Hayvanların Hakları Var Mıdır? Felsefede Bu Sorunun Cevabı Nedir?

0
Advertisement

Hayvan hakları var mıdır? Hayvan hakları ve insanların yaptığı yanlışlar nelerdir, felsefede bu sorunun cevabı nedir, nasıl değerlendirilir?

Hayvanların Hakları Var Mıdır?

2000’lerin ilk on yılı boyunca dünyada her yıl:
yaklaşık 50 milyon hayvan bilimsel araştırma ve deneylerde kullanıldı;
250 milyon tonu aşkın et tüketildi;
deniz ve nehirlerden yaklaşık 200 milyon ton balık ve diğer deniz hayvanları avlandı.

Bunlar yaklaşık rakamlar (çoğu hiç kayıt altına alınmamıştır) ama her yıl insanların çıkarları için çok büyük miktarda hayvanın kullanıldığı açıktır. Artık bazı insanlar -ki sayıları her geçen gün artmakta- “kullanılmak” yerine “sömürülmek” ya da “kurban edilmek” sözcüklerini tercih ediyor. Bu kimselere göre hayvanların besin ve araştırma için kullanılması ahlaki açıdan savunulmaz ve hayvanların temel haklarının çiğnenmesi anlamına gelir.

hayvan kobay

Hayvan haklarının temeli

Hayvanların hakları olduğunu neye göre söyleyebiliriz? Özünde faydacı olan yaygın bir teze göre:
1. hayvanlar acı hissedebilir;
2. gereksiz yere acı çekilmeyen bir dünya daha iyi bir dünyadır; dolayısıyla
3. hayvanlara gereksiz acı çektirilmemelidir.

İlk önerme son zamanlarda birçok tartışmaya konu olmuştur. Maymunlar ve insaymunlar gibi bize pek çok açıdan benzeyen hayvanların bizim hissettiğimize oldukça benzeyen bir acı hissetmediğini varsaymak akla yatkın görünmüyor. Gelgeldim, süngerler ve denizanaları gibi çok basit sinir sistemleri bulunan hayvanların da insanoğlu gibi acı hissetmesi aynı derecede uzak bir olasılık gibi duruyor. Bu durumda asıl güçlük, sınırı nereye çekeceğimizdir, ve iş sınır çekmeye gelince genelde olduğu üzere, keyfiyet havasını engellemek zordur. “Bazı hayvanlar acı hissedebilir” türünden bir ifade “bazı”nın kapsamı üzerinde soru işaretleri doğuracaktır.

Advertisement

İkinci önerme de oldukça sağlam gibi duruyor (tabii tek tük mazoşistleri saymıyoruz), ama önermenin içinin boşaltılma tehlikesi burada da vardır. Kimileri acı ile ızdırap arasına bir çizgi çekerek iddianın altını oymaya kalkıştı. Izdırap çekmenin hem geçmiş acıların hatırlanmasını, hem de gelecek acı beklentisini içeren karmaşık bir duygu olduğu, acının ise şimdiye ait gelip geçer bir histen başka bir şey olmadığı ileri sürüldü. Ahlaksal düşünce söz konusuysa önemli olan ızdırap çekmektir, ama hayvanlar (ya da bazı hayvanlar) sadece acı hissedebilir. Böyle bir ayrıma göz yumsak bile, ızdırap çekmek daha beter olsa bile acının kötü bir şey olmadığını ileri sürmek mantığa sığmaz.

İkinci önermenin daha sorunlu olan kısmı “gereksiz yere” kısmıdır. Çünkü muhaliflere göre insan sağlığına faydaları, ürün güvenliği vs. açısından düşünüldüğünde, hayvanların belli bir derecede acı çekmesi kabul edilebilir bir bedeldir. Eğer faydacı açıdan bakacaksak, bir tür acı hesabı yapmamız gerekir o zaman: hayvanların acısıyla insanlara yararının karşılaştırılması. Ama sırf insanların çektiği acı söz konusu olsa bir derece daha kolay olacak böyle bir hesaplama, hayvanların acıları da işin içine girince büsbütün içinden çıkılmaz olur.

Önermelere karşı getirilen bu eleştirinin sonuca zarar vermesi kaçınılmazdır. Böylece baştaki savı katı bir biçimde şu hale indirgemiş oluruz: İnsanlara (belki küçücük bile olsa) birtakım yararlar sağlamadıkça, bazı hayvanlara (belki çok azına) acı çektirmemeliyiz. Böylece “hayvan hakları” az sayıda hayvanın, eğer bunların acı çekmesi insanlara küçücük bile bir yarar sağlamıyorsa, acı çektirilmeme hakkına indirgenmiş olur.

Sokak Hayvanları

Haklardan bahsetmek doğru mu?

Hiçbir ciddi hayvan hakları savunucusunu tatmin etmeyecek bir sonuçtur bu. Yukarıda ana hatlarıyla belirttiğimiz halinden daha oturaklı ve yetkin gerekçeler de sunulmuştur.

Bunların ortak amacı, hayvanların sahip olabileceği hak iddialarını netleştirmektir. Avustralyalı filozof Peter Singer bu konuda faydacı yaklaşımın baş savunucusu olurken, Amerikalı Tom Regan’ın benimsediği görevci çizgi de epeyce etkili olmuştur. Regan’a göre hayvanlar -ya da en azından belli bir gelişmişlik düzeyinin üstündeki hayvanlar- “bir yaşamın özneleridir”; onlara birtakım temel haklar veren şey bu olgudur. Bir hayvan et kaynağı olarak muamele gördüğünde ya da deneylerde veya ürün testlerinde insan yerine kullanıldığında bu haklar çiğnenmiş olur. Bu yüzden hayvan haklarına fayda-maliyet analiziyle bakılamaz, ki bu bakış zaten faydacı bakış açısına da zarar verir.

Advertisement

Hayvan haklarının insan haklarıyla eşit olduğu görüşünü sürdürmenin zorlukları yabana atılamaz. Hatta bazı filozoflar, haklar kavramını işin içine sokmanın uygun ya da yararlı olup olmadığını sorgulamıştır. Genellikle hakların hak sahiplerine ödevler ya da yükümlülükler yüklediği kabul edilir. Haklardan söz ediyorsak bunun bir tür karşılıklı olması gerekir ki böyle bir şey insanlarla hayvanlar arasında asla var olamaz. Ortada hayvanlara uygun ve insanca muamele edilmesi gibi gerçek bir mesele dururken, bu meselenin hak hukuk edebiyatıyla allanıp pullanarak gölgede bırakıldığı dile getirilmektedir.

Türcülük

Çoğumuz başka insanları pis ve sıkış tıkış koşullar altında tutup sonra da onları yemeyiz; ya da özellikleri bilinmeyen kimyasalları çocuklar üzerinde denemeyiz; ya da biyolojilerini incelemek amacıyla insanları genetik değişime uğratmayız. Peki hayvanlara böyle davranmanın gerekçesi var mıdır? Hayvan hakları savunucularına göre, hayvanların şiarlarına insanlarınkilerle eşit dikkat ve önemi göstermeyi reddetmek için ahlaksal bazı gerekçeler olmalıdır. Yoksa bu tam anlamıyla önyargılı ve bağnaz olmak demektir. Türe dayalı ayrımcılık yapmaya “türcülük” denir. İnsan dışındaki hayvanların değer ve ihtiyaçlarına karşı temel bir saygısızlık olan türcülüğün, ırkçılık ya da cinsiyetçilikten daha savunulabilir bir yanı yoktur.

Kendi türümüzü kollayıp kayırmak ne açıdan yanlıştır? Söz gelimi aslanlar genelde yaban (omuzlarına olduklarına göre diğer aslanlara karşı daha düşüncelidir; öyleyse neden insanlar da benzer bir yandaşlık sergilemesin? insanların kendi türünden yana taraf tutması gerektiğine ilişkin birçok neden ileri sürülmüştür:

  • insanlar hayvanlardan daha yüksek zekâya sahiptir (en azından potansiyel olarak)
  • başka hayvanları yemek doğaldır (doğadaki hayvanlar da başka hayvanları yer)
  • hayvanlar yenmek ve deneylerde kullanılmak üzere özellikle yetiştirilir (yoksa var olamazlardı)
  • et yemek zorundayız (her ne kadar milyonlarca sağlıklı insan yemiyorsa da)
  • hayvanların ruhu yoktur (peki insanların ruhu olduğundan emin miyiz?)

Bu gerekçelere karşı çıkmak kolaydır. Ayrıca tüm insanları içerecek ama tüm hayvanları dışarda bırakacak ölçütler ortaya koymak zordur. Söz gelimi, asıl önemli olan üstün zekâ ise, şempanzenin zekâ düzeyinden düşük bir zekâya sahip bir çocuğu ya da zekâ özürlü bir kimseyi bilimsel deneyde kullanabilir miyiz? Ya da “doğanın yasası böyle” dersek, hayvanların (insanlar da dahil) doğal olarak yaptığı ama teşvik etmeyi istemeyeceğimiz pek çok şey olduğunu görürüz. Erkek aslanlar bazen doğanın yasalarına kulak vererek rakip bir aslanın yavrularını öldürür. Bir insan aynısı yaparsa “doğanın yasası böyle” diyebilir miyiz?

Üç ilke

Hayvan refahı ve hakları üstüne yoğun tartışmalar iki soruya odaklanır: Hayvanlar deneylerde kullanılmalı mıdır? Ve (eğer kullanılırlarsa) uygulamada onlara nasıl davranılmalıdır? Sonuçta üç genel ilke insanca deney teknikleri için yol gösterici olarak yaygın kabul görmüştür:

  • Mümkün olduğu yerde hayvanların yeri başka alternatifler kullanın.
  • Deneylerde kullanılan hayvan sayısını uygun istatistiki veri üretimiyle bağdaşan bir düzeye indirin.
  • Deney tekniklerini hayvanların acı çekmesi azaltacak ya da yok edecek şekilde geliştirin


Leave A Reply