Osmanlı Askeri Teşkilatı Hakkında Bilgi (Kara ve Deniz Ordusu Bölümleri) Detaylı Konu Anlatımı

0
Advertisement

Osmanlı devletinin kara ve deniz askeri örgütü hakkında detaylı bilgiler. Osmanlı Devletinin can damarı olan ordunun bölümleri ve görevleri hakkında bilgi.

Osmanlı Askeri Teşkilatı Hakkında Bilgi

Osmanlı Devleti, büyüklüğünü ve üstün devlet olma niteliğini, askeri örgütlenmeye verdiği önemle elde etmiştir. Başlangıçta, eli silah tutan her erkek asker olarak göreve hazırdı. Bunlar, bir yandan vatan kurma çabası içinde olan Osman Gazi ile silah arkadaşlığı yapıyorlar, bir yandan da gaziyan-ı Rum, âhiyân-ı Rum gibi, dinsel amaçlarda cihat görevini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Disiplinli bir askeri eğitim geçilmiyorlar, ancak, sürekli düşmanla karşı karşıya bulunduklarından, silah kullanmayı da çok iyi biliyorlardı. Orhan Gazi ile I. Murat dönemlerinde, askeri örgütlerin kurulması zorunluluk oldu.

Kara Ordusu

İlk Osmanlı Ordusu, Müsellem adı da verilen yaya ordusudur. Bu ordu Orhan Gazi’ye vezirlik eden kardeşi Alaattin Çelebi (Paşa)’nın isteği ve o sıralarda kadılık görevinde bulunan Çandarlı Kara Halil Paşa’nın çalışmaları sonucu kuruldu.Müsellem-ler kuruluşların hemen sonrasında atlı sınıfını oluşturdular. I. Murat’ın hızla artan fetihleri ve toprakların gelişmesi üzerine, daha çok askere gerek duyuldu. Bu yüzden de Kapıkulu Ocakları adı verilen askeri örgüt kuruldu. Kapıkulu Ocakları piyade (yaya) ve atlı olmak üzere iki kola yarıldı.

Piyade Ordusunun kolları:

  1. Acemi Ocağı,
  2. Yeniçeri Ocağı,
  3. Cebeci Ocağı,
  4. Topçu Ocağı,
  5. Top Arabacıları Ocağı,
  6. Lağımcı Ocağı,
  7. Humbaracı Ocağı.

Süvari ordusu da:

  1. Sipahiler Bölüğü,
  2. Silahtar Bölüğü,
  3. Sağ Ulufeciler Bölüğü,
  4. Sol Ulufeciler Bölüğü,
  5. Sağ Garipler Bölüğü,
  6. Sol Garipler Bölüğü olmak üzere altı bölük olarak örgütlendi.

Acemi Ocağı:

I. Murat döneminde kuruldu. Bu ocağa, savaş tutsaklarının beşte biri alınırdı. Ayrıca devlet devşirme yöntemiyle topladığı Hristiyan çocukları bu ocakta eğitilirdi. Çocuklar ocağa almmadan önce, Türk ailelerin yanında Türkçe ve İslâm dininin özelliklerini öğrenirlerdi. Büyükleri ve çalışkan olanları hükümdar sarayı ile saraya ait konaklarda görevlendirilirdi. Yeniçeri Ocağı’nda açık gedik oldukça oraya alınırlardı.

Yeniçeri Ocağı:

Osmanlı Ordusu’nun temel öğesi bu ocaktı. 196 ortadan oluşan bu ocakta, orta sayısı değişmiştir. 101. ortaya kadar olanlar, yaya ortalarını oluşturuyordu ve bunlar ocağın en eski ortalarıydı. Bu ortalara bazı özel adlar verilmişti; ayrıcalıkları vardı. Yaya ortalarından başka Yeniçeri Ocağı’nda bir de sekban bölükleri vardı. Bunlar da yaya ve atlı olmak üzere ikiye ayrılırdı. Sekban bölükeri ocağının başına getirilen sekbanbaşı daha sonra Yeniçeri ağalığına getirilmeye başlandı. Yeniçeri Ocağı’nın bir başka orta grubu da ağa bölükleriydi. II. Baye-zit’in tahta çıkışı sırasında, İstanbul’da meydana gelen olaylardan sonra kuruldu. Yeniçeriler üç ayda bir ulufe alırlardı. En büyük komutanları ağalarıydı. Yeniçeri ağalığı en önemli komutanlardan biriydi. Hassa askeri statüsünde olan yeniçeriler, padişahla birlikte sefere giderler, padişahların sefere çıkmaması halinde ise kendileri de katılmazdı.

Advertisement

Cebeci Ocağı:

Savaş aletlerini hazırlayan, savaş sırasında sefere birlikte götüren ve getiren, sefer sırasında ya da sonradan çeşitli onarımları yapan sınıftı. Bu ocak klasik silahlardan ok, yay, kılıç, kalkan, zırh, tüfek, kurşun, harbe, kazma, kürek ve barut gibi, savaş aletlerini yapardı. Bir bölümü sınır boyu kalelerinde muhafız askeri olarak da görevlendirilirdi.

Topçu Ocağı:

I. Murat’ın Rumeli’de ele geçirdiği kentlerin alınmasında ilk kez top kullanılmaya başlandı. Daha sonra, Osmanlı topçuluğu hızlı bir gelişme gösterdi. Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde ordunun en önemli bölümünü oluşturdu. İstanbul’da Tophane semtinde topçuların kışlaları ve top döküm atölyeleri bulunurdu. Fatih’ten sonra, giderek gelişen Tophane, başlı başına bir endüstri haline geldi. III. Selim, Nizam-ı Cedit askeri örgütünü kurmaya çalışırken Tophane’yi geliştirdi. Yeniçeri Ocağı’nın kuldırılmasmdan sonra Tophane Nazırlığı kuruldu. Topçu Ocağı’ nın başında topçubaşı adlı görevli bulunurdu. Topçular yalnızca İstanbul’da ve kalelerinde de top dökerlerdi. Osmanlı topçuluğu, 17. yüzyıldan sonra bir gerilemenin içine girdi ve özellikle Avrupa devletleriyle yapılan savaşlarda eski başarılarını gösteremedi. Bu yüzden 18. yüzyılın ikinci yarısında Kâğıthane’de Fransa’dan getirilen topçu subaylarının yönetiminde eğitime başlandı. I. Abdülhamit döneminde sadrazam Halil Hamit Paşa’nın çabalarıyla, sürat topçuları adı altında yeni bir topçu sınıfı yetiştirilmeye başlandı (1782). Ancak Halil Hamit Paşa’nın idam edilmesi üzerine bu yenilikler kaldırıldı.

Top Arabacıları Ocağı:

Aşırı merkeziyetçi bir siyaset izleyen Osmanlı Devleti, bu yüzden uzak sınır boylarına asker ve cephane taşınması için, geniş ve güçlü destek hizmetine gerek duyuyordu. Büyük topların savaş alanlarına taşınması ise başlı başına bir sorundu. Bu yüzden de kapıkulu askerleri arasında top arabacıları adıyla bir ocak kuruldu. Başlarında top ara-bacılarıbaşı adında bir komutan bulunurdu.

Lağımcı Ocağı:

Kale bedenlerinin havaya uçurulması için, Lağımcı Ocağı adıyla bir ocak kuruldu. Bunlar, Cebeci Ocağı ile ortak çalışırlardı. Bir kısmı tımar ve zeamet sahibiydi. 16. ve 17. yüzyıllarda kale kuşatmalarında başarılı olan lağımcılar, giderek etkinliklerini yitirdiler.

Humbaracı Ocağı:

Demirden, tunçtan, içine patlayıcı madde konulan top ya da elle atılan bir savaş aletini yapmak ve kullanmakla yükümlü bir ocaktı. Başlangıçta bu ocak Cebeci ve Topçu Ocağı bünyesindeydi. Bazıları da kale muhafızı ya da tımarlıydılar.

Süvari Ordusu.

I. Murat döneminde kuruldu. İlk bölükleri sipahi ve silahtar bölükleriydi. Bu sınıf, derece ve maaş bakımından yeniçerilerden üstündüler. Yeniçeri kökenli olup başarılı olanlarıyla topçu, cebeci ve saray hizmetinde bulunanlar arasında seçilirdi. Sipahi Bölüğü: İstanbul’un fethinden sonra, Fatih tarafından kuruldu ve devlet ileri gelenlerinin çocuklarının alınmasıyla oluşturuldu. Barış zamanlarında çeşitli vergilerin toplanmasıyla da görevlendirilen bu süvari bölüğü, sefer sırasında da padişahın otağını korumakla yüümlüydü.

Advertisement

Silahtar Bölüğü:

Bu bölük, saraydan çıkan veya İstanbul’daki İbrahim Paşa ve Galatasaray Acemi Oğlanları arasından seçilenlerden oluşurdu. Bunların dışında, sağ ulufeciler ve sol ulufeciler bölükleri, yine padişahın yakınında bulunurlar ve devlet hazinesiyle ordu hazinesinin korunmasında görev alırlardı. Sağ gariplerle sol garipler de padişah sancağını korurlardı. Bu bölükleri, Edirne, Galatasaray ve İbrahim Paşa eğitim birimlerini çok iyi dereceyle bitirenler oluştururdu. Kapıkulu ordularının yanı sıra, Osmanlı Devleti’ nin asıl vurucu gücünü oluşturan bir de eyalet askerleri vardı. Bunlar ise tı-mırlı sipahi ve yerlikulu olmak üzere ikiye ayrılırlardı.

Tımarlı Sipahi:

Tımar sahiplerinin sefere götürmekle yükümlü olduğu askerlerden oluşurdu. Osmanlı Devle-ti’nin yükselme döneminde (15 ve 16. yüzyıllar) sayıları 100 binden fazlaydı. Her eyaletin valisi, buyruğunda toplanan tımarlı sipahilerin komutanı olurdu. Sefere katılmayan sipahilerin tımarları elinden alınırdı. Başlarında ise alaybeyi ve subaşı sanını taşıyan komutanlar olurdu.

Yerlikulu:

Geri hizmetlerini görmekle görevli askerlerdi. Yayalar ve müsellemler adıyla bilinen ve yol açmak, köprü kurmak, zahire taşımak, kale surlarını onarmak gibi görevleri yapan grup da önemli hizmet sınıfını oluştururdu, bunlara yörükler de girerdi. Bir de kale muhafızları grubu vardı. Bunlar, daha çok sınır boylarındaki kalelerde görevli bulunurlardı ve daha çok gönüllülerden oluşurdu. Hafif piyade askeri durumunda olan azaplar, kale muhafızlığı görevinden başka, köprücülük ve lağımcılık işlerinde de görev yaparlardı. Osmanlı Ordusu’nda, bir de akıncılar vardı. Daha çok Rumeli’de ve sınır boylarında bulunurlardı. Savaş zamanlarında, düşman topraklarına akınlar yaparlar, moral bakımından düşmanı zaafa uğratırlardı.

Deniz Kuvvetleri:

Osmanlı Devleti, önce Marmara Denizi, daha sonra da Ege ve Karadeniz kıyılarına ulaşıncaya kadar, deniz gücüne sahip değildi. Kıyılara sahip olduktan sonra, denizciliğe önem vermek zorunda kalındı, kendi tersanelerini kurmaya başladılar. Karamürsel, Edincik ve İzmit’te küçük gemi yapımına girişildi. Rumeli’ye geçildikten sonra, Gelibolu Tersanesi kuruldu. Yıldırım Bayezit’in buyruğuyla Saruca Paşa’nın kurduğu tersanede 60 parça gemi yapıldı. İstanbul’un fethinden sonra, Haliç’te yapılan tersanelerle, Osmanlı Donanması büyük bir güç kazandı.

Yavuz Sultan Selim, Haliç tersanelerini daha da geliştirdi. Bu arada Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlatılan Hint seferlerine gemi yapmak için Süveyş Tersanesi kuruldu. Tersanede en yüksek rütbeli görevli kaptanıderyaydı ve aynı zamanda donanma komutanıydı. Kap-tanıderyaya kaptanpaşa da denirdi. 1867’de kaptanıderyalık Bahriye Na-zırlığı’na dönüştürüldü. Gemiler, Gelibolu ve İstanbul tersanelerinde yapılırdı. Donanmada, kürekli ve yelkenli gemiler bulunurdu. Osmanlı Donanmasında, hükümetçe yaptırılan gemilerin komutanına hassa reisi denilirdi, kaptan sanı da kullanılırdı.

Donanmada denizci, azap, levent, kürekçi, ayakçı, kalyoncu, adlarını taşıyan çeşitli hizmet erbabı çalışırdı. Bunlar arasında leventlerin etkinliği 16. yüzyıldan artmaya başladı. 19. yüzyıldan sonra Avrupa ülkelerinin tersanelerinde yeni gemiler yaptırılmaya başlandı. 1773’te Mühendishane-i Bahri-i Hümayun açıldı ve Osmanlı denizcileri modern bir eğitimle yetiştirilmeye başlandı. Ancak Osmanlı Donanması tüm modernleştirme çalışmalarına karşın Avrupa devletlerinin bu alandaki hızlı ilerlemesine ayak uyduramadı.


Leave A Reply