Cogito Ergo Sum (Düşünüyorum O Halde Varım) Ne Demektir? Anlamı

0
Advertisement

Cogito Ergo Sum (Düşünüyorum O Halde Varım) Ne Demektir? Felsefenin meşhur sözlerinden biri olan Descartes’in sözü ne anlama geliyor, ne anlatır?

Cogito Ergo Sumkh

Şüphelenilebilecek her inanıştan sıyrılmış bir halde, görünüşte dipsiz bir belirsizlik denizinde sürüklenen Descartes, ayak basacak bir yer bulmaya çalışır umutsuzca – insan bilgisinin mabedini yeniden inşa edeceği sağlam bir zemin arar..

Cogito Ergo Sum

“Her şeyin yanlış olduğunu düşünmeye çalışırken, bunu düşünen ben diye bir şey olması gerektiğini fark ettim. Ve şu gerçeğin farkına vardım: ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ [cogito ergo sum]. Gördüm ki bu gerçek, şüphecilerin en abartılı varsayımlarının bile sarsamayacağı kadar sağlam ve güvenilir. Böylece bunu, aradığım felsefenin birinci ilkesi olarak kabul edebileceğime gönül rahatlığıyla karar verdim.”

İşte böylece Fransız filozof René Descartes, Batı felsefesi tarihinin şüphesiz en ünlü ve muhtemelen en etkili düşüncesine ulaştı.

Şüphe yöntemi

Descartes 17. yüzyılda Avrupa’ya hızla yay ilan bilimsel devrimin öncüleri arasındaydı. Ortaçağ dünyasının eskimiş dogmalarını bir kenara atıp bilimleri en sağlam temeller üstüne kurmayı arzuluyordu. Bu amaçla “şüphe yöntemi” denilen zorlu ve titiz yöntemi benimsedi. Kendi benzetmesiyle söyleyecek olursak, tek çürük elmayı çıkarmakla yetinmeyerek sepeti tümüyle boşalttı ve en küçük bir şüphe dahi uyandıracak her inancı çöpe attı. Son bir hamlede, amacı onu aldatmak olan kötü niyetli bir cin hayal etti, öyle ki geometri ve matematiğin görünüşteki apaçık doğruları bile artık kesin değildi.

Advertisement

İşte bu her şeyden, başka insanlardan, dışındaki dünyadan, hatta kendi bedeninden ve duyularından sıyrıldığı noktada Descartes kurtuluşu cogito’da bulur. Ne kadar kandırılmış olsa da, cin onu her seferinde aldatmaya ne kadar kararlı olsa da, aldatılacak birisi ya da bir şey olmak zorundadır. Descartes başka her konuda yanılıyor olsa bile kendisinin orada, o anda, yanıldığı düşüncesini taşıyarak var olduğundan şüphe duyamazdı. Cin “ben bir şey olduğumu düşündüğüm sürece hiçbir şey olmadığımı asla ileri süremeyecektir . . . Ben ben’im, ben varım düşüncesi, benim tarafımdan öne sürüldükçe ya da zihnimde tasarlandıkça zorunlu olarak doğrudur.”

Descartes

Cogito’nun sınırları

Descartes’a ilk yöneltilen ve o zamandan beri pek çoklarının benimsediği eleştirilerden biri, cogito’dan çok fazla sonuç çıkarmasıydı. Sadece bir düşünme ediminin varlığını ileri sürebileceği, düşünenin kendisi olduğu sonucunu çıkartamayacağı söyleniyordu. Ama düşüncelerin bir düşünenin varlığını gerektirdiğini teslim etsek bile, Descartes’ın görüşünden çıkartılabilecek sonuçlar son derece sınırlıdır. Birincisi, cogito özünde birinci tekil kişiye ilişkindir – benim cogito’m sadece benim işime, seninki ise sadece senin işine yarar: Cin, senin düşündüğünü (dolayısıyla var olduğunu) düşünmemi sağlıyor olabilir. İkincisi, cogito şimdiki zamandadır: Belki de düşünmediğim zamanlarda yokumdur.

Üçüncüsü, varoluşu belirlenen “ben” son derece belirsiz niteliktedir: Beni ben yaptığına inandığım yaşam öyküsünün ve öbür özelliklerimin hiçbirine sahip olmayabilirim ve aslında hâlâ tümüyle, aldatıcı cinin pençeleri arasında olabilirim.

Kısacası, cogito’nun “ben”i bir özbilinç anından ibarettir; kendi geçmişi de dahil her şeyden kopartılmış bir noktacıktır sadece. Öyleyse Descartes bu kadar istikrarsız bir temel üstüne ne inşa edebilir?

Cogito’nun kökeni

Tüm felsefi deyişlerin en tanınmışı olan cogito ergo sum’un kesin kökeni tam anlamıyla açıklığa kavuşmamıştır. Descartes’la ayrılmaz bir biçimde bağlantılı olsa da cogito’nun ardındaki düşünce ondan çok öncelere uzanır. Örneğin İS beşinci yüzyıl başında Aziz Augustinus ruhun kendinden şüphe duymasından başka her şeyden şüphe duyabileceğimizi yazmıştı, üstelik bu düşünce Augustinus’la ortaya çıkmamıştı.

Advertisement

Bilgiyi yeniden oluşturmak

Descartes, kaza kaza alttaki kayaya ulaşmıştı, peki ama yeniden inşaata başlayacak malzeme bırakmış mıydı kendisine? Çıtayı o kadar yükseltmişti ki, cin geçirmez bir kesinlikten aşağısı kurtarmazdı. Oysa bir bakıyoruz ki geri inşası şaşırtıcı derecede (belki de kaygılandırıcı derecede) çabuk. Descartes’ın bilgi kuramının iki ana desteği vardır. Birincisi, cogito’nun ayırıcı özelliği, yani şüphe götürmezliği konusundaki aşikarlıktır. Descartes buna dayanarak genel bir kurala varır: “Açık seçik ve belirgin biçimde aklımızda canlanan şeylerin hepsi doğrudur”. Peki bundan nasıl emin olabiliriz? Çünkü bütün fikirlerin en açık seçik ve en belirgin olanı her şeye gücü yeten, her şeyi bilen kusursuz bir Tanrı fikridir.

Tanrı bütün fikirlerimizin kaynağıdır ve o iyi olduğuna göre bizi kandırmayacaktır; gözlem ve akıl güçlerimiz de Tanrı’dan geldiğine göre, bizi uygun biçimde yanlışa değil doğruya yöneltecektir. Tanrı’nın gelişiyle şüphe dalgaları çabucak geri çekilir – dünya eski düzenine geri getirilmiştir, bilgimizi sağlam, bilimsel bir temel üstünde yeniden inşa etme işi başlayabilir artık.

şüphe

Geçmek bilmeyen şüpheler

Descartes’ın kendisi için kazdığı şüphe çukurunun dışına tırmanma girişimi pek az kişiyi ikna etti. Pek çokları “Descartes’çı döngü”deki hataya dikkat çekti: Descartes, net ve belirgin idealara sahip oluşumuzdan yola çıkarak Tanrı’nın var olduğunu belirtiyor, ardından Tanrı’nın iyi olmasından yola çıkarak idealarımızın gerçek olması gerektiğini söylüyordu. Tezin gücü ne olursa olsun (Descartes’ın bu kadar apaçık bir tuzağa düştüğü kesin olmaktan çok uzaktır) filozofun cini başarıyla kovduğu konusundaki güvenini paylaşmak zordur. Descartes aldanışın meydana geldiğini yadsıyamaz ve yadsımaz da. Onun genel kuralına uyacak olursak, bir şeyin zihnimizde net ve belirgin bir fikrine sahip olduğumuzu düşündüğümüzde yanılıyor da olabiliriz. Ama böyle bir yanılgıya düştüğümüzü elbette bilemeyiz. Ve eğer böylesi durumları saptayamıyorsak, kapı bir kez daha şüpheciliğe ardına kadar açık demektir.

Descartes modern felsefenin babası olarak adlandırılmıştır. Bu sıfatı hak eder etmesine, ama kendisinin arzu etmiş olabileceği nedenlerden ötürü değil. Onun amacı, şüphecilerin dile getirdiği şüpheleri sonsuza dek ortadan kaldırmaktı, böylece kendimizi bilgi peşinde koşmaya güvenle adayabilecektik. Ama işin sonunda şüphe gidermekten ziyade şüphe uyandırmakta başarılı oldu. Sonraki kuşakların filozofları, Descartes tarafından oraya konduğu günden beri en tepelerde yer alan şüphecilik meselesine mıhlanıp kaldı.


Leave A Reply