İnsan Davranışı Nedir?

0
Advertisement

İnsan davranışı nedir? İnsan davranışının özellikleri, psikolojide insan davranışı ve üzerine yapılan çalışmalar hakkında bilgi

İnsan Davranışı

İnsan davranışı, psikolojide, yaşamın fiziksel, zihinsel ve toplumsal alanlarında insanın potansiyel ya da eyleme dönüşmüş etkinlikleridir.

Davranış üzerine çalışmalar kimi zaman yalnızca, “oluşum” yılları denen ve doğumdan ergenliğin sonlarına değin süren dönemi kapsarsa da, davranış, tüm insan yaşamı boyunca kesintisiz bir gelişim gösterir. İnsan vücudu bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, yaşlılık dönemlerinde nasıl durmaksızın değişip gelişirse, davranış da hiçbir zaman sabit bir gelişme düzeyine ulaşmaz. Davranışsal ve bedensel gelişim aslında birbirine sıkı biçimde bağlıdır ve her ikisinde de belirlenmiş aşamalar çoğu zaman iç içe geçer. Bugüne değin ortaya atılmış davranış kuramlarında kimi zaman bedensel (kalıtsal), kimi zaman da çevresel etkenlere ağırlık verilmiştir; ama kalıtsal özelliklerle yetişme biçimini bir arada göz önüne alan yaklaşımlar modern psikolojide daha tutarlı gözükmektedir.

İnsan davranışını ve gelişimini açıklamayı amaçlayan birçok kuram geliştirilmiştir. Davranışçı kuram insanı, uyaran-yanıt zincirinden oluşan edilgen bir bütün biçiminde ele alır ve insan davranışına mekanik bir model getirir. Buna karşılık bütünleyici kuram insanı çevresiyle birlikte sürekli gelişen etkin ve organik bir yapı olarak ele alır. Bir başka kurama göre de insan biyolojik, kültürel ve tarihsel boyutlarda sürekli etkileşim içinde gelişen bir varlıktır. Diyalektik kuram insanı, yaşamın her döneminde farklı etkinlik biçimleriyle bir yandan kendini geliştirirken öte yandan çevresini ve dışındaki dünyayı değiştiren bir varlık olarak ele alır.

Jean Piaget’nin yapısalcı kuramında değişimin ve gelişimin temelini işlevsel kavrayış oluşturur. Örneğin çocuğun, bir ev resmi yaparken bacayı yatay değil de dik çizmesi, kendi deneyimi olmadığı halde gerçek dünyayla arasında kurduğu basit ilişkiye dayanır. Freud ise davranış gelişiminin, kişiler arasındaki ve kişisel çatışmaların çözümlenmesine bağlı olduğunu öne sürer. Ona göre biyolojik gereksinimler davranış için gerekli güdülenimi sağlar ve böylece gelişen davranış biçimleri toplumsal yaşama yansır. Freud, ruhsal-cinsel gelişim dönemlerinin olgunlaşmayı belirleyen birincil etken olduğunu öne sürmüşse de, yaşamın her dönemi ve bu dönemlerdeki etkinlikler yeni gelişmeleri beraberinde getirir.

Davranış gelişimin yalnızca bir uyarlanma süreci değil, aynı zamanda çeşitli toplumsal koşullardaki etkinliklerle güdü ve hedeflerin gerçekleştirilme sürecidir. Güdü ve hedef etkinliği oluşturan temel öğelerdir. Gereksinimin nesnesine yönelme ve doyum aramanın itici gücü olan güdü, hedefe vardığında doyum bularak ortadan kalkar. Hayvan davranışından farklı olarak insanda bilinçli bir etkinlikten söz edilir. Bu nedenle güdünün hedefe varmasında izlenen yol basit bir süreç değildir. Örneğin açlık, yemek aramaya yönelik bir güdülenim oluşturur ve kişi birbirinden çok farklı yollarla (av, tuzak kurmak vb) dolaylı biçimde hedefe ulaşır. Böylece insan davranışında edim devreye girmiş olur. Belirli bir iş durumuyla karşılaşıldığında kişinin yapabilme gücü olarak tanımlanan edim bilinçli bir olgudur ve birbirinden farklı insan etkinliklerinin temel bileşenini meydana getirir.

Advertisement

İnsanda edimlerle zenginleşen etkinlik dil, dolayısıyla da anlamlar aracılığıyla giderek bilinçli bir nitelik kazanır. Başlangıçta bilinç yalnızca kişinin çevresini kuşatan dünyayı algılamasına katkıda bulunan zihinsel bir imge iken, sonradan etkinlik bilincin nesnesi durumuna gelir; tutumlar, yüz ifadesi, beden dili ve konuşma, bilinçli etkinliğin önemli bir öğesi olan iletişimi sağlar. Dış dünyanın varoluşsal nitelikleriyle kurulan ilişkilerin ve bağlantıların dil aracılığıyla biçim değiştirmiş, yani nesnelleşmiş bir düşünsel biçimi olan anlam, etkinliğin hedefe ulaşmasında çok sayıda ara hedef oluşturarak “kişisel anlam”a dönüşebilir. Örneğin, bir öğrenciyi sınav hedefine yönlendiren etkinlik kişiden kişiye değişik anlamlar taşıyabilir; sınav sonrasında bilimsel araştırmaların ya da para kazanmanın yolları açılabilir ya da ailesine bakmak için çalışma olanakları doğabilir vb. Kişisel anlam ile toplumsal anlam arasındaki çelişki ya da kopukluk, bazen hedefin yitirilmesine yol açacak düzeyde olabilir. Sözgelimi, etkinliğin güdüsünü kendi içinde taşıyan oyun, kişisel anlam ve hedeflere bağlıdır. Kişisel ve toplumsal anlam arasındaki çelişkinin azalması hedefe açıklık kazandırır.

Yaşamın çeşitli evreleri içinde etkinlik üç ana hedefe yönelik bir gelişme gösterir: oyun, iş ve öğrenme. Oyun, çocuğun dış dünyayla ilişki kurmasını ve onu etkilemesini sağlayan önemli bir etkinlik biçimi olduğu gibi, gelecekteki işi için de bir hazırlıktır. Güdülerin dolaysız bir ifadesi olan oyunda, çocuğun hızla artan gereksinimleri sınırlı olanaklar içinde, nesnel bir amaca ve hedefe ulaşmadan çözülür.

En temel ve yaratıcı insan etkinliklerinden biri de iştir. Bilinçli hedefe yönelik bir etkinlik olan çalışma, iş, kişiliği de önemli ölçüde etkiler. Oyundan farklı olarak, işin hedefi kendi içinde değil, ortaya konan üründedir. Ama buradaki güdü yalnızca etkinliğin ürününe bağlı değildir. Başka insanların etkinliği de kişinin iş güdüsünü belirler. Böylece işin güdülenimi toplumsal bir nitelik kazanır.

Öğrenme, çocukluktan başlayarak yaşamın tüm süreçlerinde işlev gören, bilişsel kapasitenin artmasına yönelik bir etkinliktir. İşin insan etkinliği içinde giderek karma-şıklaşıp ayrışması, bilgi ve becerinin bir sonraki işe uyarlanmasını, yani öğrenmeyi gerekli kılar. Öğrenmenin hedefi doğrudan bilgi ve beceri edinmektir. Öğrenmede iki aşamadan söz edilir: Bilgi edinmek ve bu bilgiye egemen olarak onu başka hedeflere de yöneltmek. Öğrenmenin temel güdüsü bilmeye olan ilgidir. Bu temel güdünün yanında dolaylı yan güdülerden de söz edilir; başarı, hırs, kendini gösterme gibi kişisel güdüler dolaylı güdülenime örnektir. Koşullanma ilkesine dayalı öğrenmede, klasik araçlı koşullanma ile açık öğrenme süreçleri rol oynar. Öğrenmede, genellikle ödül ve ceza işleyişine dayanan araçlı öğrenmenin etkili olduğu ifade edilmektedir. Öğrenme belleğe gereksinim gösterir. Çocuklukta, öğrenmenin en yoğun olduğu birinci yıldan hemen sonra kısa süreli bellek hızla gelişirken, daha ileri yaşlarda uzun süreli bellek oluşmaya başlar. Öğrenme ve bellek birlikte zekâyı oluşturur. Jean Piaget, çocukta zekânın oluşumu konusundaki görüşleriyle bu alana önemli katkılarda bulunmuştur. Çevrenin ve dış dünyanın öğrenmedeki önemini vurgulayan Piaget’nin genetik epistemoloji kuramına göre zekâ, kalıtsal olarak tarihten gelen öğrenme yetisinin yaşam deneyimleriyle birleşmesiyle gelişir.

Öğrenme, bellek ve zekânın gelişimiyle dil ve düşüncenin gelişimi yakından ilişkilidir. Piaget’ye göre çocukta dil benmerkezci düşünce ve konuşmayla başlar. Monologu andıran bu konuşma biçiminde çevre önemli değildir. Çocuk kendi kendine düşünür ve konuşur. Piaget’nin yararlı bir işlev görmediğini ve yedi sekiz yaşlarına değin sürüp yok olduğunu söylediği bu konuşma biçimi, L. S. Vigotski’ye göre içsel konuşma ve anlam oluşturmada çok önemli bir aşamadır. Benmerkezci konuşma özellikle oyun içinde etkinliğin gelişip çeşitlenmesini sağlar. Örneğin çocuk, kalemle resim çizmeye başlayacakken kalemin kırık olduğunu görünce, suluboyalara yönelip “ne yapalım, ben de suluboyayla yaparım, hem daha iyi olur, renklenir” diyerek oyununu çeşitleyebilmektedir. Benmerkezci konuşma ilkokul çağında içsel konuşmaya dönüşür. Anlam oluşumu, sözcüksüz bir konuşma türü olan içsel konuşmadan gelişir. Bu konuşma türünde bir anlam birçok sözcüğü içinde barındırdığı halde, dışından konuşmada anlam çok az sayıda sözcükle ifade edilir. Böylece anlamın meydana geldiği düşünce alanı, yani içsel konuşma, güdülenim tarafından oluşturulur; dışsal konuşma, yani dil ise, anlamın ancak bir bölümünü ifade eder ve ardında bir düşünce gizleyebilir.

Advertisement


Leave A Reply