Türk Edebiyatının Tarihi ve Dönemleri Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Türk edebiyatı ile ilgili olarak genel bilgilerin verildiği yazımız. Türk Edebiyatının dönemleri ve Türk Edebiyatının belli başlı eserleri ve sanatçıları hakkında bilgiler.

TÜRK EDEBİYATI dünyanın en eski edebiyatlarından biridir. Çünkü edebiyat, ilksel yaşayıştan kurtulup uygarlaşmaya başlayan, yığınlıktan kurtulup uluslaşma yoluna giren topluluklarda ilk meydana gelen kültür ve sanat davranışlarındandır. Bu bakımdan «Edebiyatı en eski olan ulus, kendisi de en eski olan ulustur» sözüne hak vermek gerekir.

Dünyanın en eski uluslarından biri olan Türkler’in de çok eski bir edebiyatları vardır. Bu ilk edebiyat, yazıdan çok önce olduğundan sözlü bir edebiyattır. Sözlü olduğu için de yüzyıllar içinde yıpranmış, dağılmış, kaybolmuş, zamanımıza kadar asıl ürünleri de^il, ancak bazı izleri, anıları gelebilmiştir.

Şamanizm

Şamanizm

Sözlü ilk Türk edebiyatının başlangıcı eski Şamanlık çağlarına kadar uzanır. Önceleri dini önder, sihirbaz, yargıç olan Şamanlar, daha sonra, hekim niteliğine de bürünürler. «Yuğ», «sığır», «şölen»… gibi çeşitli törenlerde yaptıkları hareketler raksı, söyledikleri sözler de edebiyatı hazırlamıştır.

Şamanların evrimleşmesi «kam», «ozan», «baksı» gibi adlarla anılan ilk halk şairlerini, saz şairlerini meydana getirmiştir. Diyar diyar dolaşan kamlar, ozanlar, baksılar ya kendi duyuşlarını, ya da dilden dile geçerek atalardan gelen masalları, manzumeleri, atasözlerini, bilmeceleri, ilgi çekici bir şekilde, halka anlatarak hayatlarını kazanırlardı. Türk edebiyatının ilk ürünü folklor niteliği taşıyan bu «anonim» (yazarı bilinmez) konulardır. Sonraları bunlara destanlar da katılmıştır.

Oğuz Kağan Destanı

Oğuz Kağan Destanı

Eski Türk Destanları

Eski Türk destanlarından en ünlüleri Alp Ertunga, Oğuz, Ergenekon’dur. Çeşitli değişik şekilleri bulunan bu destanların, ayrıca, Müslümanlıktan önceki, Müslümanlıktan sonraki değişik şekilleri de vardır. Bunlardan başka, belki Müslümanlıktan yüzyıllarca önce meydana gelmiş, zamanlar, mekânlar içinde değişik kalıplara dökülmüş Dede Korkut Masalları da bulunur.

Advertisement
Dede Korkut

Dede Korkut

Müslümanlıktan önceki sözlü Türk edebiyatına ait ürünlerden bir kısmını bize ulaştıran tek kaynak, XI. yüzyılın ikinci yarısında Kâşgarlı Mahmut tarafından yazılmış olan «Divan-ü Lûgat-it Türk»tür. Araplar’a Türkçeyi, Türkler’e de Arapça’yı öğretmek amacı ile yazılmış bir dilbilgisi – sözlük olan bu eserine yazar, gerek Müslümanlıktan önceki, gerek Müslümanlıktan sonraki ilk Türk edebiyatından hayli zengin örnekler almıştır.

«Divan-ü Lûgat’it Türk»teki bu örnekler dışında Türk elili ve edebiyatına ait en eski belge Orhun Yazıtları’dır. VIII. yüzyılda Güneydoğu Sibirya’da Köktürk Hakan’la vezirleri tarafından taşlara kazılarak meydana getirilmiş bu yazıtlarda, ulusal bir felâket geçirerek Çinliler’in boyunduruğuna girmiş olan Türkler’in, sonradan bu felâketten nasıl kurtuldukları anlatılır; devleti yönetenler tarafından ulusa hesap verilir; özgür yaşama konusunda yollar gösterilir. Yazılı Türk edebiyatının bugün için bilinen en eski örneği olan Orhun Yazıtları, engin bir özdenlik içinde hitabe edası taşır, olayları çok güçlü bir mantık zincirlemesi ile anlatır. Bunların yanında, anlatımda hem destan niteliği hem de duygu ve düşünce derinliği görülür. Orhun Yazıtları, bundan 1200 yıl kadar Önce Türkler’in zengin, işlenmiş bir edebiyat dili olduğunu ispatlaması bakımından da çok Önemli bir eserdir.

Divânu Lügati't-Türk

Divânu Lügati’t-Türk

Türkler, İslâmlıktan önce, bu yazıtların yazılmış bulunduğu Orhun harflerinden sonra Uygur harfleri denilen başka bir alfabe daha kullanmışlardır. Güneydoğu Asya Türkleri arasında gelişip yayılan Uygur alfabşsi, özellikle, Türkler’in Müslüman’laşmasından sonra yaygın bir hal almış, etkisini kaybede ede, XV. yüzyıla kadar kullanılmıştır. Uygur alfabesi’nin Türkler’in Müslüman’laşmasından önceki çağlarına ait bir kısım metinler bugün elde bulunmaktadır. Ancak, bu metinlerde, Orhun Yazıtları’nda olduğu gibi, edebî değer ve nitelik yoktur. Didaktik bazı konulardan ibaret olan Uygur metinleri, basit, yavan bir üslûptadır.

Türk Edebiyatının Başlangıcı

Yukarıdaki misaller bir yana bırakılırsa, Türk edebiyatının asıl başlangıcını XI. yüzyıl olarak almak gerekir. Bu çağda Kâşgar – Balasagım çevresinde Hakaniye (Karahanlılar) adlı ilk Müslüman Türk devleti kurulmuş bulunuyordu. Gene o sıralarda dile Arapça, Farsça kelimeler girmeye başlamıştı. Yalnız, henüz Uygur alfabesi kullanılmaktaydı. Yusuf Hashacip adlı bir devlet adamı ve düşünürün «Kutadgu Bilik» (Mutluluk veren bilgi) adındaki didaktik konulu manzum eseri, Müslümanlıktan sonraki Türk edebiyatının ilk başlangıcı olarak bu çağda, bu devlet sınırları içinde yazılmıştır. «Kutadgu Bilik”in edebî niteliğinden, konusundan daha büyük olan önemli, yabancı kelimelerin, aruz vezninin, bir kelime ile, Müslümanlık etkisinin Türk kültür ve sanat hayatına sızışını belgeleyen ilk eser oluşudur.

Atabetü'l Hakayık

Atabetü’l Hakayık

«Kutadgu Bilik»ten sonra, gene XI. yüzyılda, gene Uygur harfleriyle, gene aynı etkilerle dolu «Aybetül hakayik», ya da «Atabetül hakayik» adlı eser gelir. Edib Ahmed adlı bir zat tarafından yazıldığı bilinen bu eser de didaktik niteliktedir; ancak, dil, ölçü, anlatım yönlerinden daha zayıf yapıdadır.

Bu iki eserden sonra Türk dili için, Arapça, Farsça karşısında, bir çeşit ölüm-kalım savaşı başlar, Ama, sonunda şuurlu Türk aydın ve sanatçılarının çabaları üstünlük kazanır; Türkçe, derişik bölgelerde değişik diyeleklere ayrılmakla birlikte, edebî bir dil olarak evrimleşmesini tamamlar. Meselâ Karahanlılar devri Türkçesi, «Hakaniye diyeleği» olarak, Mâveraünnehir, Harzem, Altın Ordu çevrelerinde eserler verir ki bunlar arasında Kutb’un «Hüsrev’le Şirin»i Harezmi’ nin «Muhabbetname»si XIV. yüzyılın güçlü edebiyat ürünleridir. Aynı diyelek, aynı bölgede XV. yüzyılda «Gülistan» çevirisini yapan Seyfi Sarayî, Mîr Haydar, Lûtfi, Sehhâki gibi değerli Şairler yetiştirmiştir. Hakaniye diyeleği XV. yüzyıldan sonra Çağatayca adını almış, bu diyelekte de Ali Şir Nevai, Babür Şah gibi gerçekten üstün değerler görülmüştür. İçli, derin bir şair olan Ali Şir Nevai’nin «Muhakemetül Lugateyn» adlı kitabı, Türkçe’nin savunmasını yapan birkaç şerefli ülkücü kitaptan biridir. Babür- Şah’ın «Babürname»si ise Türkçe’deki seyahat ve otobiyografi türünün başlangıcıdır.

Advertisement

Hakaniye diyeleğinden ayrı birer büyük dal halinde gelişen Oğuz diyeleği ile Doğu Oğuz Türkçesi (Azeri diyeleği) XIII. yüzyıldan başlayarak, Horasan’ın büyük şehirlerinde, Bağdat’ta, Tebriz’de önemle yerleşmiş, eski Oğuz Destan’ın kalıntılarından şekillenen Dede Korkut Masalları, bu Türkçe’nin halk dilindeki değişik şekli olarak meydana gelmiştir. Köroğlu, Şah İsmail, Aşık Kerem’den sonra Azeri diyeleği; klâsik ölçüde Hasanoğlu, Erzurumlu Darir, Kadı Burhanettin, Nesimî, Ruşenî, Habibî, Fuzulî gibi büyük sanatçıları da yetiştirmiştir. XVIII. ve XIX yüzyıllarda son pırıltılarını veren Azeri diyeleği Zâkir, Kaadir, Sâbir, Mirza Fethali Ahundof Işrdan sonra ne yazık ki Azerbaycan’daki Rus kültür baskısı altında özgürlüğünü kaybetme bahtsızlığı ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır.

Anadolu Türk Edebiyatı

Oğuz Türkçesi’nin Batı Oğuz Türkçesi daha yaygın bir deyimle Anadolu diyeleği (Anadolu Türkçesi) dalına gelince; bilindiği gibi Anadolu Türkçesi, bu Türkçe’nin dil ve edebiyatı yüzyıllardır Türk kültür ve egemenliğinin timsali olmuş, önderliğini yapmıştır. Çok eskiden beri süregelen bu durumun sonucu olarak, Türkiye Cumhuriyeti devleti gibi, Anadolu Türkçesi de, bugün 70 milyonluk Türk dünyasının tek özgür, canlı anıtı halinde ayakta durmakta, gelişmesine devam etmektedir.

Anadolu Türk edebiyatı, Anadolu’nun Türkleşmesinden sonra, genel olarak XIII. yüzyıldan bu yana doğup gelişmeye başlamıştır. Bu gelişmede çeşitli sebepler yüzünden, bir «ikiye ayrılma» göze çarpar; bu ayrılma sonucu edebiyatımız 1) Halk Edebiyatı; 2) Divan Edebiyatı olarak birbirinden dil, vezin, şekil, estetik, hattâ duygu düşünce bakımlarından farklı iki ayrı yönde yürümüştür. Öte yandan, halk edebiyatında da A) Din dışı (Lâtini) halk edebiyatı; B) Tasavvu-fî halk edebiyatı (Tekke edebiyatı) bölümleri ayrılmıştır.

Her yüzyılda yaşamış en ünlü Türk edebiyatçılarını, çağları içinde topluca şu şekilde Özetliyebiliriz: 1. —Tanzimat’a kadarki Türk edebiyatı (XIII – XIX. yüzyılda); 2,— Tanzimat’tan günümüze kadar olan Türk edebiyatı.

Tanzimat Öncesi Türk Edebiyatı

Anadolu’da XIII. yüzyılda başlıyan Türk edebiyatının kurucuları, genel olarak, tasavvuf felsefesine bağlı, bu inançları geniş halk yığınlarına yaymak amacında olan kişilerdir. XII. yüzyılda Horasan’da Ahmet Yesevî adlı şair bir Türk dervişi tarafından açılan bu çığır, XIII – XIV. yüzyıllarda Anadolu’da süregelmiştir. Demek oluyor ki Anadolu’da vücuda gelen İlk Türk edebiyatının karakteri halka yönelmiş bir tasavvuf edebiyatıdır. Yunus Emre, Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Aşık Paşa gibi edebiyatçıların yönettikleri XIII – XIV. yüzyıl şiirinde dil hayli durudur.

Yabancı estetik, yabancı kalıplar pek revaçta değildir. Din ideolojisinin yanında belirli bir ulusal zevk özelliği de göze çarpar. Özellikle Yunus Emre’de, Aşık Paşa’da bu yönler çok kesin ve keskindir. Öte yandan, gene o çağda bu sayılanların yanı sıra edebiyatımıza Iran zevkini, kalıplarını getirmeye başlayan, din dışı »şiirler yazan kişilere de rastlanır. Gazel tarzının Türkiye’de ilk başarılı, duygulu ustası Hoca Dehhanî, Gülşehrî, Hoca Mesut bunlar arasındadır. Timur’un, Yıldırım Bayezit’in çağdaşı, Divan edebiyatının gazel ve mesnevî tarzı öncülerinden Ahmedî’yi de onlara katmak gerekir.

Süleyman Çelebi

Süleyman Çelebi

XIV – XV. yüzyıllar aarsında yaşıyan, «Mevlid»i ile hem din, hem de edebiyat ve sanat çevrelerinde ölmezliğe ulaşmış bulunan Süleyman Çelebi; XV. yüzyıl divan şairlerinden Ahmet Paşa, Necati, Şeyhî de; Anadolu edebiyatının başlangıç devrelerinde en başta gelen şairlerdir. Ahmet Paşa, şiir dilini halk dilinden uzaklaştıranların başında gelen, İran zevkini, İran şiiri konularını edebiyatımıza bollukla aktaran bir kişi olmakla birlikte, duygu dolu hayalleri, derin lirizmi ile gerçekten büyük, güçlü bir şairdir. Şeyhî ise gazelleri, «Hüsrev-ü Şîrîn» çevirisiyle, edebiyatımızın ilk hicivli mizah örneği olan «Harname»si ile tanınmıştır. XIV., özellikle XVII. yüzyılda saflığını, anlam değerini çok kaybedip, yalnız bir fantezi aracı haline getirilen nesir dili XV. yüzyılda henüz öz benliğini kaybetmemiş durumdadır.

Fuzuli

Fuzuli

XVI. yüzyıl, Türk şiir ve edebiyatının en parlak çağlarından biridir. Bu yüzyılda Divan şiiri imparatorluğun doğu dolaylarında Türk edebiyatının en ünlü aşk ve lirizm şairi Fuzulî, merkezde, İstanbul’da ise gene en büyük debdebe, tantana, ihtişam şairi Bakî’yi yetiştirmiştir. Fuzulî, Azeri diyeleğine çalan diline rağmen, daha çok Anadolu Türk edebiyatının malı olarak tanınmış, sevilmiştir; ayrıca, devrinin bilginleri arasında da sayılır. Üç doğu dilinde de (Türkçe, Arapça, Farsça) divan düzenlemiş, gazelleri, kasideleri kadar mesnevi tarzındaki eserleriyle sevilmiştir. «Leylâ ile Mecnun» ise Türk edebiyatının klâsikleşmiş eserlerinden biridir. Kanunî Sultan Süleyman’ın Şahsî dostu olan Bakî’ye gelince; o, gazelde Divan şiirinin en büyük ustası olarak kabul edilir. Türk edebiyat dili o çağda en gelişmiş derecesine onunla ulaşmıştır. Kanunî’nin ölümüne yazdığı «Mersiye»si ise bu tarzda yazılmış eserlerin en güzel, en derin, en değerli olanıdır.

XVI. yüzyılda şiirde bu iki kişiden başka daha birçok değerler bulunmaktadır. Divan edebiyatında, tarih yazarlığı alanında da büyük değerler yetişmiş, bir çeşit edebiyat tarihçiliği, edebiyat eleştirmesi olan «tezkere-i şuara» yazarlığı ela ilk defa bu yüzyılda başlamıştır. Alî, Hoca Sadettin, Lâtifî gibi kişiler bu alanların tanınmış yazarlarıdır.

XVII. yüzyıl, Osmanlı devletinin en bunalımlı bir çağı olduğu halde, edebiyat, kültür alanındaki gelişmeler devam etmiştir. Gazel ustası Şeyhülislâm Yahya ile didaktik şiirin temsilcisi Nâbî, kaside ve hiciv şairi Nef’î bu yüzyılda yaşamışlardır. Tezkere-i şuara ve tarih alanlarında da gene önemli eserlerin meydana getirildiği XVII. yüzyılda, özellikle nesirde, dikkate değer bir durum göze çarpar. Bu devir nesrini, «Fantezi ve faydasız nesir», «Faydalı nesir» olarak ikiye bölmek mümkündür. Birçok edebiyatçılar, bu arada Veysî, Nergisî Türk nesir dilini baştan başa Arapça, Frasça kelimelerle, kurallarla, tamlamalarla doldurup süslü, tamamiyle yapmacık, boş, faydasız fanteziler yazarlarken, öte yandan Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi gibi iki Türk aydını, onların tam tersi bir yolda yürümüşlerdir. Kâtip Çelebi, moral bilimlerde, bibliyografya alanında, ünü Batı dünyasında da yayılmış bir Türk bilginidir. Yapmacıksız, tabiî bir dille kaleme aldığı eserleri, özellikle «Keşf-iz Zünun» adındaki bibliyografya eseri gerçekten değerlidir.

Daha da katıksız bir dille yazan Evliya Çe-lebi’ye gelince; bu ünlü Türk aydınının 10 cilt tutan «Seyahatname»si dilinin duruluğu bakımından olduğu kadar, anlattıklarının XVII. yüzyıl yaşayışına ışık tutması bakımından da değer taşır.

Advertisement

XVI yüzyılda önemli temsilciler yetiştirmiş bulunan halk edebiyatı gelişmesine XVII. yüzyılda da devam etti. Yalnız çağının değil, bütün Türk şiirinin unutulmaz büyük, coşkun ve duygulu şairi olan Karacaoğlan’ın, XVII. yüzyılda, güneydoğu Anadolu’da yaşadığı bilinmektedir.

XVIII. yüzyılın ilk yarısında yaşıyan Nedim’le, son yarısında yaşıyan Şeyh Galip, Türk edebiyatının en yüksek zirvelerinden ikisini teşkil ederler. Divan şiirine natürel insan yaşayışı, soyut kavramların berisindeki bilinen canlı aşk konusunu, çağının dekorunu, manzarasını getirmekle eskilerden ayrılan Nedim’de, küçük ölçüde de olsa, dil ve anlatım bakımından halka, ulusal zevke ele bir yöneliş görülür (Bk. Nedim). Coşkun, alabildiğine özden bir tasavvuf şairi olan Şeyh Galip ise, tümü ile bu eğilimde verdiği şiirlerinde «sâf şiir» denilen gerçek şiirin, öz şiirin sırrına ermiş bulunmaktadır. Sen-bolizmin ilk ve gizli sezgilerine, Fransa’da doğuşundan çok daha önce, Şeyh Galip’te raslamak kabildir. Şairin «Hüsn-p Aşk» adlı mesnevisi de, gazellerinden önemli bir kısmı da onun engin, hassas benliğini gösterir.

XVIII. yüzyılda, XIX. yüzyıl başlarında Divan şiiri zevkinde yazan daha bir hayli şairler görülür. Ancak, Nedim’le Şeyh Galip’ten sonra Divan edebiyatı gücünü, canlılığını kaybetmiş, devrini tamamlamış bir manzara gösterir. XIX. yüzyılın birinci yarısındaki Tanzimat hareketi ile bu hareketin kültür, sanat dalı olan Tanzimat Edebiyatı’ ise; XI. yüzyıldan beri süregelen bu eskimiş edebiyata kökünden son vermiştir. Bu çağdan başlıya-rak Türk Edebiyatı, yönünü Doğu’dan Batı’ ya çevirmiş, dilde ulusal kaynaklara eğilmiştir. Ölçü, şekli, kalıp, duygu, düşünce konularında da Doğulu eski i bırakmıştır.

XIII. yüzyıldan beri, divan edebiyatı ve halk edebiyatı olarak iki kola ayrılan Türk edebiyatı, ancak XVIII – XIX. yüzyılda her iki kolun bazı temsilcilerinin —Nedim, Vasıf, Fazıl, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Aşık Derdli gibi kimselerin — davranışları sonucu yeniden yakınlaşma belirtileri göstermiştir. Tanzimat Edebiyatı’ndan bu yana ise edebiyatımız hem Batılılaşma, hem de bütün topluma tümü ile yönelme yoluna girmiştir.

Tanzimat Sonrası Türk Edebiyatı

Şinasi ile başlayan Tanzimat Edebiyatı, Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdülhak Hâmit Tar-han’Ia gelişmiş, Recaizade Mahnıud Ekrem, Ahmet Mithat Efendi, Sami Paşazade Sezai ile daha sonraki kuşaklara iletilmiştir.

Servetifünun Edebiyatı, (Edebiyat-ı Cedide) ise Tanzimat’tan sonra, daha Batılı, lâkin ona nazaran daha az yerli bir edebiyattır. Tev-fik Fikret, Halit Ziya, (Uşaklîgil), Cenap Şe-habettin ve arkadaşlarının meydana getirdiği bu edebiyat topluluğundan sonra renksiz bir hareket olan Fecr-i âti Edebiyatı gelmiştir (Bk. Tanzimat Edebiyatı; Edebîyat-ı Cedide; Fecr-i âti Edebiyatı).

Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı

Cumhuriyet’ten sonraki Türk Edebiyatı’nın ilk hazırlayıcıları 1908 Meşrutiyetinden sonraki yıllarda yetişmişlerdir.

Selanik’te çıkan «Genç Kalemler» dergisinin çevresinde bir kısım edip, şair ve düşünürler toplanmışlar, yeni edebiyatın genel ilkeleri üzerinde bazı düşünceler ortaya atmışlardı. Ziya Gökalp, Ali Canip, (Yöntem) Ömer Seyfettin’in yürüttüğü «sade lisan ve hececilik» akımı kısa zamanda benimsendi, tutundu. Bunun sonucu olarak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falîh Rıfkı Atay, Refik Halit Karay, Halide Edib Adıvar, Reşat Nuri Gün-t^kin gibi genç hikâyeciler, romancılar arı dile yöneldiler.

«Hecenin Beş Şairi» diye anılan 5 genç şair de, dille birlikte, hece veznini de kuvvetle benimsemişler, eserlerini bu yeni ölçülerle vermişlerdi. Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Be-hiç Koryürek ve Halit Fahri Ozansoy’dan meydana gelen Hecenin Beş Şairi topluluğu; şiirimizde duru, katıksız türkçenin yerleşmesinde, aruz vezninin Türk nazmından uzaklaştırılmasında önemli rol oynamışlardır.

1908 sonrası ile cumhuriyet devrinin bîr kısmını kapsıyan yıllardaki değerli şairlerimizden ikisi de «İstiklâl Marşı» yazarı Mehmet Akif Ersov ile, şiirde kendine özel bir yolu bulunan Rıza Tevfik Bölükbaşı’dır.

Yukarıda adı geçen hikâye ve romancılarla şairler, asıl önemli eserlerini cumhuriyetten sonra verdiklerinden bu devrin temsilcileri sayılırlar. Cumhuriyet devrinin iki büyük şairi; Ahmet Haşim ile Yahya Kemal Beyatlı aruz veznini kullanmakta devam etmekle, bîr kısım eserlerinde clil bakımından oldukça eskiye bağlı kalmakla, özellikle hececilerden ayrılmış durumdadırlar.

Advertisement

Eserlerini tümü ile Cumhuriyet devrinde vermiş ilk önemli şair ve edipler arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Necmettin Halil Onan, Ömer Bedrettin Uşaklı, Kemalettin Kamu, Orhan Şaik Gökyay, Abdülhak Şinasi Hisar gibi yazarları sayılır.

1928’de «Yedi Meşale» adlı bir şiir kitabı yayınlıyan 7 genç şair (Yaşar Nabi Nayır, Sabri Esat Siyavuşgil, Vasfi Mahir Kocatürk, Kenan Hulusi, Ziya Osman Saba, Muammer Lûtfi ve Cevdet Kudret Solok) hececilerin yaptıklarını geliştirmek gibi bir hizmetten başka, şiirimize bîr çeşit emprasyonizm de getirmek suretiyle, bugünkü modern Türk şiirinin doğmasına zemin hazırlamışlardır. Onlardan sonraki yıllarda Ahmet Muhip Dra-nas, Cahit Sıtkı Tarancı ile başlıyan yeni şiir, şekilde vezinle kafiyeyi bir yana itmiş, konuda ise alabildiğine özgürlüğe yönelmiştir. Orhan Veli Kanık’ın önderlik yapmış olduğu yeni Türk şiirinin en tanınmış elemanları arasında Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu, Salâh Birsel, Cahit Külebi, Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal başta gelir. Son yıllarda hızlı bir tempo île gelişen Türk şiiri, bugün daha yeni akımlarla karşı karşıya bulunmaktadır.

Çağdar Türk hikâye ve romanının en ünlü yazarlarından biri Sait Faik Abasıyanık’tır. Anadolu köylüsüne, yurt gerçeklerine ısrarla eğilmiş bulunan bugünkü hikâye ve roman yazarlarımızın belli başlıları Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Samim Kocagöz’dür. Bu arada Yaşar Kemal’in bazı romanları birçok Batı dillerine çevrilmiştir.


Leave A Reply