Felsefede Theseus’un Gemisi, Bizi Biz Yapan Nedir? Kişisel Kimlik Sorunu

0
Advertisement

Felsefede Theseus’un Gemisi nedir? Thomas Hobbes tarafından ortaya atılan paradoksun içeriği. Kişisel kimlik sorunu nedir, bu konudaki yaklaşımlar.

Theseus’un Gemisi

Joe’nun galerisinden aldığı şu otomobil yüzünden Theo’nun çekmediği sıkıntı kalmadı. Başlardaki sorunlar ufak tefekti – kapılardan birinin kilidini değiştirmesi gerekti, arka süspansiyondaki bazı parçalar yerinden çıktı, alışıldık hikâyeler. Ama sonra daha ciddi sıkıntılar baş gösterdi – önce debriyaj, sonra şanzıman, en sonunda da tüm vites sistemi. Bu arada daha ufak bir sürü terslik çıktı. Dolayısıyla araba yoldan çok tamircide gibiydi. Bu hep böyle sürdü gitti. . . Akıl almaz şey doğrusu. “Ama asıl akıl almaz olan şey” diye hayıflandı Theo, “arabayı alalı daha iki sene bile olmadı ama her parçası değişti. Ama bir de iyi tarafından bakalım, galiba yeni bir arabam var artık!”

Theseus'un Gemisi

Theo haklı mı? Yoksa araba hâlâ aynı araba mı? Theo’nun arabasının öyküsü -ya da daha yaygın adıyla Theseus’un gemisi- filozofların nesne ya da kişilerin zaman içindeki kimliğiyle ilgili sezgilerimizi sınadıkları bilmecelerden biridir. Görünüşe bakılırsa bu alandaki sezgilerimiz çoğunlukla kuvvetli ama çelişkilidir. Theseus’un gemisi, İngiliz filozof Thomas Hobbes tarafından ortaya atılmıştır. Biz Theo’nun versiyonuna dönelim . . .

Dürüst Joe adına yakışmayan işler çeviriyordu. Theo’nun arabasında değiştirdiği parçaların çoğu aslında düzgün çalışıyordu, çalışmayanları da onarmıştı. Eski parçaları saklamış, birleştirmişti. İki yıl sonra bu parçalardan Theo’nun araba’ sının birebir kopyasını yaptı. Bunun bir kopya olduğunu düşünüyordu. Yoksa Theo’nun arabası mıydı?

Kimlik bunalımı

Orijinali hangisi? Tümüyle yeni parçalardan meydana getirilen ve Theo’nun şimdi sahip olduğu araba mı, yoksa tümüyle orijinal parçalardan yapılma olan Joe’nunki mi? Muhtemelen bunun yanıtı kime sorduğunuza bağlı. Her halükarda arabanın zaman içindeki kimliği istediğimiz gibi belirgin ve düzenli değildir.

Advertisement

kimlik

Bu sadece otomobil ve gemilerle ilgili bir mesele değil. İnsanlar da ömürleri boyunca müthiş derecede değişir. İki yaşındaki bızdıkla 88 yıl sonraki elden ayaktan düşmüş 90’lık dede hali arasındaki fiziksel ve psikolojik benzerlikler hayli azdır. Öyleyse bunları aynı kişi görebilir miyiz? Eğer öyleyse onları aynı yapan nedir? Bu konu önemli; örnekse 90’lık bir ihtiyarı 70 yıl önce yaptığı bir şeyden ötürü cezalandırmak adil mi? Ya hatırlamıyorsa? Ya da 40 yıl önceki versiyonu tarafından yazılmış vasiyette ölüm arzusundan bahsediyor diye doktor 90 yaşındaki adamın ölmesine göz yummalı mı?

Filozofları asırlardır meşgul eden kişisel İsimlik sorunu budur. Bir kimsenin belli bir andaki halinin bir başka zamanki haliyle aynı kişi olması için gerekli ve yeterli koşullar nelerdir?

Hayvanlar ve beyin nakli

Sezgisel görüş, kişisel kimliğin biyolojinin konusu olduğu yolundadır: Ben eskiden neysem şimdi de oyum çünkü sonuçta aynı canlı organizmayım, aynı hayvanım; tek ve sürekli bir organik varlık olan belli bir bedene bağlıyım. Peki gelecekte beyin nakli yapmamız mümkün olursa ne olacak? Diyelim ki sizin beyninizi bana naklettiler. Bu durumda benim yeni bir beynim mi olur, yoksa sizin yeni bir bedeniniz mi olur? Sezgisel olarak ikincisi daha mantıklı geliyor. Eğer bu doğruysa, belli bir bedene sahip olmak kişisel olarak hayatta kalmanın gerekli bir koşulu değil demektir.

Bu düşünce, bazı filozofları bedenden beyine kaymaya yöneltti; kimlik bütün vücuda değil beyine bağlı olmalıydı. Bu bakış açısı beyin nakli örneğiyle uyum içinde olsa da hâlâ eksik bir şeyler var gibi. Bizim derdimiz, beynin fiziksel bir organ olarak kendisi değil, ondan yayıldığını düşündüğümüz şey. Beyinde olanların bilince ve zihinsel etkinliğe nasıl yol açtığını tam olarak bilmesek de bu etkinliğin ^tında bir şekilde beynin yattığından neredeyse kimse şüphe etmiyor.

beyin nakli

Advertisement

Beni ben yapanın ne olduğunu değerlendirirken önemli olan, belli bir gri madde kütlesinden oluşan “donanım” değil, deneyimler, hatıralar, inançlar vb.’den oluşan “yazılım”dır. Bu deneyimlerin, hatıraların vs. toplamı sentetik bir beyine kopyalanmış olsaydı ya da başka birisinin beyni benim tüm hatıralarımı, inançlarımı vs. alabilecek şekilde yeniden biçimlendirilebilseydi, benim ben olma duygum pek fazla sarsılmazdı. Ben zihnimim; zihnim nereye giderse ben de oraya giderim. Bu görüşe göre kimliğimin, beynim de dahil olmak üzere fiziksel bedenimle hiçbir bağı yoktur.

Psikolojik devamlılık

Kişisel kimlik meselesine biyolojik ya da fiziksel değil de psikolojik bir yaklaşımda bulunarak şöyle düşünelim: Psikolojik geçmişimin her parçası daha önceki parçalara kalıcı hatıraların, inançların vs. ipleriyle bağlı olsun. Bunların hepsinin (belki de hiçbirinin) başlangıçtan sona kadar yayılması gerekmez. Bu tür öğelerin örtüşmesiyle oluşan tek bir örgü varsa o zaman bu benim tarihim demektir. Ben, ben olarak kalırım. Zaman içindeki kişisel kimliğin ana ölçütünün psikolojik devamlılık olduğu düşüncesi John Locke’tan kaynaklanır. Çağdaş filozoflar arasındaki baskın kuram bu olmakla birlikte bunun da kendine özgü sorunları vardır.

Söz gelimi Uzay Yolu’ndaki gibi bir ışınlanma sistemi hayal edin. Bu sistem sizin fiziksel bileşiminizi en son atomunuza kadar kaydettikten sonra bu verileri uzak bir mekana aktarıyor (diyelim ki dünya üzerinde Londra’dan Ay Üssü l’e). Ay üssündeki malzemeden birebir kopyanız oluştuğu anda Londra’daki bedeniniz imha ediliyor. Her şey yolunda – tabii psikolojik devamlılık savını benimsiyorsanız: Anılardan vs. oluşan kesintisiz bir akış Londra’daki bireyden Ay’dakine akıyor, böylece psikolojik devamlılık ve dolayısıyla kişisel kimlik korundu. Siz artık Ay Üssü l’desiniz. Peki diyelim ki ışınlama aleti bozuldu ve Londra’daki imha işlemi gerçekleşmedi. Şimdi iki tane “siz” var – biri Dünya’da, biri Ay’da. Devamlılık tezine göre, her iki durumda da psikolojik akış muhafaza edildiği için bunların ikisi de sizsiniz. Sınıflandırmak gerekse Londra’dakinin siz olduğunu ve Ay’dakinin de bir kopya olduğunu söylemekte pek tereddüt göstermeyiz. Eğer bu sezgimiz doğruysa, psikolojik tanımdan biyolojik/hayvansal tanıma geri dönmek zorunda kaldık demektir: Sizin Ay’daki yeni et ve kemik değil de Londra’daki o eski et ve kemik olmanız önem taşır.

Kendinizi doğru anlamak

Bu tür karışık sezgiler yanlış sorular sormaktan ya da soruları yanıtlarken yanlış kavramlar kullanmaktan kaynaklanıyor olabilir. David Hume benliğin muğlaklığına dikkat çekmiş, kendi içimize ne kadar çok bakarsak bakalım ancak bireysel düşünceler, hatıralar, deneyimler keşfedebileceğimizi ileri sürmüştür. Bu düşüncelerin öznesi olan somut bir benliği hayal etmek doğal olsa da Hume bunun yanlış olduğunu ileri sürer – benlik, düşüncelerimiz ve deneyimlerimizi anlamlandıran bakış açısından başka bir şey değildir, kendisine düşünce ve deneyimlerimiz arasında yer verilemez.

Benliği böyle somut bir “şey” olarak düşünmek ve özümüz diye kabul etmek, beyin nakli ve ışınlanma örneklerinde kafa karışıklığına yol açar. Bu tür düşünce deneylerinde kişisel olarak sağ kalışımızın bu benliğe bir şekilde bir yer bulmaya bağlı olduğunu düşünürüz. Ama bu somut benliğe göre düşünmeyi bırakırsak her şey daha anlaşılır hale gelir. Diyelim ki ışınlama aygıtı düzgün çalışıp Londra’daki bedeninizi yok etti ama Ay’da iki kopya oluşturdu. Hangisinin siz olduğunuzu sormanın (“benliğim nereye gitti?” ile eşanlamlı) bir anlamı yoktur. Sonuçta şimdi ikisi de aynı düşünce, deneyim ve anı dağarcığına sahip iki insan vardır. İkisi de kendi yoluna gidecek ve psikolojik tarihleri birbirinden ayrılacaktır. Temelde düşünceler, deneyimler ve hatıralar birikimi olan siz iki yeni bireyde yaşamınızı sürdüreceksiniz — bu ilginç sağ kalma biçimini, kişisel kimliğinizi kaybetme pahasına elde etmiş oldunuz!


Leave A Reply