Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Yönetimi

0
Advertisement

Osmanlı İmparatorluğunda devlet yönetimine kısa bir bakış. Osmanlı devlet yönetiminde hangi rütbe hangi işi yapardı isimler ne idi sonradan ne oldu?

Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Yönetimi

Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde sayısız millet yaşar, birbirinden pek farklı uygarlıklar bulunurdu. Bundan dolayı da, bu geniş toprakların tümünü aynı siyasal rejimle yönetmek elde değildi. Bu yüzden, Osmanlı hükümeti, Anadolu Eyaleti gibi yakın eyaletler için bile, değişik yasalar, kanunlar çıkarmak zorunda kalmıştır.

KİMLERE BEYLERBEYİ DENİRDİ?

Osmanlı Devleti, yönetim örgütü bakımından, geniş eyaletlere ayrılmıştı. Bunlara Tanzimat’tan önce beylerbeylik denirdi; Tanzimat’tan sonra ise vilayet adı verildi. Bu eyaletlerin başında beylerbeyi adı verilen bir görevli bulunurdu. Daha sonraları, beylerbeyleri vali adını aldılar. Beylerbeylerin rütbesi çoğunlukla vezir idi.

Beylerbeyleri hem mülki, hem askeri yetkiye sahiptiler. Protokol bakımından, Mısır Beylerbeyi ötekilerin başında gelirdi. Ondan sonra, Budin (Macaristan), Rumeli (Sofya), Anadolu (Kütahya) beylerbeyleri ikinci, üçüncü, dördüncü sırayı alırlardı. Macaristan Beylerbeyi, Almanya İmparatoru ile eşit koşullar içinde mektuplaşır, çok kez İstanbul’dan ayrıca yardım istemeye bile gerek görmeden, Almanya’ya tek başına boyun eğdirirdi.

SANCAK BEYİ NE DEMEKTİ?

Eyaletler sancak adı verilen illere ayrılmışlardı. Bunların başında da sancakbeyi bulunurdu. Tanzimat’tan sonra, sancakbeylerine mutasarrıf denildi. Bir eyalette 30 ya da daha çok sancak bulunabilirdi. Tek sancaklı ancak bir-iki eyalet vardı. Eyaletler, toplumsal, siyasal ihtiyaçlara göre düzenlenmiş oldukları için, aralarında bir uygunluk yoktu.

Advertisement

Sancaklar kazâlara ayrılırdı. Kazâlarda askerî başkan olarak alaybeyi, mülkî başkan olarak da kadı’lar bulunurdu. Kazâlar da nahiye’lere ayrılmıştı. Ancak, eyaletlerin iç yönetimleri de birbirinden hayli değişikti.

OSMANLI İMPARATORLUĞUNA BAĞLI DEVLETLER

Eyaletlerden başka, gene imparatorluğa bağlı bir alay devlet de vardı ki, bunlar Osmanlı uyruğundaydılar. Bunların yönetim şekilleri de birbirinden çok değişikti, örneğin, Eflâk (Güney Romanya) ile Boğdan (Moldavya) devletlerinin öyle az iç bağımsızlığı vardı ki, bu devletlerin başındaki prenslerin sancakbeyleri kadar bile önemi yoktu. Erdel (Transilvanya) ile Kırım devletlerine daha geniş bir iç bağımsızlık tanınmıştı. Fas, Lehistan gibi devletlerden ise, belirli hediyeler, vergiler, askeri birlikler istemekle yetinilirdi. Bunların başındaki hükümdarların tahta geçişlerini de Osmanlı padişahı onaylardı. Ancak, başka hiçbir iç işlerine, dış işlerine karışılmazdı.

OSMANLI DEVLETİ’NDE HÜKÜMET ADAMLARININ UNVANLARI

Devletin başında, Osmanlı hanedanından olması şart bir hükümdar bulunurdu. Bu hükümdar padişah adıyla anılırdı. Padişah, devlet işlerinin büyük bir kısmını başbakan durumundaki sadrazam’a bırakırdı. Sadrazamın yetkileri pek büyüktü. Bugünkü başbakanların yetkilerinin hayli üzerindeydi.

Sadrazam, hükümetin başında bulunur, orduyu, maliyeyi, eyaletleri, dış işlerini yönetirdi. Sadrazam padişaha karşı sorumlu sayılırdı. Bakanlardan kurulu bir de Divan-ı Hümayun vardı. Divan-ı Hümayun’un öteki üyelerinin padişahla protokol dışında bir bağlılıkları yoktu. Bunlar da sadrazama karşı sorumlu sayılırlardı.

Divan-ı Hümayun’un başlıca üyeleri kubbe vezirleri, başdefterdar, reisülküttap, sadaret kethüdası idi. Kubbe vezirleri bugünkü devlet bakanlarının görevini yaparlardı. Başdefterdar maliye bakanı, reisülküttap dış işleri bakanı, sadaret kethüdası da iç işleri bakanı durumundaydılar.

Sadrazamdan sonra en büyük memur şeyhülislam idi. Şeyhülislam hem diyanet işleri başkanı, hem de adalet, eğitim bakanı durumundaydı. Yetkileri pek büyük, sözü geçerliği çoğu kez sadrazamınkini bile aşkındı.

Advertisement

Şeyhülislâmın iki yardımcısı vardı: Rumeli Kazaskeri ile Anadolu Kazaskeri. Rumeli Kazaskeri Şeyhülislâm’ın Avrupa eyaletlerindeki yardımcısı sayılırdı; Anadolu Kazaskeri de Asya, Afrika eyaletlerindeki yardımcısı. Bunların rütbece farkları yoktu. Yalnız, Rumeli Kazaskeri, protokol bakımından, ötekinden önde gelirdi.

İSTANBUL KADISI BELEDİYE BAŞKANI DA SAYILIRDI

İstanbul Kadısı şehrin, İstanbul’un belediye başkanı sayılırdı. Yetkileri çeşitli alanlarda pek genişti, İstanbul’un başında ayrıca bir beylerbeyi bulunmazdı. Şehirle dolaylarını doğrudan doğruya Sadaret Kethüdası (iç işleri bakanı), kimi vakit de sadrazam (başbakan) yönetirdi.

Osmanlı donanmasının başında Kaptan-ı derya denen bir amiral bulunurdu. Kaptan-ı derya Divan-ı Hümayun üyesi sayılırdı. Donanma ile kıyı vilayetleri üzerinde mutlak yetki sahibiydi.

Her eyalette, İstanbul’daki başdefterdar’a (maliye bakanına) bağlı defterdarlar bulunurdu.

VEZİRLER, KAZASKERLER

Osmanlı Devleti’nde en yüksek rütbe, askerî-mülkî rütbe olarak vezirlik, dini-bilimsel-kazai rütbe olarak da kazaskerlikti. Yalnız, sadrazamla şeyhülislamın rütbeleri bunların üstünde sayılırdı. Tanzimat’tan sonra, Mısır valisinin rütbesi de bunlardan üstün sayılmaya başlandı.

Gene Tanzimat‘tan sonra, askeri işlerle mülki işler birbirinden ayrıldı; vezir rütbesi sivillere, müşir (mareşal) rütbesi de askerlere verildi.

Osmanlı Devleti’nde bunlardan sonra gelen, ikinci derecede rütbe ise beylerbeylik’ ti. Tanzimat’tan sonra, bu rütbe de siviller için bâlâ, askerler için de ferik olmak üzere ikiye ayrıldı. Sonradan, birinci ferik (orgeneral) rütbesi ortaya çıktı. Sivillerde bu rütbenin karşılığı istanbul payesi idi. Bu rütbeleri, yani «vezir» ile «bâlâ» rütbeleri ile eşitlerini taşıyanlar ricâl-i devlet (devlet ileri gelenleri) sayılırlardı. Bunların adlarının sonuna Hazretleri sanı eklenirdi. Sadrazamla şeyhülislâm ise prens derecesindeydiler; görevlerinden uzaklaştırılanlar bile bu derecelerini korurlardı.

OSMANLI ORDUSU

Osmanlı Devleti’nin askerî örgütüne gelince; ordu iki büyük bölüme ayrılmıştı:

1) Kapıkulu Askerleri;

2) Eyalet Askerleri.

Kapıkulu Askerleri devletten aylık alırlardı, istanbul’da, sınırlardaki kalelerde otururlardı. Yaptıkları iş bakımından bunlar da ikiye ayrılırlardı: 1) Kapıkulu Piyadeleri; 2) Kapıkulu Süvarileri.

Advertisement

Kapıkulu Piyadeleri 8 büyük ocağa ayrılmışlardı: 1) Yeniçeriler; 2) Acemi Oğlanlar; 3) Cebeciler; 4) Topçular; 5) Top arabacıları; 6) Humbaracılar; 7) Lâğımcılar (istihkâmcılar); 8) Sakalar.

Bunların en önemlisi Yeniçeri Ocağı‘ydı. Bu ocak I. Murat zamanında (1362- 1389) kurulmuş, 1826’da, II. Mahmut zamanında ortadan kaldırılmıştır.

Kapıkulu Süvarileri de 6 büyük bölüğe ayrılmışlardı: 1) Sipah; 2) Silâhtar; 3) Sağ ulufeciler; 4) Sol ulufeciler; 5) Sağ garipler; 6) Sol garipler. Bunların hepsi de, Kapıkulu askerleri gibi, devletten aylık alan sürekli askerlerdi.

TIMAR, ZEAMET, HAS NEDİR?

Eyalet Askerleri’nin temeli ise, toprak yönetimine dayanırdı. Bunlara Tımarlı Sipahisi de denirdi. Eyalet Askerleri, «dirlik» gelirlerine göre, üçe ayrılırlardı: 1) Tımar; 2) Zeamet; 3) Has.

Yıllık geliri 3.000 – 20.000 akçe arasında olan dirliğe tımar, yıllık geliri 20.000- 100.000 akçe arasındaki dirliğe zeamet, yıllık geliri 100.000 akçenin üzerinde olanlara da has adı verilirdi. Tımarlarla zeametler savaşlarda yararlık gösteren askerlere verilirdi. Haslar ise, sancak beylerine, beylerbeylerine, vezirlere, şehzadelere, padişahlara dağıtılırdı.

AKINCILAR

Her dirlik sahibi, gelirine göre, belli sayıda atlı asker beslemek zorundaydı. Savaş sırasında, her dirlik sahibi askerlerini toplar, bağlı bulunduğu sancak beyinin komutasında savaşa katılırdı.

Osmanlı ordusunda bu iki ana asker sınıfından başka, daha birçok yardımcı kuvvet de vardı. Bunların başında Akıncılar gelirdi. Bunlara Serhat Kulu Süvarileri de denirdi. Akıncılar sınır boylarında otururlar, düşmana akınlar yaparlardı. Ancak, bunlar XVII. yüzyıldan sonra eski önemlerini kaybetmişlerdir. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı beylikler de orduya asker gönderirlerdi.

Osmanlı donanmasını Kaptan-ı derya, ya da Kaptan Paşa yönetirdi. Kaptan-ı deryanın emri altındaki daha küçük rütbelilere de Kaptan, ya da Reis denirdi. Osmanlı donanmasında kadırga, kalite, kalyon, baştarde, çektiri gibi çeşitli büyüklükte gemiler bulunurdu. Bunların en büyüğü kalyondu.

SARAY OYUNLARI

Osmanlı saray örgütü de, tarihteki saray örgütlerinin en görkemli, en genişlerinden biridir. Osmanlı saraylarında türlü entrikalar (oyunlar) dönerdi. Buralar, halktan büsbütün uzak, kendi içine kapalı yerlerdi, içlerinde birçok daireler, bunların her birinin de ayrı ayrı koruyucuları vardı. Sarayın, özellikle de hükümdarın korunması Söğütlüler adı verilen hassa taburunun göreviydi. Bu taburun komutanı olan binbaşı hükümdarın yatak odasının kapısında uyurdu. Ayrıca, Hassa Fırkası adı verilen bir tümen de sarayla padişahı korumakla görevliydi. Bu tümen I. Orduyu Hümayun’a bağlıydı.

Kaynak – 2

a) Padişah ve Yardımcıları —

Osmanlı İmparatorluğu mutlakıyetle yönetiliyordu. Devletin başında Padişah ve Halife adları verilen bir hükümdar bulunuyordu. Padişahlar, devletin kurucusu olan Osman Bey’in soyundan geldikleri için, yönettikleri devletin adına Osmanlı deniliyordu.

Osmanlı devletinde padişahlık babadan oğula geçerdi. Yükselme devrinde Fatih Sultan Mehmet bunu bir kanunla daha sağlam bir düzene koydu ve padişahlara, gerektiği zaman, kardeşlerini öldürmek yetkisini verdi. Padişahlığın, babadan oğula geçmesi usulü XVI. yüzyılın sonlarına kadar sürdü. Bu arada iş başına geçen padişahların birçokları kardeşlerini öldürdüler. Ancak I. Ahmet zamanında (1603-1617) bu veraset (kalıtım) usulü değiştirildi. Osmanlı soyundan en yaşlı şehzadenin padişah olması kabul olundu ve bu usul Osmanlı devleti yıkılıncaya kadar da devam etti.

Advertisement

Osmanlı padişahları mutlak hükümdarlardı. Güç ve yetkileri çok fazlaydı. Bütün memleket özel malikâneleri sayılırdı. Buyrukları birer kanun gibiydi. Savaş açmak, barış yapmak ellerinde olduğu gibi, diledikleri kimseleri asarlar ve istedikleri kimseleri devletin en yüksek memurluklarına kadar çıkabilirlerdi. Fakat bütün bu isleri yaparken, Kur’an’a ve şeriat kanunlarına göre hareket etmiş olmak için, devrin müftüsünden (şeyhülislâm) fetva alırlardı.

Padişahlar, devletin başkenti olan İstanbul’da, etrafı surlarla çevrili Topkapı denilen bir sarayda otururlardı. Yaşayışları pek parlaktı. Halkla hiç ilişkide bulunmazlardı. Ancak cuma günleri büyük bir törenle İstanbul’un büyük camilerinden birinde namaz kılmaya giderlerdi. Bu günlerde İstanbul bir bayram havası yaşar, herkes padişahı görmek için sokaklara dökülürdü. Padişahlar kimi kez de kıyafet deştirerek halk arasına girerler, onların ne yaptıklarını öğrenmek isterlerdi. Buna «Tebdil gezmek» denirdi.

Sadrazam

Padişahtan sonra imparatorluğun en büyük memuru sadrazam idi. Buna Başvezir, ya da Veziriazam denirdi. Sadrazam devlet yönetiminde padişahın vekili sayılırdı. Buna işaret olmak üzere altın bir kese içinde saklanan padişahın mührünü taşırdı. Sadrazamların da yetkileri çok büyüktü. Divanın başkanı idiler. Padişahlar sefere çıkmadıkları zaman orduya komuta ederlerdi. Sadrazamlar da istedikleri kimselerin boyunlarını vurdururlar, diledikleri kimseleri devlet memuru yaparlardı. Yalnız her işlerinde padişaha karşı sorumlu sayılırlardı. Onun için padişahlar, istedikleri zaman, sadrazamları makamlarından atabilir, ya da boyunlarını vurdururlardı. Bir sadrazamın makamından indirilmesi, padişah mührünün (buna Mührü Hümayun derlerdi) geri alınması ile yapılırdı.

Sadrazamlar İstanbul’da Paşakapısı, sonraları Babıâli denilen bir binada otururlardı. Padişaha din işlerinde şeyhülislâmlar yardım ederlerdi. Önceleri bunlara Müftü denirdi. Fakat XVIII. yüzyıldan sonra bu isim kaldırıldı.

Şeyhülislâm olan zat din bilginlerinden seçilirdi. Bunların görevleri devlet siyasetinin Kur’an ve şeriat kanunlarına göre yürütülmesini kontrol etmekti. Padişahlar, yapacakları işlerin, sefer ve barışların din Ve şeriata uyup uymadığını şeyhülislâmlardan sorarlardı. Onlar da bu iş için Fetva denilen bir karar verirlerdi.

b) Divan

Divan, devlet ve memleket işlerinin konuşulduğu bir kuruldu. Aynı zamanda bu kurulun toplandığı yere de bundan dolayı divan denirdi. Divan, İstanbul’da padişahların oturdukları Topkapı sarayının kubbealtı denilen yerde tatil günlerinden başka her gün sabahtan öğleye kadar toplanırdı. Divana önceleri padişahlar başkanlık ederlerdi. Fakat Fatih’ten sonra padişahlar divana çıkmadılar. Başkanlık görevini sadrazamlara bıraktılar. Kendileri de divanın konuşmalarını «kafes arkasında» dinlemeye başladılar. Fakat bundan da zamanla vazgeçtiler. Hele Kanuni Sultan Süleyman‘dan sonra divana hiç çıkmadılar.

Divanın toplandığı yere kubbealtı denildiği için, divanın doğal üyeleri olan vezirlere de kubbealtı vezirleri denirdi.

Divana katılan devlet adamları şunlardı:

1) Kubbealtı Vezirleri (bunlar sadrazamla beraber yedi tane idiler)

2)Kaptan Paşa,

3) Yeniçeri Ağası,

4) Kazasker, (Rumeli ve Anado-kazaskerleri olmak üzere iki tane idi),

Advertisement

5) Defterdar (bunlar da Rumeli ve Anadolu defterdarları olmak üzere iki tane idi. Gerileme devrinde sayıları çoğaldı),

6) Nişancı,

7) Reisülküttap.

Divan üyelerinden olan kubbealtı vezirleri eskiden devlet hizmetinde çalışmış ve vezirlik rütbesine erişmiş kimselerdi. Kaptan Paşa, ya da Kaptanı derya, deniz işlerinin bakanı sayılırdı. Yeniçeri Ağası, Millî Savunma Bakanı demekti. Defterdarlar da şimdiki Maliye Bakanına benzerlerdi. Kazaskerler, divanda büyük davalara bakarlardı. Nişancılar, ise divanın araziye ve tımarlara, dirliklere ait vermiş olduğu kararları yazar ve tapu defterlerine kaydederlerdi. Bundan başka padişah tarafından verilen fermanlara tuğra denilen padişah imzalarını (bunlara nişan da derlerdi) yazarladı. Reisülküttap denilen memur ise önceleri divanın başkâtibi sayılırdı. Sonraları dış işlerine de bakmaya başladı. Onun için son zamanlarda Dışişleri Bakanının işlerini görürdü. Elçileri kabul eder, padişaha ve sadrazama takdim ederdi.

Divan, bütün konuşmalarını öğle zamanı bitirirdi. Bundan sonra divanın başkanı olan sadrazam, yalnız olarak padişahın huzuruna çıkar, o günkü konuşmalar hakkında açıklamada bulunurdu. Sadrazamdan sonra da divanın geri kalan bütün üyeleri hep beraber padişahın huzuruna çıkarlardı. Bu işler yapıldıktan sonra divan üyeleri saraydan çıkarlar ve kendi dairelerine giderlerdi. Divanın toplanması ve dağılması özel bir törenle olurdu.

Memleket Yönetimi:

Osmanlı devleti, memleket yönetimi bakımından üç bölüme ayrılmakta idi:

a) Başkente Bağlı Eyaletler, b) özel Yönetimi Olan Eyaletler, c) Bağlı Beylikler ve Hükümetler (Bunlara imtiyazlı beylikler de denirdi).

a) Başkente Bağlı Eyaletler — Bunlar Rumeli ve Anadolu eyaletleri olmak üzere iki bölüme ayrılır ve başkentten gönderilen valiler tarafından yönetilirdi. Eyaletler sancaklara, sancaklar da kaza ve köylere ayrılırdı. Eyaletleri beylerbeyi denilen valiler, sancakları, sancak beyleri, kazaları ise kadılar yönetirlerdi.

Başkente bağlı bazı eyaletler, Rumeli Beylerbeyliği ve Anadolu Beylerbeyliği olmak üzere iki büyük yönetim bölümünde toplanırlardı.

b) Özel Yönetimi Olan Eyaletler — Bunlar hükümet merkezine çok uzak oldukları için özel bir tarzda yönetilirdi. Bu eyaletlerin başında Mısır gelirdi. Bundan başka Bağdat, Basra, Trablusgarp, Tunus ve Cezayir eyaletleri de özel bir surette yönetilirdi. Bu üç eyalete Garp Ocakları denirdi. Bu eyaletleri yöneten beyler iç işlerinde tüm serbest idiler.

c) Bağlı Beylikler ve Hükümetler — (İmtiyazlı Beylikler) — Bunlar iç işlerinde serbest olup beyleri, ya da hanları Osmanlı padişahı tarafından atanırdı. Bağlı beyliklerin en eskisi Eflak Beyliği idi. Bundan başka Kırım Hanlığı, Boğdan Beyliği, Erdel Beyliği, ya da krallığı bu çeşit beyliklerden idiler. Osmanlıların Asya toprakları üzerinde de Hicaz Emareti ve Yemen İmamlığı gibi daha iki beyliği vardı. Hicaz, peygamber soyundan gelen ve kendisine Şerif denilen bir emir tarafından yönetilirdi. Yemen’de ise imam denilen bir başkan bulunurdu. Kırım Cengiz soyundan gelen hanlar tarafından yönetilirdi. Bütün bağlı beylikler, Hicaz müstesna, devlete paraca yardım ederlerdi. Yalnız Hicaz’a, kutsal yerler orada bulunduğu için, devletçe yardım edilirdi.

Advertisement

Osmanlı imparatorluğu XVIII. yüzyılda Küçük Kaynarca antlaşması ile bu bağlı beyliklerden Kırım Hanlığını, daha önceki yüzyılda imzaladığı Karlofça antlaşmasıyle de Erdel (Transilvanya) Beyliğini kaybetmişti.


Leave A Reply