Edebiyat ile Tarih Arasında Nasıl Bir İlişki, Bağ Vardır? Açıklaması Nasıldır?

0
Advertisement

Edebiyat tarih ilişkisi ile ilgili yazı. Edebiyat ile tarih arasında nasıl bir bağ vardır. Kısaca edebiyat tarih ilişkisine bir bakış.

Bir şeyleri yok saymak, o şeylerin gerçekten yok olduğu anlamına gelmez. Biz bazı gerçekleri, onlarla kendimiz arasındaki bağlantıyı kuramadığımız için inkar etsek bile sahip olduğumuz tarih ve coğrafya, bu gerçekleri bize hatırlatmak için her zaman fırsat kollar. O halde yapılması gereken şey, başlarını kuma sokup çöl gerçeklerinden kaçmaya çalışan devekuşlarının yaptıklarından farklı olmalıdır. Çünkü yaşadığımız coğrafya ve sahip olduğumuz tarih; anlaşılmayı, bilinir olmayı fazlasıyla hak etmektedir.

Bugün dünya üzerinde yaşayan birçok millet var. Bu cümlede geçen “var” sözcüğü kendi varlığını birçok etkene bağlı olarak var etmektedir. Bazı milletler, yeraltı kaynakları, bazıları askerî güçleri, bazıları geçmişleri, bazıları yaşam standartları vb. etkenlerle kendilerini var etmektedir. İnsanlık ailesini oluşturan bu milletlerden biri olan Türk milleti, kendi varlığını, “kökü mâzide olan âti” dizesinde dile getirilen gerçekliğe borçludur. Köklü olmak, bir geçmişe sahip olmak, türedi olmamak… Bunları bilerek dünya üzerinde var olmaya devam etmek… Geçmişe tapmadan onun iyi taraflarını almak… Yanlışları görüp onlarla yüzleşmekten çekinmemek… O hataları bir daha yapmamaya çalışmak… Bunları bilerek dünya üzerinde var olmaya devam etmek… Böylece dünyaya yeni şeyler söylemek, söyleyecek sözü olmayı hak etmek… Bütün bunların yapılabilmesi, bir milleti oluşturan bireylerde sağlam bir tarih bilincinin bulunabilmesi koşuluna bağlıdır.

edebiyat

Kaynak: pixabay.com

O halde tarih nedir, şimdi de bunun üzerinde duralım.

Toplumları, milletleri ve kuruluşları etkileyen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olayların daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri ve kendi iç sorunlarını inceleyen bilim dalına “tarih” denir. Dünya üzerinde şimdiye dek gerçekleşen olayların nasıl ki uzun bir geçmişi varsa, nasıl ki bu olaylar birbirinden bağımsız olaylar şeklinde değerlendirilmiyor da neden-sonuç ilişkisine bağlı kalınarak değerlendiriliyorsa insanlığın sanat, kültür, edebiyat, bilim gibi alanlardaki eylem ve ürünleri de uzun bir geçmişe sahiptir. Dolayısıyla bu eylem ve ürünlerin araştırılması, tarih biliminin genel ilkelerinden yola çıkılarak bunların tarihsel süreç içindeki yerlerinin belirlenmesi bir zorunluluk olmuş, bunları inceleyen yeni bilim dalları oluşmuştur. Söz gelimi bilim tarihi; bilimin gelişme sürecini, bilim adamlarının hayatlarını ve bilime katkılarını; siyaset tarihi, siyasî hareketlerin ortaya çıkışlarını, gelişim süreçlerini ve bu süreçlerde belirleyici rol oynayan siyasî kişilikleri incelemiştir.

İşte edebiyat tarihi de bu tür bilim dallarından biridir.

Toplumların maddi ve manevi varlıklarının; fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümüne “uygarlık” (medeniyet) denir, insanlığı büyük bir aile, her milleti de bu büyük ailenin bir ferdi kabul ettiğimizde insanoğlunun binlerce yıl öncesine dayanan çok köklü bir uygarlık tarihine sahip olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani insanoğlunun geçmişinden söz edildiğinde sadece olayların, savaşların, barışların, antlaşmaların, kralların, padişahların geçmişi akla gelmemelidir, insanoğlunun geçmişi, uygarlık tarihini oluşturan felsefe, din, ekonomi, edebiyat, siyaset gibi önemli ve belirleyici kültür alanlarının da geçmişini kapsar.

Uygarlık tarihi boyunca kimi şahsiyetler bu kültür alanlarında gerek ürünleri gerekse de eylemleriyle silinmez izler bırakmış, içinde bulundukları zaman ve mekânı aşarak evrensel bir kimlik kazanmıştır. Uygarlık tarihi, insanların ortak çabasıyla yükselmiş, her bir insanın bir basamak yükselttiği uzun bir merdivendir. Bu ortak çabayı her alanda görmemiz mümkündür: insanlar en eski çağlarda mağara duvarlarına hayvan figürleri çizmese, av sahnelerini bu duvarlarda resmetme ihtiyacını hissetmese günümüz soyut resmi bu konumuna ulaşabilir miydi? Arşimet, suyun kaldırma gücünü bulmasa günümüz bilimi bu kadar ilerleyebilir miydi? İnsanlar avlanmak için taşları ve madenleri işlemeye başlamasalar heykeltıraşlık günümüzde bu düzeyde sanatsal bir uğraş olabilir miydi? Elbette hayır! Bunların hiçbiri bir anda olmamıştır, insanoğlunun yeryüzü macerasının başlamasıyla birlikte uygarlık tarihi de başlamış ve her gün biraz daha ilerlemiştir. Uygarlık tarihini bir ağaca benzetirsek bu ağacın her bir dalını farklı bir kültür tarihinin oluşturduğunu da söyleyebiliriz.

Advertisement
Edebiyat (yazın); olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatıdır.

Bu sanat kullanılarak ortaya konan metinlere “edebî metin” denir. Edebî metinlerde sözcükler, ilk anlamlarından çok, yan ve mecaz anlamlarıyla kullanılır. Bu tür metinlerde; öğretme yerine sezdirme, hissettirme, çağrıştırma ön planda tutulur; insanda estetik duyarlıkların gelişmesi için dil çoğunlukla şiirsel işleviyle kullanılır, imgeler oluşturularak kurmaca metinler elde edilir.

edebiyat

Kaynak: pixabay.com

Edebiyatçılar uygarlık tarihinin başlamasıyla birlikte edebî metinler oluşturmuş, aynı edebiyat zevkine bağlı insanlar edebiyat gelenekleri meydana getirmiş, modern zamanlarla birlikte çeşitli edebî akımların oluşmasına ve devam etmesine katkıda bulunmuşlardır. Zaman içinde de edebiyatçıları ve onların yaptıklarını inceleyen bir bilim dalı ortaya çıkmıştır. Bir taraftan edebiyatla bir taraftan da tarih bilimiyle ilişkisi olan bu bilim dalına “edebiyat tarihi” denir. Edebiyat tarihi, edebî hareketleri ve dönemleri, yazarları, şairleri, dil ve üslup özelliklerini inceleyen bilim dalıdır.

Edebî metinlerdeki temaların bir kısmı edebî metinlerin oluşturulmaya başlandığı en eski zamanlardan günümüze dek süregelmiştir. İnsanın ve hayatın ayrılmaz bir parçası olan aşk, ayrılık acısı, bir ölünün ardından duyulan üzüntü, savaş ve kahramanlıklar, din duygusu; en eski çağlardan beri edebiyatçıların üzerinde durdukları temalardır. Bu temalar, günümüz edebî metinlerinin de en önemli temaları arasındadır. Fakat Modern Dönemde karşımıza çıkan kimi temaların eski edebiyatımızda bulunmaması da şaşırtıcı gelmemelidir. Çünkü değişen yaşam biçimleri, benimsenen ideolojiler, modern yaşamla birlikte hayatımıza giren yeni kavram, nesne ve sorunlar da bir şekilde edebî metinlerde kendine yer bulacaktır.

Edebî metinlerdeki bu değişim sadece tema boyutuyla sınırlı değildir. Aynı durum, edebî metinlerde kullanılan yapılar için de söz konusudur. Bundan yüzlerce yıl önce yazılan olay merkezli bir edebî metinde mesnevi nazım biçimi kullanırken bugün onun yerini roman almıştır. İşte edebiyattaki bu değişim, edebiyat tarihinin inceleme alanına girer.

Edebî metinlerde zamana ve değişen zihniyete bağlı olarak gelişen tema ve yapı farklılıkları diğer sanat eserleri için de söz konusudur. Farklı dönemlere ait aşağıdaki resimler, bu açıdan değerlendirilmelidir.

Bu konuyla ilgili bir örnek verelim. Bir tarih kitabında Köktürk ve Kutluk devletleri hakkında bilgi verilecekse yapılacak şey, ağırlıklı olarak bu devletlerin nasıl kurulduğu, bu devletlerin yöneticilerinin kimler olduğu, bu devletlerin komşularıyla ilişkilerinin ne şekilde olduğunu anlatmak, ardından kültür ve uygarlık konularına değinmektir. Kültür ve uygarlığın anlatıldığı bölümlerde, söz konusu dönemde ortaya konan sanatsal ve kültürel eserler, doğal olarak da “Köktürk Yazıtları” hakkında kısaca bilgi vermek gerekecektir. Ama aynı dönem bir edebiyat tarihi kitabında yer alsaydı ağırlıklı olarak “Köktürk Yazıtları” üzerinde durulurdu. Çünkü edebiyat tarihi, tarihin edebiyatla ilgili kısmı üzerinde yoğunlaşır.

Advertisement

Tarih incelemeleri sonucunda oluşturulan metinler olan tarihsel metinlerle edebiyat incelemeleri sonucunda yazılan edebiyat tarihleri arasındaki ilişkiyi ortaya koyan yukarıdaki bilgilerden sonra şimdi de tarihsel metinlerle edebî metinler arasındaki ilişkiye değinelim:

İnsan ürünü her şey gibi edebî metinler de oluşturuldukları dönemden izler taşır. Bu izleri “zihniyet” kavramıyla açıklıyoruz. Bir dönemin toplumsal ve siyasi olaylarının, kültürünün, sanat zevkinin, insanlar arası ilişkilerinin, yaşam biçiminin, eğitim sisteminin, dünya ve din algılayışının oluşturduğu duygu, anlayış ve zevk bütününe “zihniyet” denir. Bir edebî metni, oluşturulduğu dönemin zihniyetinden ayrı düşünmek olanaklı değildir. Buradan yola çıkılarak edebî metinlerin tarih bilimi açısından önemli birer belge olduğu da rahatlıkla söylenebilir.

Bazen bir şiir, bazen bir halk hikâyesi, bazen de bir destan, tarihin derinliklerinde saklanan nice bilinmezin gün yüzüne çıkarılmasını sağlayabilir. Üstelik bu noktada edebî metinler sadece tarihçilere değil, arkeologlara da yol gösterici bir kaynak niteliği kazanabilir. Söz gelimi bugün Çanakkale sınırları içinde yer alan (Hisarlık Höyüğü) antik Troya kenti, 1870 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından başlatılan ve ikinci Dünya Savaşı’ndan önce Amerikan arkeolog Blegen tarafından sonuçlanan kazılara kadar sadece Homeros’un derlediği ilyada destanında ve benzer metinlerde geçiyordu. Troya kentinden de söz eden bir edebî metin olan İlyada, arkeologlar için önemli bir belge olarak algılanmış ve yörede yapılan kazılar sonucunda kentin kalıntılarına ulaşılmıştır. Bu olay tek başına bile edebî metinlerin hayat, gerçekler ve tarihle sıkı bir ilişkisinin olduğunu ortaya koymaya yeter.

Edebiyatta Deneme Türü ve Denemenin Özellikleri ve Örnek Eserler

Kaynak: pixabay.com

Edebî metinlerin, yazıldıkları dönemin zihniyetini yansıttıklarını söylemiştik. Bir edebi metnin, yazıldığı dönemin zihniyetiyle ilişkilendirilerek yorumlanması o eserin gerçek değerinin ortaya konması açısından son derece önemlidir. Aslında bu, iki yönlü bir ilişkidir. Yani bir eserin yazıldığı dönemin zihniyeti hakkında bilgi sahibi olunması, o eserin yorumlanması noktasında ufuk açıcı bir işlev görebileceği gibi edebî metinlerden yola çıkılarak o eserin yazıldığı dönemin zihniyetiyle ilgili ipuçlarına da ulaşılabilir. Bir edebî metin, hiçbir tarih kitabında yer almayacak nice değerli bilgiyi barındırıyor olabilir. Kimilerince gerçek yaşamdan kopuk, somut gerçekliklerden tümüyle uzak bir şiir geleneğine sahip olması bakımından eleştirilen divan şiirinde bile sosyal ve siyasî birçok olayın izini sürmek mümkündür.

Edebî metinlerin teması olan olay ve durumlar, tarih ve sosyoloji kitaplarında da anlatılabilir. Ama o kitaplarda bu olayların anlatılmasıyla ortaya çıkan metinler, edebî metinlere benzemez. Edebiyatçıların elinden çıkan her metin, insan elinden çıkan her ürün gibi bu dünyayla, içinde bulunulan zaman ve mekânla ilgili olmakla birlikte bu dünyanın sınırları aşan, imgelerle zenginleşen, insanın daha çok düş gücüne seslenen, okuyanda estetik hazlar uyandıran bir anlatıma sahiptir. Edebî metinlerdeki gerçeklik, sanatsal gerçeklik ve kurmaca kavramlarıyla anlam kazanır. Edebiyattaki gerçeklik somut gerçeklerin düşsel dünyada yeniden yaratılmasıyla oluşur. Yukarıdaki metin, gerçek bir olay -bu hayatın inkar edilemez bir gerçeği olan ölüm- nedeniyle yazılmıştır. Ama şair bu gerçek olay üzerine yazdığı metni, düş gücüyle var etmiştir. Metne serpiştirilen benzetmeler, kişileştirmeler, hüsn-i taliler, abartmalar, ancak düşüyle var edilebilir, ancak zihinde anlam ve değer kazanabilir, ancak hayallerde yaşarlık kazanabilir.

Edebiyatçılar, sanatçılar; herkesin baktığına bakar fakat onda farklı şeyleri görür, farklı şeyleri hissederler. Hissettiklerini, güzel sanatların olanaklarından yararlanarak sanatsal ürünlere yansıtırlar. Söz gelimi herkes, yaşadığı kentle ilgili birkaç cümle kurabilir, duygu ve düşüncelerini farklı sözcüklerle dile getirebilir. Ama sıradan insanlar bunu yaparken dilin göndergesel işlevinden yararlanırlar çoğunlukla. Şairler ise dili şiirsel işlevde kullanır, özgün imgeler yaratarak anlatırlar hissettiklerini.


Leave A Reply