Türklerde Cami Mimarisi

0
Advertisement

Türklerde cami mimarisi ve özellikleri. En eski camilerimiz ve özellikle Osmanlı döneminde yapılan camilerin özellikleri hakkında bilgiler

İslamlığın yayılmasında en büyük rolü oynayan Türkler cami mimarlığında da ölmez eserler vermişlerdir ki bunların en muhteşem örnekleri İstanbul, Edirne, Bursa ve diğer büyük şehirlerimizde bulunmaktadır.

Özellikle İstanbul’un zaptından sonra Ortaçağ’ı kapayan Fatih İkinci Mehmet devrinde cami inşası azametli bir site kurma şeklini aldı. İslam ibadethanelerinin etrafı medreseler, şifahaneler, aşhaneler, okullar, kütüphaneler, çeşmeler, sebiller ve türbelerle bezendi, ayrıca bu muazzam siteyi besleyecek kervansaray, han, hamam, çarşılar vs diğer vakıf binalar meydana getirildi.

Gerek Selçuklular’da, gerek Osmanlılar’da cami inşası, bu camilere verilen adlardan da anlaşıldığı gibi, bir devlet sanatı, bir devlet işi olmuştur. Hükümdarlar veya hanedan mensupları tarafından yaptırılan birden fazla minaresi bulunan bu ibadethanelere «Selatin (Sultanlar) camisi» denilir.

Tek minareli büyük camiler sadrazamlar, beylerbeyleri, paşalar, bazan da pek zengin kimseler tarafından yaptırılmıştır.

Hicretin ilk yılında (622) yapılan Medine’deki ilk büyük camiyle, bugün, Edirne’ deki Selimiye ve ya İstanbul’daki Süleymaniye camileri arasında büyük bir fark vardır. Bu fark cami inşasının 13 yüzyıldan fazla bir zaman içinde pek büyük bir ilerleme kaydettiğini gösterir. Medine’de Hz. Muhammed’in yaptırdığı cami sonradan birçok kimseler tarafından yenilenmiş, Abdülmecit zamanında büyük bir para sarfı ile «Ravzai Mutahhara» (Peygamber’in mezarı) ile birlikte onarılmış, «Mescid-i Nebevî» (Peygamber camisi) böylece adına yakışacak bir mükemmeliyete getirilmiştir. Aslında içerisine çakıl serilmiş, dört tarafı, kerpiç duvarlarla çevrilmiş, üzeri hurma yaprakları ile örtülmüş bir namazgahtan başka bir şey değildi. İlk kuruluşunda bu cami yalnız Müslümanların topluca namaz kıldıkları bir yer değil, tam bir ordugah, bir meclis olarak da kullanılıyordu. Peygamber evleri bu alanın içinde bulunuyordu. Daha sonra İslam ordularının başında bulunan komutanlar aldıkları büyük şehirlerde; hep böyle namazgahlar kurdurmuş, ordu karargahını da içine almış, hatta bu alanlarda hapishaneler yaptırmışlardır.

Advertisement

En Eski Camilerimiz

Daha sonra, zaptedilen büyük şehirlerde bazı kiliseler camiye çevrilirken yeni İslam ibadethaneleri de yükselmeye başladı. İslamlığın yayılmasına büyük hizmetleri dokunan Türkler bu alanda zamanımıza kadar ulaşan büyük eserler verdiler. Bugün Anadolu’da en eski cami olarak, XI. XII. yüzyılda Danişmentliler tarafından Sivas’ta yaptırılan Ulu Cami gösterilebilir. Kayseri’de Ulu Cami 1140, Hand Hatun Camisi 1237, Niğde’de Alâettin Camisi 1224, Amasya’da Burmalı Minare Camisi 1243’te yapılmıştır. Divrik’teki Ulu Cami bütün Selçuklu devri camilerinin en ihtişamlı, en zengin anıtıdır.

Anadolu Selçuklu İmparatorluğumun çökmesinden sonra doğan Osmanlı İmparatorluğu zamanında Türkler, İznik’te Ayasofya Kilisesini cami haline getirdiler, yanına bir minare yaptılar. Bunun yakınında yeni Osmanlı ülkesinde ilk yapı olarak bir medrese meydana getirildi. Sultan Orhan’ın şehrin Yenişehir kapısında yaptırdığı camiden bugün eser kalmamıştır. 1333 tarihli küçük Hacı Özbek Camisi Osmanlılar’dan kalma en eski yapı, tarihi belli olması bakımından da önemli bir anıttır, önünde son cemaat yeri bulunan tek kubbeli Osmanlı camilerinin öncüsüdür.

İznik’in sanat tarihi bakımından en muhteşem ve önemli yapısı Yeşil Cami’dir. Hayrettin Paşa tarafından 1378’de Hacı Musa’ya yaptırılan bu cami Bursa camilerindeki pencereli duvarlara bir başlangıç sayılır. Çini kaplamaları ile muhteşem minare camiye adını vermiş, Türk mimarlığında en eski çinili sanat eseri sayılmıştır.

Kubbede, sütun başlıklarında, yapının daha başka kısımlarında, süslemede o çağın mimarlığından faydalanılmış olunmasına rağmen, İznik yapıları Türk mimarlığının doğuşuna bir başlangıç sayılır. Selçuklular zamanında Anadolu’da tipik camiler düz bir çatı ile örtülürken Osmanlı Türkleri kubbeli cami yaparak anıtlaşmış mekan yapısını meydana getirmişlerdir.

Dört duvar veya birbirlerine kemerlerle bağlı sütunlar üzerine oturtulan bir ana kubbeden ibaret, cami inşa şekli daha sonra gelişti, çok kubbeli tipler meydana geldi. Çift ana kubbeler, daha sonra ana kubbelerin dayandığı yarım kubbeler dış görünüşleriyle camilere ince ince işlenmiş muhteşem bir ehram şeklini verdi.

Advertisement

Bursa’da Yıldırım Bayezit’in yaptırdığı cami yirmi kubbesiyle çok kubbeli camilere güzel bir örnektir. Edirne’nin Eski Cami’si de birbirine eşit kubbelerden meydana getirilmiş, anıtlaşmış bir Türk yapısıdır.

Sultanahmet Camii

Sultanahmet Camii

İstanbul Camileri

Cami inşaşında Türk mimarlığı, İznik, Bursa ve Edirne’de büyük gelişmeler kaydetmişti. İstanbul’un alınışından sonra, muazzam ölçülere doğru gitti, XVI. yüzyılda şaheserlerini yarattı.

Türk mimarlarının gözleri önünde yükselen iddialı Ayasofya, onların bu azametli binayı aşmaları için çalışmalarına hız verdi. En sonunda Mimar Sinan, yalnız kubbe azmetini yenmekle kalmadı, heybetli yapılarına ince bir zevk, ayrıca dış görünüş güzelliği de ekledi. Türk mimarları cami yapımında zarafet, ruhlar üzerinde bırakması gerekli ilahi tesir, ışık ve ses hassasiyeti bakımından da bir üstünlük kurdular.

Türk mimarlığının yedi büyük eseri İstanbul’da Beyazıt, Şehzade, Süleymaniye, Sultanahmet, Yeni Valide Camisi, Fatih Camisi ile Edirne’de Selimiye Camisi’dir. Mimar Sinan’la çıraklarının XVI. yüzyılda hakim oldukları o devir mimarlığı klasik bir üsluptadır. XVII. yüzyılda yapılan Sultanahmet Camisinde yeni bir tesirin belirtileri görülür. Dış görünüşüyle eski geleneğe uygun olan bu caminin içinde, Sinan’ın camilerinin mistik tesiri bulunmaz, Sedefkâr Mehmet Ağa, bu ulu mabedin içine azametli sütunlar, ince kalem işleri, çini kaplamalar ve sayısız pencerelerle renkli, ışıklı bir serap manzarası vermiştir.

XVII. yüzyılın sonunda Sinan’ın ağır başlı üslubuna karşı bir tepki başlamış, Fransa ile olan temaslar sonunda mimarlıkta da Barok ve Rokoko tesirleri görülmüştür. Buna karşı şarkkâri motifler ve üslup da tesirini göstermiş, böylece İstanbul’da melez bir mimarlık ortaya çıkmıştır.

Türk mimarlarının yerini yavaş yavaş İtalyan, Rum, Ermeni yapı ustalarının alması Barok ve Rokoko üslubundan sonra Ampir üslubunun, XX. yüzyıl başlarında da Neoklasik üslubun doğmasını kolaylaştırmış, bu üsluplar devirlerine göre bütün büyük yapılarda olduğu gibi camilerimizde de kendisini göstermiştir.

Beşîr Ağa Camisi (1745), Nuruosmaniye Camisi (1755), Üsküdar’da Ayazma Camisî (1760), Lâleli Camisi (1763), Zeynep Sultan Camisi (1769), Beylerbeyi Camisî (1778), Üsküdarda Selimiye Camisi (1806), Tophane’de Nusretiye Camisi (1826) Barok devri camilerine misal olarak gösterilebilir. Nusretiye Camisi Barok üslubundan Ampir üslubuna geçişi de göstermiştir.

Camilerimiz üzerinde tesirini gösteren Ampir üslubu, 1808 – 1839’a raslıyan ikinci Mahmut zamanında gelişti. Ortaköy Camisî bu üslûbun bir örneğidir. İstanbul’da, Aksaray’da Abdülâziz’in annesi tarafından yaptırılan Valide Camisi (1871) Neogotik üslûptaki mimarlık eserlerine bir örnek sayılır.

İstanbul’da böylece melez bir üslûp hüküm sürerken Anadolu, Türk mimarlık sanatını ve zevkini bütün şekil ve motifleriyle yaşatmaya devam etti. Kütahya’daki Ulu Cami XIX. yüzyılın sonlarında geniş bir tamir görmüş, bu vesileyle temiz Türk üslûbunu bütün özellikleriyle ortaya koymuştur.

Nihayet Mimar Kemalettin ve Mimar Vedat Beyler klâsik Türk cami mimarlık anıtlarını inceliyerek bir «rönesans» (yeniden doğuş) devri yaratmaya gayret ettiler, diğer büyük binalar arasında Neoklâsik üslûbun birer örneği olan Bostancı, Bebek, Kamer Hatun camilerini meydana getirdiler.

Advertisement


Leave A Reply