Kuzey Amerika’ya Gelen İlk Avrupalılar ve Uyguladıkları Politikalar

0
Advertisement

Kuzey Amerika’ya gelen ilk Avrupalılar ve bu Avrupalıların güttüğü politikalar ile Afrika’dan gelen köleler hakkında tarihi bilgiler.

Kuzey Amerika’ya Gelen İlk Avrupalılar ve Uyguladıkları Politikalar

Avrupalılar Kuzey Amerika’ya geldiklerinde, gelişmeyi bekleyen boş bir kıta bulmayı umdular. Olağanüstü bir gelişme ve yerleşme olanağı sunan el değmemiş bir bölgeye göç ettiklerine inanıyorlardı. Yerel tarım çok az gelişmişti. Geyik ve karaca dışında, doğal otlaklardan daha iyi yararlanmayı sağlayacak bir hayvan varlığı yoktu. Barınak, çit, yol ve alet yapımı için ormandan yararlanılmıyordu. Demir ve kömür yatakları işletilmiyordu. Bütün bu teknikleri iyi bilen Avrupalılar için, Kuzey Amerika’nın geriliği bir fırsat sayılırdı. Yerlileri sürerek onların yurtlarına el koydular.

Kuzey Amerika ilk Avrupalılar

Yerlilerin mülksüzleştirilmesi.

Yerlilerin topraklarından sürülmesi, büyük çatışmalara yol açtı. Bu çatışmaları sona erdirmek için, İngilizlerin 1763 Kararnamesi Apalaş Dağlarını sınır olarak belirliyor, Avrupalıların ancak bu hattın doğusuna sahip çıkmasına izin verirken, batısının Yerli toprakları olarak korunmasını öngörüyordu. Bağımsızlıktan sonra da ABD, bu iki uluslu devlet düşüncesini sürdürdü; ama Yerlilerin sınırını önce Ohio’ya, sonra Mississippi’ye, daha sonra da Missouri’ye kadar uzaklaştırdı. Doğudaki Yerliler batıya sürülmeye başladı.

Yerli toprakları, yalıtılmış “yerleştirme kampları” (reservation) düzeyine indirgendi. Böylece ABD’deki Yerli nüfusun çoğunluğu, Missouri’nin batısına ve batıdaki dağlık yörelere sıkıştı. ABD hükümetleri, Orta-batı’nın ve Batı’nın büyük kentlerinde beyazlarla bir arada oturmaları için Yerlileri özendirdiler. Birçoklarının etnik farklılıkları ortadan kaldıracağına inandığı bu gelişme, özellikle etnik bilince ulaşmış genç Yerlilerce, onları sayısız tehlikenin içine atan bir süreç olarak karşılandı. “Kamp” sistemi Kanada’da da benimsendi. Doğuda Yerlilere ayrılan bölgeler içinde , Montreal düzlüğü ve Ontario Yarımadası gibi zengin tarım yöreleri de vardı. Avrupalılar batıya yönelirken, bu toprakların Yerlilerin elinde kalmasına pek az özen gösterdiler. ABD’ye oranla Kanada’da çok daha yaygın görülen Avrupalılarla Yerliler arasındaki evlilikler, daha sonra bağımsız bir devlet kurmak amacıyla Riel Ayaklanmasını başlatacak olar; Fransız-Yerli karışımı bir melez halkın oluşmasına yol açtı.

Meksika’da etnik karışım daha da ileri boyutlara vardı. Melezlerin oranı nüfusun yüzde 60’ına yaklaşırken, Yerlilerin oranı yüzde 30, beyazların oranı yüzde 10, Afrika kökenli Meksikalıların oranı yüzde l’in altındaydı. İspanyolların ilk fetihlerinin ardından Meksika’ya ve Orta Amerika’ya göç eden Avrupalıların sayısı çok azdı. De Velasco’nun 1574’te yaptığı sayıma göre Orta Amerika’da 5 milyon Yerliye karşılık yalnızca 150 bin İspanyol yaşıyordu.

Advertisement

İspanyol politikası.

İspanyollar, Kuzey Amerika’daki çıkarlarını Hıristiyanlık ve altın üzerinde odaklaştırdılar. Bunun anlamı, Yerlileri Hıristiyanlaştırmak ve altınla gümüşten hızla servet edinmekti. Tarıma açılan topraklar, kiracılar ya da serfler eliyle işletilen büyük mülklere bölündü; bu nedenle, yöreye yerleşmek üzere İspanya’ dan küçük bir nüfus çekilebildi. Ama madencilerden, büyük toprak sahiplerinden, tüccarlardan, yöneticilerden ve papazlardan oluşan bir grup yöreye yerleşti; bunlar arasında orta sınıftan ve işçi sınıfından gelen çok azdı. Hafif sanayiye dayalı kentler, giderek birer ticaret ve hizmet merkezi durumuna geldi. İspanyol soyundan gelenler bu topraklarda hep bir seçkinler grubu olarak kaldı.

Fransız politikası.

Fransa’nın politikası da İspanya’nınkine benziyordu. Kıtaya ilk kez kürk tüccarları geldi. Bunlar iç bölgelerden topladıkları kürkleri Fransız ticaret merkezlerine taşımaları için Yerlileri çalıştırdılar. Fransızlar, bölgede tarım yapılmasına bazen zor kullanarak karşı çıktılar. Ama yeni kolonilerinde güçlü bir Fransız nüfusu bulunmasını zorunlu gördükleri için, toprak sahiplerine büyük senyörlükler (bağış topraklar) dağıttılar. Senyörler de, Fransa’da olduğu gibi, topraklarını bölerek kira karşılığında devretmeye başladılar. İngilizler 1763’te Kanada’yı Fransızlardan aldıklarında, kıtada yerleşik 3 milyon İngilize karşılık, Acadia ve Ouebec’te yalnızca 80 bin Fransız vardı. Ama İngilizler 150 yıldan beri orada bulunan Fransızlara dil, din, eğitim ve hukuk gibi konularda ayrıcalık tamdılar.

Böylece geleneklerini sürdürebilen Fransızlar bugün Kanada nüfusunun yüzde 30’unu oluşturmaktadır ve yoğun olarak Ouebec, New Brunswick ve Ontario’da toplanmıştır. Angloamerikan dünyasında Latin kökenli kendine özgü bir öğe olan Fransızların bir bölümü, özgür bir Ouebec’ te, Fransızca konuşulan bağımsız bir devlet kurulmasından yanadır. 1980’de yapılan bir halk oylamasında, eyalet hükümetine Que-bec’in bağımsızlığını müzakere etme yetkisi veren bir yasa, Ouebec seçmenlerinin yüzde 40’tan çoğunun desteğini aldı.

İngiliz politikası.

İngilizler siyasi mültecilerin, toprak sahiplerinin, kendi topraklarında bağımsız iş yapmak isteyenlerin, tüccarların, imalatçıların, işçilerin ve zanaatçıların kolonilere gitmesini özendirdiler. Böylece İngiliz kolonilerinde, çok değişik becerileri olan geniş bir beyaz nüfus toplandı. Bu koloniler Fransa ve Almanya’daki Protestan azınlık gruplara da kapılarını açtı. Hanover yönetimi sırasında, çok sayıda ücretli Alman askeri bu topraklara yerleşti. İngilizler Kanada’nın batısını da Almanlara, İskandinavlara, Ukraynalılara ve Lehlere açtılar; ardından Çin’den ve Doğu Hint Adalarından gelenleri kabul ettiler.

ABD’nin politikası.

ABD, bağımsızlığına kavuştuktan sonra birçok konuda İngiltere’ nin eski politikasını izledi; ama bağımsız tarım işletmelerine, özellikle de Güney’de köleliğe dayalı plantasyon sistemi yıkıldıktan sonra, kapitalist girişimciliğe daha çok özgürlük tanıdı. Yeni federal devletin en azından beyazlar için bir “eritme potası” olacağı inancıyla, mültecilere ve öteki Avrupalılara karşı Açık Kapı Politikası izledi. Birçok İngiliz ve İrlandalı ile öteki Avrupalılar, ayrıca çok sayıda Ortadoğulu, Çinli ve Japon için bu savlar çekiciydi. Sonraları, kullanılabilir toprakların tükenmesi ve becerili işgücü gereksiniminin artması üzerine, her ülkeden gelebilecek göçmen sayısını, bu ülkenin I. Dünya Savaşı sonrasındaki nüfusuyla orantılı olarak sınırlayan bir kota sistemine geçildi. Daha sonra, ulusal gereksinimleri en iyi karşılayabilecek kişilerin seçilmesine yönelik bir yöntem benimsendi.

AFRİKALILAR.

Afrika kökenli Kuzey Amerikalılar kıtaya köle olarak getirilmişti. Plantasyon tarımının hiç gelişmediği Kanada’da ve Yerlilerin zorla çalıştırılabildiği Meksika’da Afrikalı köle kullanımı sınırlı kaldı. Çok sayıda köle Antil Adalarına ve ABD’nin güney eyaletlerine gönderilerek tütün, pamuk ve şeker üretiminde çalıştırıldı. 1808’de köle ithalinin yasaklanmasına karşın, çok ağır koşullarda yaşayan Siyahların sayısı, yasadışı köle ticaretinin sürmesi ve doğal nüfus artışı ile giderek çoğaldı. Afrikalılar 1865’te köleliğin kaldırılmasıyla birlikte, uygulamada olmasa bile kâğıt üzerinde, diledikleri yerde çalışma ve yerleşme özgürlüğüne kavuştular.

Advertisement

Birçokları yoksul kiracılar ya da yarıcılar olarak gene plantasyonlarda kaldılar. 20. yüzyıldaki ekonomik gelişmeler ve özellikle tarımda makineleşme, çok sayıda Afrikalıyı, yeni bir ayrımcı tutumla karşılaşacakları kuzey kentlerinin gettolarına sürükledi. Bu toplumsal ve etnik kutuplaşma ABD toplumunun köklerini sarstı ve ülkenin eşitlikçilik savlarının içtenliği konusunda kuşkular uyandırdı.

Siyahların tam eşitlik mücadelesi özellikle 1950’lerden sonra gelişme gösterdi; ama köleliğin yasaklanmasından yüz yılı aşkın bir süre sonra bile, bu mücadele kazanılmış olmaktan çok uzaktır. Öğrenim, barınma, sosyal hizmetlerden yararlanma, özellikle de eşit iş hakkı gibi sorunlar bugün de ağırlığını korumaktadır. Belki de bu sistemli dışlanma, zengin ve benzersiz bir Afro-Amerikan kültürü yaratmıştır.


Leave A Reply