S Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

0
Advertisement

S Harfiyle Başlayan Deyimlerin anlamları, açıklamaları, Deyimler sözlüğü S Harfi. Deyimlerin anlamı. S Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

S Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

ANLAMINA GÖRE:

Sabah İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Sabır İle İlgili Atasözleri ve Deyimler
Saç İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Sakal İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Saman İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Sanat İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Saygı İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Selam İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Sevgi İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Sevinmek İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Sırt İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Sinek İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Sinirlenmek İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Son İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Söz İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Spor İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Su İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Susamak İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları

DEYİMLERİN HİKAYELERİ

Saman Altından Su Yürütmek Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
Susuz Musun Uykusuz Musun Deyiminin Anlamı ve Hikayesi

HARF SIRASINA GÖRE

Saat bu saat: Ele geçen fırsatı kullanmanın tam zamanı, en iyi, en elverişli an bu andır.

Saat tutmak : Bir işe başlama saatini ayrıntıyla saptamak ve bitinceye kadar geçecek zamanı belirlemek için sürekli olarak ya da sık ak sa atine bakmak.

Saati saatine : Tam zamanında, na onca, ne sonra.

Advertisement

Saati saatine uymamak : Durumu, tavırları sık sık değişmek bir öyle böyle olmak; bir saati bir saatine uymamak.

Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak.”Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz.”

Sabaha çıkamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak.”Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum.”

Sabaha çıkmamak: Hasta sabah olmadan ölmek. Sabah akşam: -1. Bir sabah bir akşam olmak üzere. -2. Her zaman, hiç ara vermeden.

Sabahı etmek (bulmak): Akşam başlanan bir iş uğruna bütün geceyi uykusuz geçirmek

Sabahı etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak.”Köye varmamız sabahı bulacak.”

Advertisement

Sabahın köründe : Daha ortalık ağarmadan, çok erkenden.

Sabahın köründe: Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde.”Sabahın köründen beri yoldayız.”

Sabahlar (sabahı şerifler) hayrolsun (hayrola) : Günaydın.

Sabır taşı: Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan.”Ben sabır taşı mıyım?”

Sabır taşı: Çok sabırlı kimse.

Sabrı taşmak (tükenmek, kalmamak): Artık sabredemeyecek duru ma gelmek.

Sabrı taşmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak.”Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan.”

Sabun köpüğü gibi sönmek : Gösterişini, görkemini, albenisini en küçük bir etkiyle çabucak yitirmek.

Saç ağartmak: Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş olmak.

Saç saça (baş başa) gelmek (dövüşmek) : Kıyasıya dövüşmek

Saç saça baş başa: (Kadınlar) kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp dövüşmek.

Advertisement

Saç sakal ağartmak (bir işte): Uzun zaman bir işte çalışmış,olarak o işte ustalaşmış olmak.

Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak.”Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı.”

Saçı başı ağarmak: Yaşlanmak, ihtiyarlanmak

Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim).”Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır.”

Saçı uzun aklı kısa : Eskiden kadınların akılca erkeklerden geri olduğunu vurgulamak için alay ya da şaka yollu söylenirdi.

Saçın ak mı kara mı önüne düşünce görürsün: “Acele etme, biraz sonra neler olduğunu göreceksin.” anlamında.

Saçına ak düşmek : Saçı ağarmaya, yaşlanmaya başlamak.

Saçına ak düşmek: Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak.”Bizim de saçımıza ak düştü.”

Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için kullanılır.

Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşından utanmadan, yaşlı biri olduğu halde, yaşma yakışmaz biçimde.

Saçını başını yolmak: 1. Birini çok fazla dövüp hırpalamak. 2. Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek.”Sinirinden saçını başını yolmaya başladı.”

Advertisement

Saçını başını yolmak: Çok üzülmek üzüntüsünden dövünmek

Saçını süpürge etmek : Kadın ailesi ya da ailesinden biri uğruna elin den geleni yapmak, büyük bir Özveriyle çalışmak

Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak.”Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim.”

Saçıp savurmak : Parasını düşünmeden, hesapsızca harcamak.

Saçma sapan konuşmak: Anlamsız, boş konuşmak

Saçma sapan: Akla mantığa aykırı olan (söz davranış).

Safra bastırmak: Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek yemek.

Sağ eliyle (başının arkasından) sol kulağını göstermek: Bir lambaçlı yoldan yapmaya kalkışmak.

Sağ gösterip sol vurmak: Yanıltmak, aldatmak. Sağ gözünü sol gözünden kıskanmak: Çok kıskanç olmak.

Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Çok kıskanmak, üzerine titremek.

Sağ ol: “Teşekkür ederim, eksik olma.” anlamında.

Advertisement

Sağ olsun (yerinde olsun): Yakın olmasına rağmen kendisinden hoşlanılmayan kimse ile birlikte bulunmamayı anlatmak için söylenir.

Sağ salim : Bir zarara uğramadan, kazasız belasız.

Sağ yapmak: Arabanın direksiyonunu sağa çevirmek.

Sağa sola : Çevreye, çevresine.

Sağa sola bakmamak : Çevrede olup bitenlere aldırmamak

Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek.”Sağa sola bakmadan yürüyordu.”

Sağı solu (belli) olmamak: Önceden nasıl davranacağı kestirilemeyecek bir karakterde olmak.

Sağı solu (belli) olmamak: Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak.”Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz.”

Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı.”Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?”

Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren.”O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil.”

Sağlam ayakkabı değil: Güvenilir olmayan, tehlikeli (kimse).

Advertisement

Sağlam kazığa bağlamak (bir şeyi) : O konuda her türlü önlemi almak

Sağlam kazığa bağlamak: Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak.

Sağlama almak (bir şeyi): 0 konuda gereken önlemleri alarak rahat olmak

Sağlı sollu : Her iki yanda sıralanmış, her iki yandan.

Sağlıcakla kal (kalın) : “Sağlık ve esenlik İçinde yaşamaya devam et meni (etmenizi) dilerim.” anlamında.

Sağlık olsun : Bir kayıp, bir zarar karşısında “Fazla üzülmeye değmez, yeterki sağlığımıza bir kötülük gelmesin, tekrar yapanz, kazanırız” an lamında söylenen avuntu sözü.

Sağlık olsun: “Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız” anlamında kullanılır.

Sağmal inek: Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kimse.

Sağmal inek: Sürekli aldatılarak mâlı ve parası başkalarınca kullanılan, aptalca (kimse).

Sahip çıkmak (birine, bir şeye): -1. Onu korumak, onunla yakından ilgilenmek, onu koruyup gözetmek. -2. O şeyin kendisinin olduğunu ileri sürmek.

Sahip çıkmak: 1. Birini ilgilenip korumak. 2. Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek.”Şu kimsesize sahip çıkalım.”

Advertisement

Sahip olmak (birine) (bir şeye) : -1. Onunla cinsel ilişkide bulunmak. -2. Onun başkalarına zarar vermesini engellemek.

Sahne olmak (bir olaya) : Olay orada geçmek, meydana gelmek.

Sahneye çıkmak : Ortaya çıkmak!

Sakal bırakmak : Sakalını kesmeyip uzatmak.

Sakalı ele vermek: Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine girmek.

Sakalı ele vermek: Birisinin sözünden dışarı çıkamaz duruma gelmek, onun oyuncağı, kuklası olmak.

Sakalım yok kî sözüm dinlensin: “Sizinkinden daha akla yatkın şeyler söylediğim halele, yaşım küçük diye sözlerimi yabana attınu.” an lamında sitem sözü.

Sakız gibi yapışmak: Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak.”Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!”

Sakız gibi: -1. Yapışkan şeyler için kullanılır. -2. Tertemiz, bembeyaz. -3. Yılışarak, sırnaşarak.

Sala pezevengi: (Ala/ yollu) Eğlence düşkünü (kimse),

Saldım çayıra, Allah (Mevla) kayıra : Hayvanların ya da çocukların kendi hallerine bırakıldığını belirtmek için söylenir.

Advertisement

Salık vermek (bir şeyi, birini) : Onun uygun olduğunu söylemek; tav siye etmek

Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış.

Salkım saçak: Dağınık, düzensiz.

Sallantıda bırakmak (bir şeyi): Onu sonuçlandırmamak, savsaklamak.

Sallantıda kalmak (bir iş): O iş bir çözüme kavuşturulmamak.

Sallantıda kalmak: Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak.”İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor.”

Sallasırt etmek (bir şeyi) : Onu sırtına almak, yüklenmek.

Salt çoğunluk : Oylamada, yandan bîr fazla üye sayısının oyuyla sağ lanan çoğunluk

Saltanat sürmek : Egemen, buyurucu durumda yaşamak

Saltanat sürmek: 1. Bolluk, verimlilik içinde yaşamak. 2. Hükümdarlık etmek.”Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek.”

Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak.”Saman altından su yürütenleri hiç sevmem.”

Advertisement

Saman altından su yürütmek: Yaptığı işi hiç kimseye belli etmeden yapmak; herkesi birbirine düşürmek

Saman gibi: Tatsız, yavan.

Sana göre hava hoş: “Öyle ya da böyle olması senin için fark et mez.” anlamında.

Sancısı tutmak: -1. Vücudun herhangi bir yerinde ansızın sana duy mak -2. Gebe kadın, dölütün rahmi zorlamasının yol açtığı ve doğum zamanının geldiğini bildiren sanayi duymak

Santimi santimine : Son derece hassas bir biçimde, ne bir santim az, ne bir santim çok

Sapı silik: Serseri, başı boş, kişiliksiz.

Sapına kadar: Bir kimsenin sahip olduğu bir niteliğin, durumun her yönüyle tam, üstün, yeterli, mükemmel olduğunu anlatır.

Sarakaya almak (birini): Onunla alay etmek; alaya almak, makara ya almak.

Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse.

Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Nerede oturduğu, kim olduğu bilinmeyen kimse için söylenir.

Sarmaş dolaş olmak : Birbirine sarılmak, kucaklaşmak

Advertisement

Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak.”Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda.”

Sarmısak yemedim ki ağzım koksun : “Ortaya çıkınca utanılacak ya da cezalandırılacak bir şey yapmadım ki korkayım.” anlamında.

Sarpa sarmak (bir iş): İş üstesinden güç gelinecek bir duruma girmek, içinden çıkılmaz olmak.

Sarpa sarmak: Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek.”İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan.”

Sata sürmek: Zevk, eğlence, mutluluk içinde yaşamak

Satıp savmak: Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek.”Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek.”

Satıp savmak: Güç durumdan kurtulabilmek için sahip olduğu malları ucuza satmak.

Satır aralarını okumak : Bir yazıda* gizli anlamları çıkarmak.

Satır arası: Bir yazıda açıkça söylenmeyen, ama ima edilen şey.

Savaş açmak:Olumsuz bir şeyi ortadan kaldırmak için.uğraşmak

Savaşım vermek : Bir güce karşı koymak, bir iş konusunda çok çaba harcamak; rnücad ete vermek.

Advertisement

Sayım suyum yok : Çocuk oyunlarında “kısa bir süre oyun dışıyım” an lamında kullanılır.

Sayıp dökmek : Her şeyi söylemek, söylemediği bir şey kalmamak

Sayıp dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak.”Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı.”

Sebil etmek: Bolca vermek, dağıtmak.

Sebilhane bardağı gibi dizilmek: Küçük görülen, hor görülen kimse ler sıra stra dizilmek.

Sedede gelmek: Konuşulması gereken asıl konuya dönme

Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek.”Adam bir vuruşta sedyelik oldu.”

Sefa bulduk: ‘Hoş bulduk anlamında.

Sefa geldiniz: “Hoşgeldiniz.” anlamında.

Seferber olmak: Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek.”Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu.”

Selam almak: Bir kimsenin selamına karşılık vermek

Advertisement

Selam çakmak (birine): Ona selam vermek

Selam söylemek (birine) : -1. Selamı adı geçen kimseye götürmesini söylemek -2. Bir kimsenin gönderdiği selamı adı geçene sözle ya da yazıyla iletmek

Selam verdik borçlu çıktık: “Şöyle bir ilgilendik, işi bizim yapmamız istendi.” anlamında.

Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek.

Selam vermek (birine) : -1. Bir kimseye sözle ya da eli başa götüre rek esenlikler dilemek. -2. Namazda rekâtların sonunda başı önce sa ğa, sonra sola çevirmek.

Selama durmak : önemli bir kimseyi, cenazeyi, göndere çekilen bayrağı selamlamak için durmak

Selamı sabahı kesmek (biriyle) : Artık onunla dosttuk etmemek konu şup görüşmemek

Selâmı sabahı kesmek: Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selâmına bile karşılık vermemek.”Onunla selâmı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?”

Selamünaleyküm kör kadı: Hatır gönül dinlemeyen, sözünü esirgemeyen (kimse).

Sen ben davası: Bir konuda uyuşmazlık durumu.

Sen giderken ben geliyordum: “Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın.” anlamında kullanılır.

Advertisement

Sen sağ ben selâmet: İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı.”Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet.”

Sen giderken ben geliyordum : ‘Ben senden daha çok deneyim sahibiyim, bu oyunları iyi bilirim, beni aldatamazsın.” anlamında.

Senet sepet: Senet ve benzeri herhangi bir yazılı belge.

Senet vermek: 1. Yazılı, imzalı belge vermek. 2. “Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum” anlamında kullanılır.

Seni gidi seni: Çok yaramaz, kurnaz, haylaz kimseleri hafif yollu azarlama sözü

Seninki (tatlı) can da benim ki (elinki) patlıcan mı?: “Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?” anlamında kullanılır.

Seninki (tatlı) can da, benimki (elinki) patlıcan mı? : Tehlikeli ya da yorucu görüp de yapmaktan kaçındığın işi benim (başkasının) yapmamı (yapmasını) istemen hiç de doğru değildir.* anlamında.

Senli benli olmak : Aralarında çok içten dostluk ilişkisi bulunmak; İçli dışlı olmak.

Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak.”O kadar senli benli olma yabancılarla.”

Sepat havası çalmak (birina) : Onun işine son varmak, onu kovmak

Sepet havası çalmak: Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak.”Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!”

Advertisement

Sepeti« pamuğu olmamak : Yeleri i bilgi birikimi olmamak.

Ser verip sır vermemek : Kendisine söyteniJen ve gizli tutulması iste nilen bir şeyi her türlü baskı ve tehdide rağmen söylememek, kendi* sine güvenilmek.

Ser verip sır vermemek: Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek.”Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır.”

Serde kabadaydık var : ‘Kendisi kabadayıdır, kenef sine yakışan dav ranış da budur.” anlamında.

Serden geçmek: Kendini bir davaya, düşünceye adamak

Sere serpe : Açılıp /ayılarak.

Sere serpe: Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe.”Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum.”

Sermayeyi kediye yüklemek: Bir işte bütün parasını yitirmek, zarar etmek, batmak

Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak.”Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!”

Sersem sepet (sepelek) : Uyku sersemliği geçmeden, sersemliği üzerindeyken.

Ses (seda) çıkmamak (birinden, bir şeyden) : Herhangi bir kimse den ya da yerden bir haber ya da tepki gelmemek.

Advertisement

Ses çıkarmamak (sesi çıkmamak) : Herhangi bir duruma, şeye itiraz etmemek.

Ses çıkarmamak: 1. İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak. 2. Hiç konuşmamak, susmak.”Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum.”

Ses çıkmamak : Bir konuda hiç haber gelmemek.

Ses etmek: Seslenmek, çağırmak.

Ses seda çıkmamak: 1. Hiçbir tepki görülmemek. 2. Haber çıkmamak.”Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan.”

Ses vermemek : Çağrıldığı, bir şey sorulduğu halde konuşmamak.

Ses vermemek: 1. Herhangi bir sesi çıkarmamak. 2. Bir çağrıya kulak vermemek.”Adam evdeydi ama hiç ses vermedi.”

Sesi soluğu çıkmamak : Hiçbir şey söylememek.

Sesini kesmek (birinin) (biri): -1. Onu artık konuşturmamak. -2. Bir kimse, konuşmasına son vermek, artık konuşamaz olmak.

Sesini kesmek: 1. Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak. 2. Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek.”Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!”

Set çekmek (bir şeye) : Ona engel olmak, önlemek.

Advertisement

Settin sene : Ömür boyu, hiçbir zaman, sonsuza değin.

Sevda çekmek : Bîr kimseye karşı büyük bir sevgi beslemek.

Sevdasna düşmek : Bir şeyi elde etmek, gerçekleştirmek İçin var gücüyle çalışmak.

Seyirci kalmak : Bir olay, durum karşısında tepki göstermemek.

Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak.”Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı.”

Sıcağı sıcağına : Tam vakti îken , vakit geçirmeden.

Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan.”Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü.”

Sıcak kanlı: İyi dostluk kuran, cana yakın (kimse).

Sıcak kanlı: Sevimli, cana yakın, sempatik.”Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk.”

Sıcak yüz göstermek (birine) : Ona yakınlık, dostluk göstermek.

Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak.”Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?”

Advertisement

Sıçan düşse başıyanar : “0 yerde (evde) yiyecek ve kullanılacak hiç bir şey kalmamış.” anlamında.

Sıçana dönmek: Çok ıslanmak.

Sıçtı Cafer bez getir: ‘Olmayacak bir söz söyleyip ya da davranışla bulunup durumu kötüleştirdi, bunu hemen dü zeltmek gerek.” anlamında.

Sıdkı sıyrılmak: Birinden soğumuş olmak, tiksinmek.”Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan.”

Sıfıra sıfır elde var sıfır (hiç): “Bu kadar çaba, emek hiçbir işe yara madı.” anlamında yazıklanma bildirir.

Sıfıra sıfır, elde var sıfır: “Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti” anlamında kullanılır.

Sıfırdan başlamak : Bir işe sadece kendi olanaklarına güvenerek başlamak,

Sıfırı tüketmek: -1. Bütün parasını harcamış olmak. -2. Gücü kalmamak.

Sıfırı tüketmek: 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak.”Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi.”

Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak.”Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın.”

Sıkboğaz etmek (birini): Bir işi yapması için düşünmesine, hazırlık

Advertisement

Sıkı durmak: Durumunun sağlamlığını korumak, dayanıklı olmak.

Sıkı durmak: Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak.”Sıkı dur, şut çekeceğim.”

Sıkı fıkı: Birbiriyle yakın dostluk ilişkileri için bulunan (kimseler).

Sıkı fıkı: Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz.”Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim.”

Sıkı tutmak: Önem vermek.”İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte.”

Sıkıntı basmak (birini): Sıkılmak, bunalmak. (Kars. İçi daralmak.)

Sıkıntı basmak: Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak.”Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!”

Sıkıntı çekmek: 1. Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak. 2. Ruhen tedirginlik duymak.”Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur.”

Sıkıntı çekmek:-1. Geçim zorlukları içinde olmak; meşakkat çekmek. -2. Ruhsal yönden tedirginlik içinde olmak.

Sıkıntıya düşmek : Parayla ilgili herhangi bir konuda, özellikle geçim konusunda zorluk içinde olmak

Sıkıntıya gelememek: Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği bulunmamak.

Advertisement

Sır küpü : Pekçok insanın sırrını bilen, fakat bunları hiç kimseye söyle meye n kişi için kullanılır.

Sır küpü: Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye söylemeyen.

Sır olmak: Aklın eremeyeceği biçimde ortadan kaybolmak.

Sıra dayağı: Birçok kimseye birbiri ardınca birer birer dayak atma.

Sıralı sırasız: Yer ve zaman uygunluğu gözetmeden.

Sırası düşmek: Bir iş için uygun zaman ve ortam oluşmak.

Sırası gelmek : Uygun zaman ve ortam doğmak.

Sırasını getirmek : Uygun zamanını bulmak.

Sırım gibi: İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı.”Sırım gibi delikanlı olmuş.”

Sırra kadem basmak : Bir kimse, ortalıktan yok olu vermek, hiç kimse onu görmez olmak.

Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak.”Sırra kadem bastı adam!”

Advertisement

Sırt çevirmek (birine) (bir şeye): -1. Artık onunla ilgilenmez, ona yar dım etmez duruma gelmek; arka çevirmek-2. Onu değersiz, geçer siz görmek.

Sırt sırta vermek : Bir konuda işbirliği yapmak, dayanışmak; arka ar kaya vermek.

Sırt üstü : Sırtı yere gelecek biçimde; arka üstü.

Sırtı kaşınmak: Dayak yemeği hak etmek.

Sırtı kaşınmak: Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş bulunmak.

Sırtı pek : -1. Kalın elbise giymiş olan (kimse). -2. Güçlü bir kimsenin koruyuculuğunda olan (kimse); arkası pek.

Sırtı yere gelmemek : Yenilmemek; arkası yere gelmemek.

Sırtı yufka : ince elbise giymiş olan (kimse); arkası yufka.

Sırtında yumurta küfesi yok ya : ‘Herhangi bir işte, verdiği sözden caymakta hiçbir sakınca görmüyor.” anlamında; arkasında yumurta küfesi yok.

Sırtından [pare) kazanmak : Onun olanaklarını kullanarak para kazanmak.

Sırtından çıkarmak (bir şeyi birinin) : Bulur giderleri ona (onlara) ödetmek yüklemek.

Advertisement

Sırtından geçinmek: Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak.”Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!”

Sırtından geçirmek (birinin): Bütün giderlerini onun kadanandan sağlamak, onu sömürmek

Sırtından sımak {birini, bir şeyi) : Onur sorumluluğunu üzerine alma mak

Sırtını dayamak (birine) : Para, nüfuz vb. yönlerden güçlü bir kimsenin koruyuculuğuna güvenmek; arkasını dayamak.

Sırtını dayamak: 1. Güçlü bir yere veya birine güvenmek. 2. Bir yere dayanmak ya da yaslanmak.”Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor.”

Sırtını yere getirmek: 1. Üstün gelmek. 2. Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek.”Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez.”

Sıtma görmemiş : Gür ve kalın ses için söylenir.

Sıygaya çekmek: Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını sormak.

Sidik yarışı: Herhangi bir kon udu onunla gereksiz yere yarışma, üs tünlük elde etmeye çalışma.

Sil baştan : “Olmadı, bir kez daha yeniden başlayalım.” anlamında.

Sil baştan: Yapılan işi beğenmeyerek yeniden yapmak.

Advertisement

Silah atttna almak (birini) : Onu askerlik görevine başlatmak.

Silah çekmek (birine) : Öldürmek, yaralamak, korkutmak gibi amaç larla silahı ona doğru yönelmek.

Silahlar konuşmak : Silahlı çatışmaya girişmek, silahlı çatışma başlamak.

Silip süpürmek : -1. Bir yerdeki yiyecek ve İçeceklerin tümünü yiyip

Silip süpürmek: 1. Ortada ne varsa hepsini yemek. 2. Hepsini alıp götürmek, yok etmek. 3. Ortalığı temizlemek.”Evi çarçabuk silip süpürdüm.”

Sinei millete dönmek : Resmi görevlerini bırakıp halktan biri olarak siyaset yapmaya başlamak.

Sinek avlamak : -1. İşi gücü olmadığı için bomboş oturmak -2. İşyeri sahibi müşteri gelmediği için boş oturmak.

Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak.”Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz.”

Sinekkaydı tıraş : Yüzde uzamış durumda hiç kıl bırakmaksızın özenerek olunan, yaptırılan tıraş.

Sinekten yağ Çıkarmak: En olmayacak yerden bile bir çıkar elde etmek için uğraşmak

Sinekten yağ çıkarmak: Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak.”Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı.”

Advertisement

Sineye çekmek (bir şeyi): Bir zararı, kötü davranışı ya da sözü iste meye istemeye kabullenmek

Sineye çekmek: Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak.”Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti; durdu.”

Sinir olmak (birine, bir şeye): Ona sinirlenmek öfkelenmek.

Sinirin» dokunmak : Bir durum, kimse, şey herhangi bir yönüyle, özelliğiyle birinin sinirlenmesine yol açmak

Sinirleri alt üst olmak: Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacağını şaşırmak, bilememek.

Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak

Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak.

Sinirleri gergin olmak: En ufak bir olay çıktığı anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak.”Sinirleri çok gergin, üstüne varmayın.”

Sinirleri gergin olmak: Herhangi bir şeye çok sinirlenmiş olmasına karşın tepki göstermemek, ya da sinirlendirici bir durum karşısında hemen tepki gösterecek durumda olmak

Sinirleri gevşemek (yatışmak): Sakin duruma gelmek sakinleşmek.

Sinirleri yatışmak: Öfkesi veya kızgınlığı geçmek, sakinleşmek.”Çok şükür öfkesi yatıştı, şimdi konuşabilirsiniz.”

Advertisement

Sinirlerini bozmak: Kızdırmak, öfkelendirmek.

Sipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak.”Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum.”

Sivri akıllı: Başkalarının aklını beğenmeyen, başkalarına ters gelebilecek biçimde düşünceleri olan kimse İçin alay yollu söylenir.

Sivri akıllı: Kimsenin aklını beğenmeyen, düşünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan.”Hangi sivri akıllıya uydunuz da böyle yaptınız!”

Sivri dilli: Kına, incitici söz söyleyen kimse için kullanılır.

Sizden iyi olmasın : Bir konuşmada, hemen aynı düzeyde sevilip sayı lan kimselerden söz edilirken kullanılan sevgi sözü.

Size (sizlere) ömür (siz sağ olun) : “Sözü edilen kimse öldü, Tanrı sizi daha uzun ömürlü etsin.” anlamında avutma sözü.

Soğuk almak : Soğuk havalarda üşüme sonucu hastalanmak

Soğuk almak: Üşüyüp hastalanmak.”Soğuk almışım, öksürüp duruyorum.”

Soğuk duş : Ansızın bildirilen kötü bir haberin yarattığı olumsuz etki.

Soğuk duş etkisi yapmak: Ansızın bildirilen tatsız bir haber karşısında olumsuz bir tepki göstermek.

Advertisement

Soğuk kanlı: En tehlikeli durumlarda bile duygularına hâkim olan, ak lını kullanabilme becerisini gösteren (kimse).

Soğuk kanlı: Serin kanlı, kolayca kızmayan, heyecana kapılmayan, telâş etmeyen.”Helâl olsun, ne soğuk kanlı davrandı.”

Soğuk nevale (neva): İnsanlarla dostça ilişkiler kurmaya yanaşma yan, bu yüzden davranışları sevimsiz karşılanan (kimse).

Soğuk nevale: Sevimsiz, söz ve davranışları sıcak olmayan, insanlardan uzak duran kimse.

Soğuk terler dökmek: Zorlu bir durum karşısında korkmak çok etkilenmek

Sokağa düşmek: 1. Bir şey çoğalıp değerini yitirmek. 2. Kötü yola sapmak.”Kimsesiz olduğu için itilip kakıldı, sonunda sokağa düştü zavallı.”

Sokağa düşmek: -1. Her isteyenle belli bir ücret karşılığı cinsel ilişki de bulunabilecek bir kadın durumuna gelmek genel kadın olmak -2. Herkesçe bilinir, konuşulur duruma gelmek

Sokak süpürgesi: Evinde oturmayıp çok gezen, sürtük kadın.

Sokak süpürgesi: Sokak gezmelerini çok seven kimse için söylenir.

Sol taralından kalkmak : İşleri ters gitmek, aksilik çıkarmak; ters tarafından kalkmak.

Sol yapmak : Arabanın direksiyonunu sola çevirmek.

Advertisement

Solda sıfır : Hiçbir değeri olmayan, benzerleriyle karşılaştırıldığında değersiz olduğu anlaşılan şey için kullanılır.

Solda sıfır: “Hiçbir değeri ve önemi yok” anlamında kullanılır.”Senin yaptığın iş benimkinin yanında solda sıfır kalır.”

Soluğu (bir yerde) almak: Herhangi bir kötü ya da iyi durumda he men oraya gitmek

Soluğu kesilme : -1 Nefes alıp veremez duruma gelmek. -2. Gücü kuvveti iyice azalmak, tükenmek

Soluğu kesilmek: Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek.”Bu yokuş soluğumuzu keseceğe benziyor.”

Soluk aldırmamak (birine) : Dinlenmesine, başka bir şeyle uğraşma sına fırsat vermeden çalıştırmak nefes aldırmamak.

Soluk aldırmamak: Çok sıkı çalıştırmak, dinlenmesine fırsat vermemek.

Soluk almak : -1. Soluğu ciğerlerine çekmek; nefes almak. -2. Dinlenerek nefes almak. -3. Rahat yaşamak; nefes olmak.

Soluk kesmek: Çok güzel heyecan verici olmak; nefes kesmek.

Soluk soluğa : Koştuğu için sık sık soluyarak; nefes nefese.

Soluk soluğa: Zor nefes alarak; heyecan, telâş, yorgunluk veya bitkinlikle; koşmaktan güçlükle, sık sık soluyarak.”Soluk soluğa içeri girdi.”

Advertisement

Son kozunu oynamak: Elindeki son imkânı kullanmak, son çareye başvurmak.

Son kozunu oynamak: Herhangi bir konuda istediğini elde etmek üze re elindeki son olanağı da kullanmak

Son nefesini vermek: ölmek.

Son sözünü söylememek (söylememiş olmak) : Elinde hâlâ kullana bileceği olanaklar bulunmak.

Sonradan görme: Belli bir dönemde yoksul ofup sonradan zenginliğe kavuşan, fakat zenginlere özgü davranış biçimlerinde aşırılığa kaçan (kimse). .

Sonradan görme: Sonradan zenginleşerek gösteriş, kibarlık, övünme gibi davranışlarda bulunan.”Sonradan görme ne olacak!”

Sonunu almak (bir işin) : O işi bitirmek.

Sonunu getirmek: İyi başladığı bir işi başarıyla bitirmek.

Sopa atmak (çekmek) (birine): Onu dövmek; dayak atmak.

Sopa yemek (birinden): Dövülmek; dayak yemek.

Sorguya çekmek (birini): Sanık ya da tanık durumunda olan kimse ye bir suçla ilgili çeşitli sorular sormak; sorgulamak.

Advertisement

Sorguya çekmek: Bir kimseye yaptıklarından ötürü sorular sormak ve cevaplarını istemek.”Mahkûmu hemen sorguya çekmişler.”

Sorma gitsin : ‘Anlatması çok güç, tahminlerin çok ötesinde.” anlamın da.

Sorumlu tutmak (birini) : Onu sorumlu saymak; mesul tutmak.

Soylu soplu : Eski, köklü, tanınmış bir aileden gelen (kimse). Soyunup dökünmek: Üstündekileri çıkarıp daha rahat bir kıyafet giymek.

Soyup soğana çevirmek (birini, bir yeri): -1. Hırsız, bir kimsenin ya da bir yerin bütün parasını, değerli eşyalarını alıp götürmek. -2. Bir satıcı ya da iş yapan kimse müşterisinin ya da iş yaptıran birinin bü tün parasını çekmek.

Soyup soğana çevirmek: 1. Her şeyini, varını yoğunu elinden almak. 2. (Hırsız) bir yeri ya da kişiyi iyice soymak.”Dükkânı soyup soğana çevirmişler.”

Soz almak (birinden): -1. Bir kimsenin bir işi yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak. -2.Bir toplantıda, sınıfta ilgili kimseden konuş mak amacıyla izin almak. -S.Erkek tarafı, çocuklarıyla evlendirmeyi istedikleri kızın ailesinden “evet, peki, kabul’ biçimindeki vaadi almak.

Soz vermek (birine, bir şeye): Herhangi bir şeyi yapacağını kesin olarak söylemek.

Sökün etmek: Bir şey çıkagelmek, art arda gelmek, birbiri ardından görünmek.”Göçmen kuşlar ufuktan sökün ettiler.”

Sökün etmek: Birçok kimse ya da şey birbiri ardınca gelmek.

Sövüp saymak: Bir kimse hakkında küfür, kötü söz, beddua gibi sözleri peş peşe söylemek.

Advertisement

Söz (laf) işitmek: Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darılmak.”Durup dururken babamdan söz işittik yine.”

Söz açmak (bir şeyden, birinden): .Onun hakkında konuşmaya başlamak; laf açmak.

Söz açmak: Bir konu hakkında konuşmaya başlamak.”Toplantıda felsefeden söz açtı.”

Söz ağzından dirhemle çıkmak : Pek konuşkan olmamak, çok az konuşmak; laf ağzından dirhemle çıkmak.

Söz almak: 1. Konuşmaya başlamak için toplantı başkanından izin almak, öyle konuşmaya başlamak. 2. Birinin bir iş yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak. 3. Erkek tarafı, istenilen kızın verileceğine dair ailesinden olumlu cevap almak.”Toplantıda ilk olarak Ayşe söz almak istedi.”

Söz altında kalmamak: Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer şekilde cevap vermek.”Benim söz altında kalacağımı sanıyordu.”

Söz anlamamak : Dik kafalı inatçı olmak; laf anlamamak.

Söz ayağa düşmek: Bir konu, herkesin ağzına dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düşünce bildirdikleri duruma gelmek.

Söz bir Allah bir : ‘Tanrı’nın birliğine nasıl inanıyorsanız verdiğim sö zü yerine getireceğime de öylece inanınız!’ anlamında.

Söz bir Allah bir: “Verdiğim sözü yerine getireceğim, ondan dönmeyeceğim; Cenab-ı Hakk`ın bir olduğunda şüphe yoktur; ona nasıl inanıyorsam, verdiğim sözün doğruluğuna da inanın” anlamında kullanılır.

Söz birliği etmek : bk Ağız birliği etmek.

Advertisement

Söz birliği etmek: Bir olayla ilgili olarak aynı şeyleri söylemek üzere anlaşmak, aynı görüşte olmak.”Onunla söz birliği mi ettiniz?”

Söz çıkmak : bk Laf çıkmak.

Söz çıkmak: 1. Ortalıkta bir rivayet dolaşmak. 2. Hakkında dedikodu yapılır olmak.”Bir daha görüşmek istemiyorum, hakkımızda söz çıkacak diye korkuyorum.”

Söz dinlemek, (tutmak): Bir öğüde, uyarıya uygun davranmak; laf dinlemek.

Söz dinlemek: Verilen bir öğüdü, bir sözü tutmak, davranışlarını buna uydurmak.”Sözümü dinleseydin başına bunlar gelmezdi!”

Söz düşmemek (birine): bk Laf düşmemek.

Söz geçirememek (birine): Ona her söylediği sözü yaptırabilecek güç ve etkinlikte olmamak; laf geçirememek.

Söz geçirmek: Dediğini yaptırmak.”Oğluna söz geçirdin mi ki bana karışıyorsun?”

Söz gelmek (birine): Bir kimse, bir söz ya da davranışından ötürü eleştiriye uğramak; laf gelmek.

Söz gelmek: Bir davranışından veya sözünden ötürü eleştiriye uğramak, kötülenmek, yakınları kendisine darılmak.

Söz getirmek (birine): Bir kimseye söz gelmesine yol açacak davranışlarda bulunmak; laf getirmek

Advertisement

Söz götürmez: Doğruluğu tartışmasız bir biçimde herkesçe kabul edilen şey için söylenir.

Söz götürmez: Gerçekliği, doğruluğu kesin ve açık olan; tersi savunulamayan.”Söz götürmez işler bunlar.”

Söz işitmek : bk Laf işitmek.

Söz kaldırmamak : bk Laf kaktırmamak.

Söz kaldırmamak: Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayıp karşılık verir olmak.”Bu sözleri kaldırmamı beklemiyordun her hâlde?”

Söz kesmek : Erkek ve kız tarafınca evlendirileceği konusunda kesin söz verilmek

Söz kesmek: Evlenmek için anlaşıp kesin karar vermek.”Söz kesildi, iki ay sonra düğün olacak.”

Söz olmak: Genellikte hoş karşılanmayan herhangi bir söz, davranış vb. hakkında dedikodu yapılmak; laf olmak.

Söz sahibi olmak: Bir konuda bilgi, beceri vb. üstünlükleri nedeniyle konuşma yetkisi bulunmak

Söz sahibi olmak: Herhangi bir konuda konuşmaya yetkisi bulunmak.”Bu şirketin alım ve satımında söz sahibi olmadığımı da kim söylemiş?”

Sözde kalmak : Bir iş, yapılacağı önceden kesin olarak belirtildiği hal de yapılmamak; lafta kalmak.

Advertisement

Sözde kalmak: Yapılması kararlaştırılmış bir iş gerçekleşmemek.”Sözde kalacaksa konuşmamızın bir anlamı yok.”

Sözden anlamak: bk Laftan anlamak.

Sözü (bir şeye) getirmek : Konuşmayı asıl anlatmak istediği şeye doğru yöneltmek; lafı (bir şeye) getirmek

Sözü (bir şeye) getirmek: Konuşurken asıl üzerinde durmak istediği meseleye üstü kapalı değinmek, bu konunun üzerinde konuşulmasını sağlamak.”Söylesene açıkça, sözü nereye getirmek istiyorsun?”

Sözü (sözünü) kesmek : -1. Anlattıklarını bitirmeden konuşmayı bırakmak; lafını kesmek.

Sözü açılmak: Bir konu hakkında konuşulmaya başlanmak; lafı açıl mak

Sözü ağanda gezelemek : bk. Lafı ağzında gevelemek

Sözü ağzına tıkamak : bk Lafı ağzına tıkamak.

Sözü ağzında bırakmak: Söylemekte olduğu şeyi bitirmesine fırsat vermemek, engel olmak.

Sözü bağlamak : Herhangi bir konuda yapılan konuşmayı sonuçlandırmak; lalı bağlamak,

Sözü bağlamak: Konuştuklarını bir sonuca vardırmak, konuşmayı sonuçlandırmak.”Sözü bağlamasına az bir zaman kalmıştı ki bir gürültü koptu.”

Advertisement

Sözü çevirmek : bk. Lafı çevirmek.

Sözü çiğnemek: Söyleyeceklerini açık ve kesin ortaya koyamamak, istediğini söyleyememek.

Sözü figanda bırakmak : Söylemekte olduğu bir şeyi bitirmesine fır sat vermemek; lafı ağzında bırakmak.

Sözü kesmek: 1. Söyleyeceklerini bitirmeden susmak. 2. Başkasının konuşmasına engel olmak.”Bir anda sözünü kesip kürsüden indi.”

Sözü mü olur: bk. Lalı mı otur.

Sözü yabana atmamak : bk. Lafı yabana atmamak.

Sözüm meclisten dışarı (sözüm yabana) : “Burada kullanacağım ya kışıksız sözlerden Ötürü özür dilerim, ayrıca bu sözlerim buradakiler-le ilgili değildir.” anlamında.

Sözüm meclisten dışarı: “Konuşmam arasında hoşunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, ağza alınması doğru olmayan sözler kullanacağım ancak bunların sizinle ilgisi yoktur” anlamında kullanılır.

Sözüm ona : Sanki, güya, sözde. ,

Sözüm ona: “Güya, sanki, sözde” anlamlarında kullanılır.

Sözünde durmak : Herhangi bir konuda verdiği sözü kesinlikle yerine getirmek; lafında durmak.

Advertisement

Sözünde durmak: Verdiği sözün gereğini yerine getirmek.”Demek sözünde duracaksın, iyi.”

Sözünden çıkmamak (birinin): Çeşitli yönlerden bağlandığı bir kimsenin bütün sözlerine ve İsteklerine uygun davranmak; lafından çıkma mak.

Sözünden çıkmamak: Birinin isteklerine, öğütlerine kulak vermek, o ne derse onu yapmak.

Sözüne gelmek (birinin) : En sonunda o kimsenin sözlerinin doğruluğunu anlamak; lafına gelmek.

Sözüne gelmek: En sonunda karşı çıktığı kimsenin fikrini kabul etmek.”Demek sözüme geldin, o hâlde gidelim.”

Sözünü (lafını) balla kestim : “Sözünüzü kesmemi hoşgörü ile karşılamanızı rica ederim.” anlamında.

Sözünü balla kestim: “Sözünüzü kesmemi hoş görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldım” anlamında kullanılır.

Sözünü esirgememek (sakınmamak) : Bir kimse kendisi ya da başkaları için sakıncalı olabileceğini hesaba katmaksızın düşündüklerini söylemekten çekinmemek; lafını esirgememek (sakınmamak).

Sözünü esirgememek: Ne düşünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karşısındakini kıracağım diye kaygılanmamak.”Ondan sözümü esirgeyecek değilim, tamam mı?”

Sözünü etmek : O şey hakkında konuşmak, o şeyden bahsetmek; lafını etmek.

Sözünü geri almak : Söylediklerinin hoş karşılanmadığını görüp, doğru olmadığını kabul etmek ve söylenmemiş sayılmasını istemek; lafı nı geri almak.

Advertisement

Sözünü geri almak: Söylemiş olduğu sözün doğru olmadığını kabul ederek söylenmemiş sayılmasını istemek.”Sözünü geri al, yoksa karışmam!”

Sözünü kesmek: Konuşmasını bitirmesine fırsat vermemek; lafını kesmek

Sözünü tutmak : -1. Herhangi bir konuda verdiği sözü tam olarak yeri ne getirmek -2. Saydığı, sevdiği ya da herhangi bir nedenle bağlı ol duğu birinin öğüt, eleştiri v« uyarısına uygun davranmak.

Sözünü tutmak: 1. Verdiği sözü yerine getirmek. 2. Birinin verdiği öğüde uymak.”Babanın sözünü tut, zararlı çıkmazsın.”

Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin söylediklerine önem vermek.”Öğretmenin sözünü yabana atma sakın.”

Sözünün eri (olmak): Herhangi bir konuda vermiş olduğu sözü her ne pahasına olursa olsun yerine getiren (bir insan olmak); lafının eri (olmak),

Sözünün eri olmak: Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren bir kişi olmak.”Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir.”

Su dökmek : Çiş yapmak, işemek; küçük aptesini yapmak.

Su dökünmek: Yıkanmak.”Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçınmaz.”

Su gibi akmak: -1. (Para, yiyecek, İçecek) Çok bol kullanmak. -2. Za man çok hızla geçmek.

Su gibi akmak: 1. Zamanın çok hızlı geçip gitmesi. 2. Bol bol gelmek ya da gitmek (para, yiyecek vs.).”Para su gibi akıyor, o harcamayacak da ben mi harcayacağım?”

Advertisement

Su gibi bilmek (okumak) (bir şeyi): Bir konuyu yanlışsız ve duraksamadan anlatmayı (okumayı) öğrenmiş olmak.

Su gibi bilmek: Çok iyi, yanlışsız bilmek veya okumak.”Senin konunu da su gibi biliyorum.”

Su gibi ezberlemek (bir şeyi) : Bir metni, dersi, konuyu yanlışsız ve hızlı okuyabilecek ölçüde ezberlemek.

Su gibi ezberlemek: Çok iyi, yanlışsız ve takılmadan söyleyebilecek ölçüde ezberlemek.

Su gibi gitmek : (Para) Bol bol harcanmak.

Su gibi gitmek: Bol bol harcamak.”Paralar su gibi gitti.”

Su götürmez: Başka biçimde yorumlanamayan, tartışmasız şey için söylenir

Su götürmez: Kesin, başka bir yoruma açık olmayan.”Şu anlattıkları su götürmez gibi geliyor bana.”

Su götürür olmak: Çeşitli yorumlara elverişli olmak.

Su götürür yeri olmamak : Başka türlü yorumlanabilecek bir yönü olmamak.

Su İçinde : (Bir şeyin fiyatı için) En azından, kolaylıkla.

Advertisement

Su içinde kalmak : -1. Çok terlemek, -2. Çok ıslanmak.

Su içinde kalmak: Çok terleyip sırılsıklam olacak biçimde ıslanmak.

Su katılmamış (katılmadık) : Gerçek niteliklerini koruyan, bozulmamış olan, katıksız, saf.

Su katılmamış: Saf, katıksız, bozulmamış, başka bir etkiyle değişmemiş olan, hilesiz.

Su koyuvermek : Verdiği sözden caymak, cıvıtmak.

Su koyvermek: 1. Sebze ve et pişerken suyunu salıvermek. 2. Cıvıtmak, sözünde durmamak.”Su koyvermeden çalışamaz mısın sen?”

Su yüzü görmemiş : Hiç yıkanmamış, çok kirli.

Su yüzü görmemiş: Hiç yıkanmamış, çok kirli.”Günlerce hapiste kaldım, su yüzü görmedim hiç.”

Su yüzüne çıkmak: Belli olmak, aydınlanmak.”Bu işin asıl sebepleri su yüzüne çıkacak, sen de gününü göreceksin.”

Su yüzüne çıkmak: Bir gerçek, tutum, düşünce vb. bilinir duruma gel mek.

Sucuk gibi ıslanmak (olmak) : Giysi ya da vücut terden ya da sudan iyice ıslanmak.

Advertisement

Sucuk gibi ıslanmak: Baştan aşağı, elbisesinin ve vücudunun her yanına su değmek.”Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi ısladı.”

Suç işlemek: Suç sayılacak bir davranışta bulunmak.

Sudan cevap (bahane) : İnandırıcı olmayan, üstünkörü cevap (baha ne).

Sudan cevap: Üstünkörü, tutar yanı olmayan, baştan savma cevap.”Ne sordumsa sudan cevaplar aldım.”

Sudan çıkmış balığa dönmek : Çok şaşırmak, ne yapacağını bilemez duruma gelmek.

Sudan ucuz : Çok ucuz.

Sudan ucuz: Çok ucuz, âdeta bedava gibi.”Sizin orda elbiseler sudan ucuzmuş öyle mi?”

Sultanahmet’te dilenip, Ayasofya’da sadaka vermek: bk. Ayasof-ya’da dilenip, Sultanahmet’te sadaka vermek.

Sululuk etmek: Cıvıklık etmek, taşkın hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak.”Sululuk etmeyi bırak da çalışmaya bak.”

Surat (değil) mahkeme duvarı: Hiç gülmeyen, asık suratlı kimse için söylenir.

Surat asmak : Beğenilmeyen bir durum karşısında kaşlarını çatıp yüzüne somurtkan bir anlam vermek somurtmak.

Advertisement

Surat asmak: Kaşlarını çatıp yüzüne küskün ve dargın bir anlam vermek.

Surat bir Karış : Öfkeli, suratını asmış, dargın duran kimse için söyle nir.

Surat bir karış: Öfkeli, kızgın, üzüntülü ve somurtkan.”Yanına vardığımızda suratı bir karıştı.”

Surat etmek (birine} : Ona asık surat göstermek, dargın durmak.

Surata bak, süngüye davran : “Suratı öyle asık, bakışları o denli sert ki, insan Kendini bir düşman karşısında sanıyor.” anlamında.

Suratına bakanın kırk yıl işi rast gitmez: Uğursuzluğu yüzünden belli olan kimse için söylenir.

Suratından düşen yüz (bin} parça : bk Yüzünden düşen yüz parça.

Suratını çarşamba pazarına çevirmek : iyice dövmek, yüzünü gözünü kan içinde bırakmak.

Suratını ekşitmek: Hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle belli etmek.”Bütün gün suratını ekşitip durdu.”

Sus payı: Bildiği bir şeyi söylememesi İçin bir kimseye verilen rüşvet susmalık.

Sus payı: Bir kimseye bildiklerini söylememesi karşılığında verilen para, susmalık.

Advertisement

Suspus olmak : Herhangi bir uyarı, tehdit, ya da tehlike karşısında sesini çıkaramamak.

Susta durmak: -1. Köpek arka ayaklarının üzerinde kalkarak ve ön ayaklarını göğüs hizasında hafifçe bükerek durmak. -2. Bir kimse, nü fuzlu ya da güçlü bir insanın karşısında korku ve saygı ile durmak, çekingen davranmak.

Sustaya kalkmak: Köpek susta durmak üzere arka ayakları üzerine kalkmak

Suttani tembel: Çok tembel kimse.

Suya götürüp susuz getirmek (biri, başkasını) : Bir kimseden daha akıllt olmak, o kimseyi kolayca aldatabilecek kadar kurnaz olmak.

Suya götürüp susuz getirmek: Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli olmak.

Suya sabuna dokunmamak: Sakıncalı konulardan uzak durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol tutmak.”Başına gelen son belâdan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi.”

Suya sabuna dokunmamak: Hiç kimseyi rahatsız etmeyecek, hiçbir sorun yaratmayacak bir yol izlemek, kendisine zarar gelmeyecek bi çimde davranmak.

Suyu baştan (başından) kesmek : Bir işi, sorunu ayrıntılarını konuşmaya gerek duymadan temelinden çözmeye çalışmak.

Suyu bulandırmak : Yolunda giden bir işin bozulması için girişimde bulunmak

Suyu bulandırmak: İyi, olumlu, yolunda giden bir işi art niyetle karıştırmak.”Sen de suyu bulandırmasan olmaz değil mi?”

Advertisement

Suyu görmeden paçaları sıvamak: bk. Dereyi görmeden paçaları sıvamak.

Suyu ısınmak (kaynamak) (birinin): Bir kimsenin şu ya da bu neden le görevinden uzaklaştırılması (yada öldürülmesi) yakınlaşmak.

Suyu kaynamak: İş başından uzaklaştırılması zamanı yakın olmak.”Sen de suyu kaynayanlar arasında yer alıyorsun.”

Suyu mu çıktı? (bir yerin): “Bu yerin beğenilmeyecek nesi var ki kalmak istemiyorsun?” anlamında.

Suyu mu çıktı?: “Beğenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmıyorsun?” anlamında kullanılır.

Suyu nereden geliyor? ; bk Değirmenin suyu nereden geliyor?

Suyu nereden geliyor?: “Bu işi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor.” anlamında kullanılır.

Suyun başı: 1. Suyun çıktığı yer, kaynak. 2. En çok yarar sağlanacak yer. 3. Bir iş için en önemli, iş en son kendisinde bitecek kişi, mevkii.”Yorgun bedenlerini suyun başındaki çimenlerin üstüne bıraktılar.”

Suyun başı: En çok kazanç ve yarar sağlayan yer, mevki vb .

Suyuna gitmek: Söz ve davranışlarını o kimsenin istek ve eğilimlerine uygun biçime getirmek.

Suyunca gitmek: Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranışlarını onun isteğine, eğilimlerine uydurmak.”Aman kızım kocanın suyunca git de sana zarar vermesin.”

Advertisement

Suyunu çekmek : Özellikle para harcana harcana tükenmek.

Suyunu çekmek: 1. Yemek çok kaynayıp hiç suyu kalmamak. 2. Bir şeye özellikle de para harcanıp tükenmek.”Paralar suyunu çekti, ağanın da forsu bitti.”

Suyunun suyu : bk. Tavşan suyunun suyu.

Suyunun suyu: Çok uzaktan ilgisi bulunan şey.

Süklüm püklüm : Utanıp sıkılarak ya da korkup çekinerek.

Süklüm püklüm: Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak.”Süklüm püklüm yanımıza yaklaştı.

Sükûtla geçiştirmek: Asıl mesele üzerinde bir şey konuşmamak, sessizce atlamak.

Sünger çekmek (geçirmek): Herhangi bir kötü, sevimsiz şeyi olmamış kabul edip unutmaya çalışmak.

Sünger çekmek: Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış saymak.”Sen o işin üzerine bir sünger çek hele.”

Süngüsü düşük: Eski atılganlığı, neşesi, canlılığı, etkinliği kalmamış.”Bir hayli süngüsü düşük çıktı müdürün yanından.”

Süngüsü düşük: Keyfi, neşesi bozuk (kimse).

Advertisement

Sünnet etmek (birini) (bir şeyi) : -1. Erkelerin cinsel organının ucundaki sarkık deriyi kesmek. -2. Bir şeyi, bir bölümünü kesip vermek.

Sürçülisan etmek: Dili sürçmek, sözcükten yanlış söylemek.

Sürek (sürgün) avı: Birçok avaran katılmasıyla çoğu kez at üzerinde avı kuşatarak yapılan avlanma biçimi.

Sürgit yapmak (bir şeyi): Onu sürekli olarak yapmak.

Sürgün avı: bk. Sürek avı.

Sürmeyi gözden çekmek: bk. Gözden sürmeyi çekmek.

Sürü sepet: Birçok kimse ya da şey.

Sürüden ayrılmak: Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol takip etmek.”Sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar mı?”

Sürüncemede bırakmak (bir işi): O işi herhangi bir nedenle sonuçlandıramamak

Sürüncemede kalmak (bir iş): O iş bir türlü sonuçlanamamak.

Sürüncemede kalmak: Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askıda kalmak.”Bizim iş sakın sürüncemede kalmasın çocuklar!”

Advertisement

Sürüsüne bereket: “Pek çok, pek bol.” anlamında.

Süsleyip püslemek (birini, bir şeyi): Onu çok süslemek.

Süsü vermek (bir şeye, kendisine, bir şey) : Herhangi bir şeyde ya da kendisinde, belirli bir nitelik varmış gibi göstermek.

Süt dökmüş kedi gibi: Bir kabahat işleyip de bu kabahatinden dolayı utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kullanılır.

Süt dökmüş kedi gibi: Suçlularınki gibi telaş ve korku içinde.

Süt kuzusu : -1. Henüz kuzu iken kesilen kasaplık hayvan. -2. Küçük çocuk. -3. Nazlı, başkalarının destek ve yardımı olmadan bir iş yap ma konusunda kararsız olan kimse İçin alay yollu söylenir.

Süt kuzusu: 1. Henüz meme emen kuzu. 2. Çok küçük bebek, yavru, korunması gereken küçük çocuk. 3. Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse.”Daha süt kuzusu o, nasıl kıyılıp da vurulur ona?”

Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak.”Ortalık bir anda süt liman olmuştu.”

Sütliman olmak (ortalık): Bir yer, ortalık sessiz, sakin, kavgasız çekiş mesiz duruma gelmek.

Sütü bozuk: Mayası bozuk, kötü soydan gelen ve ahlâksızlık eden kimse.”Senin gibi sütü bozuklara selâm verilir mi?”

Sütü bozuk: Soysuz, aşağılık (kimse). (Kars. Tüyü bozuk.)

Advertisement

Sütüne havale etmek: Bir işi yapıp yapmamasını onun vicdanına, ah lakına bırakmak.

Sütüne kalmak: Bir şeyi yapıp yapmamak onun insanlığı, namusu, ahlakı ile ilgili olmak. (Kars, İnsafına kalmak.)

DEYİMLER

deyimler-1

Deyimler Sözlüğü
A BCÇDEFGHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ


Leave A Reply