Türk Müziğinin Tarihi

0
Advertisement

Türk müziği tarihi ve gelişimi ile ilgili olarak genel bilgiler. Türk müziği denilince ne anlarız ve Türk müziği nasıl gelişmiştir.

TÜRK MÜZİĞİ, esas bakımından, yüzyıllarca tarihi olan eski bir sanat koludur. Yalnız genel olarak, «alaturka» denen «klâsik Türk müziği» bir yana bırakılacak olursa, bugünkü anlamiyle Türk müziği en yeni doğan sanat kolumuzdur diyebiliriz.

Batı dünyasında, «müzik» deyince, genel olarak, çoksesli müzik anlaşılır. Teksesli müzik çok eskiden beri bir yana bırakılmış, bütün müzikçiler çoksesli müzikle uğraşmışlardır. Bizde ise çoksesli müziğin tarihi pek yenidir. Atatürk Devrimleri’ne kadar yurdumuza tam anlamı ile çoksesli müziğin girmediği söylenebilir.

Cumhuriyet’e kadar yurdumuzda müzik iki ayrı kol halinde gelişmiştir. Birbirine hiç benzemeyen bu kollardan biri «halk müziği», öbürü de «alaturka» adını verdiğimiz, gene teksesli fakat oldukça gelişmiş «klâsik Türk müziği»dir.

Bunlardan halk müziği tamamen bizim olan, köküyle, gelişmesiyle ulusal özelliklerimizi yansıtan bir müziktir. Her ulusta olduğu gibi bizde de halk çeşitli duygularını, sevinçlerini, yaslarını, yakarışlarını anlatmak için müzikten yararlanmıştır. Böylece, yüzyıllar boyunca sürüp gelen, yenilenen, tazelenen halk müziğimiz ortaya çıkmıştır.

Halk müziğinin en belirli parçası türkülerdir. Türkülerin vazgeçilmez çalgı aracı da sazdır. «Aşık» adı verilen saz şairleri hem türkü söylemişler, hem de saz çalmışlardır. Bugün de Anadolu’da birçok saz şairi vardır. Anadolu dış etkilere kapalı olarak kendi öz müzik beğenisini sürdürmekte, yeni yeni saz şairleri yetiştirmektedir.

Advertisement

Saz şairleri en çok, Anadolu halkının bitip tükenmek bilmiyen dertlerini anlatırlar. Bunun yanında onların aşkları, savaşları, sevgileri, tutkuları, kızgınlıkları, yakarışları türkülerde dile gelir. Yurdumuz halk müziği bakımından çok zengindir. Hattâ Anadolu’nun çeşitli bölgelerinin değişik türkü karakterleri vardır. Bir Karadeniz havası ile bir Ege zeybeği değişik özellikler gösterir.

Bu müziğin yanı sıra halk dansları da gelişmiştir. Davulla zurnanın da işe karıştığı halk danslarımız ilkelliklerine rağmen çok etkileyici, çok canlıdır. Hareket, tempo, düzen bakımından birçok uluslarınkinden ileridir. Müzikte olduğu gibi dansta da sayıca çokluk, çeşitlilik görülür. Anadolu’nun her bölgesinin kendine has bir oyunu vardır.

Böylece, Türk milleti, duygularını, geçmişini bu iki türle anlatagelmiştir. Yüzyılları aşan bir geçmiş oyunları da, türküleri de zenginleştirmiş, geliştirmiştir. Yalnız, bu halk sanatı, yapısı gereği, basit, ilkel kalmıştır. Bu arada müzik teksesten çoksese geçememiştir; oyunlar bîr kurala, koreogra-fik bir düzene kavuşamamıştır. Bu iş, Batı’ nın tekniğiyle bizim özelliklerimizi birleştirmeyi bilecek Türk sanatçılarına düşmektedir. Halk müziğimiz, oyunlarımız, müzikçiler için de, baleciler için de bitip tükenmek bilmiyen birer kaynaktır.

Bu halk müziğinin dışında yurdumuzda başka bir müzik daha ortaya çıkmış, gelişmiştir. Bu müziğe «alaturka» adını veriyoruz. Bu müziğin kökleri, kaynakları çok karışıktır. Bizans’ın, Arap dünyasının müzikleri etkisi altında Türk müzikçileri tarafından yaratılmış olan bu müzik, ilk önceleri sarayda, saray çevresinde ilgi görüp ilerlemeye başlamıştı. Müziği seven padişahlar bestecileri tutmuşlar, onları değerlendirmişlerdir; hattâ beste yapan, makam yaratan padişahlar bile çıkmıştır. Böylece, saray çevresinde şarkılar öğretilmiş, kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı saz takımları kurulmuş, güzel sesliler saraya toplanmıştır. Alaturka müzikte adını duyurmuş olan besteciler hep saraya girmişlerdir.

Zamanla bu müzik türü de saraydan dışarı çıkarak şehirli halka yayılmıştır. İstanbul bu bakımdan uzun zaman başta gelmiştir. Saray dışında da besteciler yetişmeye başlamış, İstanbul halkının sevgisini kazanmışlardır. Daha sonraları alaturka İstanbul dışına da taşarak bütün Türkiye’ye yayıldı. Bestecilerin yanında ünlü çalgıcılar, ünlü şarkıcılar yetişti. Tekniğin ilerlemesi sonunda müzik, dolayısı ile alaturka müzik, yurdumuzun en uzak köşelerine kadar özellikle teknolojik aletlerin gelişmesi ve yaygınlaşması ile girmiştir. Günümüzde radyo, televizyon ve internet sayesinde müziğin ulaşamayacağı bir alan kalmamıştır.

Çoksesli Batı müziği çok yakın zamanda gene saray yoluyla Türkiye’ye girmiştir. Bazı padişahlar Batı’dan müzikçiler, ya da orkestralar getirtip saraylarında dinlemişlerdir. Daha sonraları İstanbul’da bazı aileler Batı müziğini benimsemiş, dinlemeye, öğrenmeye başlamışlardır.

Advertisement

Atatürk, Cumhuriyeti kurup yurdumuzu büyük hızla ileri götüren, batı uygarlığına yaklaştıran devrimlerine başlayınca, bütün sanat kolları gibi müziğe de büyük önem verdi. Batının çoksesli müziği yanında bizim, gerek halk müziğimiz, gerekse klâsik müzik yetersiz, ilkel kalıyordu. Bunu da gören Atatürk çoksesli Batı müziğini yurdumuzda yaymak, halka sevdirmek için çalışmalara girişti. Genç Cumhuriyeti’mizin aydınlarına, sanatçılarına bu alanda büyük ödevler düşüyordu. Bu yolda çalışmalar Atatürk zamanında büyük bir hızla başladı, ondan sonra da, hızını biraz kaybetmekle birlikte, devam etti. Yurdumuzda Batı müziğini öğreten konservatuvarlar açıldı, radyolar çoksesli müziğe geniş ölçüde yer verdiler. Orkestralar, korolar, operalar kuruldu. Bazı müzikçiler ise batı tekniğini kullanarak beste yapmaya başladılar. İlk adım atılmıştı artık. Bundan sonra Türkiye’den dünya çapında bestecilerin, yorumcuların çıkması beklenebilir. Hattâ çıkmaya başladı. Bugün, dünya müziğinin ölçüleri içinde bîr Türk müzik okulunun var olduğu söylenemezse de kendini kabul ettirmiş bestecilerimiz vardır.

Çoksesli Türk müziğinin gösterdiği gelişmelerin yanı sıra Türk operası da doğdu. Bir yandan, Devlet Operası kurulurken bir yandan da yeni Türk bestecileri Avrupalı çağdaşları ile boy ölçüşebilecekleri operalar yarattılar. Bu arada Adnan Saygun’un «Kerem», Nevit Kodallı’nın «Van Gogh» operaları yeni Türk müziğinin gerçekten başarılı eserleridir. Çoksesli Türk müziğini Batı dünyasına duyuran, Batı’daki konserlerde eserleri, ya da icraları ile yer alan müzikçilerimiz arasında orkestra şefi ve besteci Cemal Reşit Rey’i, soprano Leylâ Gencer’i, Türk virtüozlarından piyanist İdil Biret’le viyolonist Aylâ Erduran’ı sayabiliriz.


Leave A Reply