bu arada Treatise’m ikinci bölümünün yenilenmiş biçimini de içeren Four Dissertations’ı (1757; Dört Tez) yayımladı. (Kitabın “The Natural History of Religion” adlı bölümü Dialogues Concerning Natural Religion [1779] ile birlikte Türkçede Din Üstüne 1979, 1983] başlığıyla yayımlandı.)

Artık Ünlü Bir Yazar

1763’te, artık ünlü bir yazar olan ve kitapları Fransızcaya çevrilen Hume, Paris’e elçi atanan Lord Hertford’un önerdiği elçilik sekreterliği görevini kabul etti ve yaşamının bu en renkli döneminde Paris’in aydın çevrelerinde hayranlıkla karşılandı. D’Alembert, Diderot, Helvetius, d’Holbach gibi yazarlarla tanıştı, Voltaire’le yazıştı ve Rousseau’yla dost oldu. 1766’da İngiltere’ye Rousseau’yla birlikte döndü, ama aralarında çıkan bir anlaşmazlık üzerine Rousseau gizlice ülkeden ayrıldı. Olayı A Concise and Genuine Account of the Dispute Between Mr. Hume and Mr. Rousseau’da (1766; Bay Hume ile Bay Rousseau Arasındaki Anlaşmazlığın Kısa ve Gerçek Öyküsü) anlatan Hume gene Lord Hertford’un isteği üzerine dışişleri bakanlığı müsteşarı oldu.

1769’da çok sevdiği Edinburgh’a dönerek kentin yeni kurulan bir mahallesinde yaptırdığı eve yerleşti. 1753’ten başlayarak yayımladığı toplu yapıtlarının yeni basımlarıyla uğraştı. Bazı eleştirmenlerce en başarılı yapıtı sayılan Dialogues Concerning Natural Religion’ı da bu yıllarda yazdı, ama dostlarının uyarıları üzerine yayımlamadı. Bugün karaciğer kanseri olduğu sanılan uzun bir hastalık döneminden sonra ölen Hume’un ölümünden birkaç ay önce tamamladığı otobiyografisi kendi koyduğu The Life of David Hume, Esquire, Written by Himself (1777; Kendi Kaleminden Bay David Hume’un Yaşamı) başlığıyla yayımlandı. Hume ilk ve en büyük felsefe girişimi olan Treatise’i tam bir felsefe sistemi olarak ortaya koydu. Hume, bu yapıtında insan doğasını belirli yetilere ayırıyor, Newton’un “doğa felsefesi” alanında vardığı sistematik bütünlüğe “ahlak felsefesi” alanında ulaşmak istiyordu. Yayımlanan ilk üç bölüm, sırasıyla “anlama yetisi”, “tutkular” ve “ahlak” üzerineydi. Bunların birincisini ve üçüncüsünü yeniden işlediği iki Enquiry ise bugünkü adlarıyla bilgi felsefesi ve etik alanlarına giren kitaplardı.

David Hume Kimdir? Ünlü Filozofun Hayatı Felsefesi ve Eserleri

Kaynak : wikipedia.org

Bilgi Felsefesi

Hume’un bilgi felsefesine yaklaşımı deneyci ve şüpheci olarak nitelenir. Berkeley ve Locke’dan da etkilenen Hume’a göre bilginin malzemesi ikiye ayrılır: “İzlenim”ler ve idea’lar olarak adlandırdığı “kavram”lar. İzlenim, belli bir nesnenin duyulara verilme anındaki algı içeriğidir; canlı bir algıdır. Kavramlar ise izlenimlerin anımsanmasıyla sonradan çıkarılırlar. Her kavram, izlenimlerin kopyalarından oluşur; dolayısıyla da izlenim karşılığı bulunamayan bir kavram, bir uydurmadır.

İzlenimler ve kavramlar yalın ya da karmaşık olabilir. Duyulara verilen izlenimler her zaman karmaşık olduğuna göre, insanın bilme yetileri, özellikle düş gücü bu karmaşık izlenimleri önce yalın öğelerine ayırır, sonra da bu yalın izlenimlerin kopyaları olan yalın kavramları çeşitli biçimlerde birleştirerek istediği gibi karmaşık kavramlar kurabilir. Bu ayırma, birleştirme, kurma işlemleri, en temel bilgisel süreçlerdir. Bunların sonucu olan kavramlar, bilgi sürecini olanaklı kılar.

Bilgi süreci temelde usavurma, yani verilmişlerden verilmemişlere sonuç çıkarmadır. Usavurma, nesnelerin türlerine göre ikiye ayrılır; birincisi kavram ilişkilerini, ikincisi olgu sorunlarını konu alır. Birinci türde yalnızca verilen kavramların aralarındaki ilişkiler temel alınarak sonuç çıkarılır. Hume’un aritmetik ve geometrideki çıkarımları örnek verdiği bu tür usavurmada sonuç bir defada ve tam olarak kavranır, çünkü çıkarılacak sonuç yalnızca verilmiş kavramların ilişkilerine bağlıdır. Olgu sorunlarını nesne edinen usavurmada ise, ortada olan olgulardan ortada olmayan olgulara yönelik sonuçlar çıkarılır. Örneğin, ıssız olduğunu bildiği bir adada bir saat bulan insan “buraya bir zamanlar insanlar gelmiş” der. Bunun gibi, önceden tanıdığı ekmeğe benzer bir cisim verildiğinde, bunu yer ve beslenmeyi umar; bu tür bilgide bazı çağrışım ilkeleri söz konusudur. Hume’a göre bunlardan en önemlisi olan neden-etki ilişkisi ortada olan bir neden ya da etkiden, ortada olmayan bir etki ya da nedene yönelik usavurmaların temelini sağlar.

Nedensellik eleştirisi

Bu noktada Hume “nedensellik eleştirisi” olarak bilinen ünlü çözümlemesine girişir. Önce neden-etki kavramının nasıl bir izlenimden edinilmiş olabileceğini sorar ve buna “hiçbir izlenimden” yanıtını verir: Gerçi “a” nedeni ile “b” etkisi duyulara verilebilecek nesnelerdir, ama aralarındaki nedensellik ilişkisi algılanamaz. Ayrıca, kavram ilişkilerinde olduğu gibi, “a” ve “b” nesnelerinin kavramları verildiğinde aralarındaki ilişki us yoluyla bir defada elde edilemez. Bir bilardo topunun bir başkasına doğru hareket ederken çarpıp onu harekete geçireceği, yalnızca bu iki topu gören biri tarafından düşünülemez.

Advertisement

Bu tür ilişkilerin kurulması için, deneyim gereklidir. Dolayısıyla olgu sorunlarında usavurma, ancak deneyim yoluyla edinilmiş ilişki bilgilerinden yola çıkabilir. Hume, burada bir kısırdöngü olduğuna işaret eder: Deneyimden sonuç çıkarmak neden-etki ilişkisine dayanır; oysa deneyim zaten bu ilişki üzerine kuruludur. Tersten bakılırsa, neden-etki ilişkisi ancak deneyim yoluyla bilinebilir; oysa deneyim edinmeyi sağlayan zaten neden-etki ilişkisidir. Bu durumdan Hume, neden-etki ilişkisinin aslında bilinmediği, insanların, edindikleri alışkanlıklar ve doğal olayların yinelenmesi yüzünden nedenlerin ve etkilerin bilgisine ulaştıklarını sandıklan, ama bunun bir yanılsama olduğu sonucunu çıkardı.

Bilgisel şüphecilik

Bu sonuçla bilgisel şüphecilik denen görüşünü geliştiren Hume, doğada belli bir nedenin belli bir etkiyi ortaya çıkarmasının hiçbir ussal temeli olmadığını ileri sürdü. Doğa insanın alıştığından çok farklı olabilirdi ve bunun da ussal bir temeli olmazdı. Suyun soğumasıyla donma olayı ne suyun ve soğuğun nitelikleriyle ilgiliydi, ne de bu ikisinin arasındaki ilişki dolaysız olarak bilinebilirdi. Bu tür bilgi ancak, birçok benzer olayın algılanması sonucu oluşan alışkanlıkla edinilebilirdi.

Bu bilgi eleştirisini mucize olaylarına uygulayan Hume’a göre mucize hiçbir zaman bilgi konusu değil, yalnızca inanç konusudur. Doğadaki düzenliliklerin bir defalık dışına çıkılması anlamına gelen mucizeler, deneyimin oluşması için gerekli düzenliliği bozarlar. Bu yüzden de içerdikleri nedensel bağ tümüyle gelişigüzeldir. Örneğin, bir azizin mezar taşına dokunmakla iyileşmek arasındaki nedensel ilişki, genel bir düzenlilik içine yerleştirilemez, dolayısıyla bilinemez. Büyük ölçüde mucize eleştirisi yüzünden bütün yapıtları Vatikan’ın Index Librorum Prohibitorum’una (Yasak Kitaplar Listesi) konan Hume’un bu görüşleri çağdaş bilim felsefesindeki nedensellik kavramı açısından da öncü bir önem taşır.

Ahlak felsefesi bilgi felsefesinden bağımsız olmayan Hume’a göre hem toplum yaşamı, hem de kişinin mutluluğu açısından en önemli ahlak ilkesi “duygudaşlık”tır. Ahlak, düşünce değil duygu konusudur. İnsanın belirli bir eylemi onaylamasını sağlayan kendisiyle, toplumla ya da bütün insanlık ile kurduğu ilişkilerdir. Bunların da temelinde yararlı bulma ya da hoşlanma gibi duygu içerikli yargılar vardır. Ahlakın temelini mutlulukta bulan Hume, kendi mutluluğunu izlemekten çok başkalarının mutluluğunu gözetmenin önemini vurgular. Hemcinsleriyle doğal duygudaşlık içindeki insan, “başkalarının sevinçleriyle sevinme, açılarıyla üzülme” gibi durumlarda ahlaksallığa ulaşır.

Tarihçiliği

Tarihçiliği 20. yüzyıla değin Hume’un en önemli yanı sayılmıştır. Rahat okunan, canlı üslubuyla 19. yüzyılın sonuna değin, çeşitli biçimlerde 50’den fazla baskısı yapılan The History of England yalnız modern tarih yazımının öncülerinden değil, başlı başına bir kültür olayı sayılır. Hume bu yapıtında olguların ve ilginç tarihsel kişiliklerin yanında çağın edebiyat ve bilim konusundaki görüşlerine de yer verir.

Çağdaşı ve dostu Adam Smith kadar ünlü olmamışsa da Hume iktisat konusunda bir dizi önemli deneme yazdı. Ekonomik zenginliğin toplumdaki para miktarıyla değil, üretilmiş mal miktarıyla ölçülebileceğini savunarak sanayileşmenin önemini vurguladı. Dolaşımdaki para ile piyasadaki mal miktarının ilişkilendirilmesi gereğine, düşük faiz oranının para fazlasına değil canlı bir ticarete işaret ettiğine, hiçbir ülkenin yalnızca altın karşılığında ihracat yapmayı sürdüremeyeceğine, her ülkenin hammadde, iklim vb açısından farklı avantajları olduğuna, bazı durumlar dışında serbest ticaretin taraflara yarar sağlayacağına dikkat çekti. Yoksul (yeterince üretmeyen) ulusların uluslararası ticarete yeterince katılmadıktan için öteki ulusları da yoksullaştırdıklarını ileri sürdü.

Din konusunda büyük eleştirilere uğramakla birlikte açıkça dinsiz olmayan Hume daha çok yaygın boş inançlara karşı çıktı; ruh ve ölümsüzlük, öte dünya gibi kavramları yadsıyarak insanların bilgilerine uygun bir inanç düzeni geliştirmelerini önerdi. Belirli usavurmalar içinde “yaratıcı” ya da “dünyanın başlangıcı” gibi kavramların yararlı olabileceğini, ama insanın temelde bilemediği ve bilemeyeceği konulara girmeden içinde yaşadığı dünyanın kendi koşullarına uyması gerektiğini ileri sürdü. Bu konuda da hem bilgisel görüşlerinden, hem de, doğanın insana seslenişi olarak nitelediği ünlü deyişinden hareket etti: “Filozof ol; ama, bütün felsefen içinde, insan kal.”


Leave A Reply