Hümanizm Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Hümanizm nedir, Hümanizm akımının özellikleri nelerdir? Hümanizm akımı tarihçesi, temsilcileri, ilk hümanistler hakkında bilgi.

Hümanizm

Hümanizm, insana ve insan değerlerine en büyük ağırlığı veren düşünsel yaklaşım, Rönesans’ın temel kültürel akımıdır.

İlk kez 19. yüzyılda Alman araştırmacıların kullandığı hümanizm (Humanismus) terimi, İtalya’da 15. yüzyılda gramer, tarih, retorik, şiir ve ahlak felsefesi gibi klasik bilgi dallarını belirten studia humanitatis (beşeri araştırmalar) teriminden ve İlkçağ yazını üzerinde uzmanlaşmış araştırmacılarla öğrenciler için kullanılan umanisti adından kaynaklanır. Bu eğitim anlayışının ülküsünü belirten Latince humanitas (insan doğası, kültür) terimi erdemin bütün biçimleriyle sonuna kadar geliştirilmesini belirtir. Bu eğitimin amacı, insanın yalnızca kuramsal bilgiler edinmekle kalmaması, aynı zamanda yaşamın içinde de etkin olmasıdır. Dolayısıyla humanitas, kişiye toplum ve devlet alanında da sorumluluk yükler. Bu ülkünün temelinde yatan klasik Yunan ve Roma kültürü umanisti için bir geçmiş değil, geleceğin hareket noktasıdır. Bu anlamda hümanizm, humanitas ülküsünü temel alan kültür hareketi olarak tanımlanabilir. Bu tarihsel anlamının dışında hümanizm teriminin başlıca üç anlamı daha vardır: Klasik değerlere bağlılık; çağdaş beşeri bilimlerin vurgulanması; genel olarak insanı temel alan dünya görüşü. Ama Rönesans hümanizmi, sonraki bütün hümanizm türlerini etkilediği gibi, klasik kültürün değerleri de çağdaş hümanist akımlara örnek olmuştur. Nesnel ve bilimsel ölçülere dayanmakla birlikte, çağdaş beşeri bilimler de klasiklerin ağırlık verdiği ahlaki içerikten uzaklaşmamıştır.

Rönesans hümanizminin başlıca temellerinden biri, sonradan klasik filoloji araştırmalarında benimsenen bir okuma yaklaşımıdır. Buna göre dil, edebiyat, felsefe, sanat tarihi gibi alanlardaki incelemeler soğuk, nesnel ve olgusal değil, yaşantıları kavramaya yönelik, sonunda aydınlanma umulan, yer yer törensellik taşıyan uğraşlardır. Klasik yazarları okumanın amacı tarihsel olguları saptamaktan çok, gerçekleşmiş yaşam biçimlerini kavramaktır. İlk hümanistler bir tür gerçekçiliği de paylaşırlar. Örneğin dinsel yaşam tasarımındaki gibi ülküsel durumlar yerine, gerçekten yaşanmış deneyimlere, gerçekleştirilmiş yaşam biçimlerine önem verirler. İnsan dünyasını bütün gerçek özellikleriyle, hatta hoşa gitmeyen ve yakışıksız sayılan yanlarıyla birlikte bir bütün olarak onaylar, kavramaya çalışırlar. Bu nedenle birçok hümanist yazar ayrıntılara ağırlık verir, tekil insan durumlarını betimler, geleneksel değer yargılarına aykırı olsa da insan yaşamının en gizli yanlarını irdeler. Hümanistlerin çoğu zihni ve bedeni birlikte ele alan, sağlıklı, çok boyutlu ve zengin bir yaşam anlayışını paylaşır.

Hümanist bireyciliğin temelinde de bu anlayış yatar. Gerçek yaşantıların vurgulanmasının doğal sonucu, yaşayan insan bireylerinin yüceltilmesidir. Dinin ruh anlayışım ve öbür dünya beklentisini yadsıyan birçok hümanist, insan bireylerinin bu dünyadaki yaşamını temel değer sayar. İnsanın kendi dışından değil, yalnızca kendisinden kaynaklanan bir değeri vardır. Kendi kurduğu toplum ve devlet düzeni içinde, gerçek dünyası ve ahlak anlayışıyla, erdemli eylemlerde bulunarak özgürce yaşayan tek insan, hümanizmin en büyük ülküsü sayılabilir. Hümanizmin kökleri 14. yüzyılın en seçkin edebiyat adamı Francesco Petrarca‘ya (1304-74) değin uzanır. Petrarca, klasik kültüre ulaşmanın temel aracı olarak dil öğrenimini vurgulayan ilk düşünürdü. “Felsefe öğretmeni olarak şair” ülküsünü ortaya atan ve Sokrates‘in gnothi seauton (kendini bil) buyruğunu bilinçli biçimde izleyen Petrarca, Rönesans’ın hem kendini hem de çevresini zenginleştiren kültür adamı anlayışına da öncülük etti.

Advertisement

Petrarca’nın yakın dostu olan Giovanni Boccaccio (1313-75) hem şiirsel yapıtları, hem de ilkçağ mitolojisiyle ilgili araştırmalarıyla hümanist dünya görüşünün yaygınlaşmasına katkıda bulundu. Ünlü yapıtı Decamerone’de insan deneyimini geleneksel öğretiler çerçevesinde değil, algılanmış gerçeklik temelinde yorumladı. Batı edebiyatında gerçekçiliğin de ilk örneği sayılan yapıt, insanın kendini tanıma ve yenileme yeteneğini vurgulaması bakımından büyük önem taşıyordu. Gene Petrarca’nın izleyicilerinden Coluccio Salutati (1331-1406) ise klasik yapıtların yazmalarını derleyerek bunların okunmasına ilişkin sağlam bir yöntem geliştirdi.

15. yüzyılda Leon Battista Alberti (1404-72) ve Federico da Montefeltro (1422-82) gibi öncülerin katkısıyla hümanizm kurumsallaşmaya başladı. Pek çok kentte yeni okullar kuruldu, düzenli eğitim sistemleri geliştirildi. Padova, Mantova ve Urbino’da-ki okullar ile Floransa Platon Akademisi gibi kurumlar Avrupa’nın en zengin kültür merkezleri durumuna geldi.

Hümanizmin İtalya’dan Kuzey Avrupa’ya yayılması çeşitli yollar izledi. Desiderius Erasmus (y. 1466-1536) Kitabı Mukaddes araştırmalarına yeni bir anlayış getirdi. Erasmus’un en özgün yapıtı Encomium Moriae (1509; Deliliğe Methiye, 1941/Deliliğe Övgü, 1987) İngiliz ve Fransız hümanistleri üzerinde büyük etkide bulundu. Fransa’ da Robert Gaguin (1433-1501) ve Guillaume Bude (1467-1540) gibi ilk hümanistlerden sonra bu akımın en önemli temsilcisi François Rabelais (y. 1490-1533) oldu. Boccaccio gibi edebiyatta gerçekçiliğin kurucularından sayılan Rabelais’nin yapıtları, içerdiği toplumsal eleştiri ve hümanist değerlerle sonraki çağlarda da etkili oldu. Montaigne‘ in (1533-92) Essais’yi ise hümanizmin öz benliği araştırma ülküsünün köşetaşlarından biriydi.

İngiltere’de Erasmus’un yakın dostu Sir Thomas More (1478-1535) hem ilk Utopia’ nın (1516; Utopia, 1964, 1986) yazarı, hem de bir siyasal eylem adamı olarak hümanist ülkülere öncülük etti. İngiliz edebiyatında hümanizm en üstün anlatımına William Shakespeare‘in (1564-1616) yapıtlarında ulaştı.

Yeniçağla birlikte hümanizm başlangıçtaki canlılığını yitirerek daha çok geçmişle ilgilenmeye başladı. Felsefede Francis Bacon, edebiyatta John Milton hümanizmden etkilenmekle birlikte farklı ülkülere yöneldiler. Bacon doğia bilimlerini, Milton ilahiyatı seçti. Kara Avrupa’sında ise hümanizmin eylem ve ahlak anlayışından uzaklaşan, daha çok bilgiye ağırlık veren Aydınlanma akımı gelişti. Buna karşılık İrlanda’da Jonathan Swift‘in (1667-1745), Almanya’da Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716), Gotthold Ephraim Lessing (1729-81), Friedrich von Schiller (1759-1805) ve G. W. F. Hegel’in (1770-1831) yapıtlarında hümanizmin derin izleri vardı. Ama hümanizm artık bir yaşam ülküsü olmaktan çıkmıştı. Klasik İtalyan kültürünün kuzeydeki en büyük izleyicisi Goethe (1749-1832) hümanizmin değerlerini vurgulayan son büyük kültür adamıydı.

Hümanizmin başlangıçtaki özgün programı günümüzde dolaysız etkisini yitirmiştir. Çağdaş düşüncenin doğduğu ortamı hümanizm hazırlamıştır. Çağdaş edebiyat araştırmalarının ve bir bilgi dalı olarak sanat tarihinin kökeni Rönesans’taki hümanist araştırmalara dayanır. İlkçağ felsefe araştırmaları, Eski Yunan ve Roma metinlerine yaklaşımında klasik filoloji yoluyla hümanist izler taşır. Genel olarak beşeri bilimler eğitiminin tarihsel kökeni hümanizmdir.

Advertisement


Leave A Reply