Bilimsel Açıdan Rüya, REM Uykusu Nedir, Özellikleri Nelerdir?

0
Advertisement

Bilimsel açıdan rüya nedir? REM uykusu nedir, özellikleri nelerdir? Freud’un rüya tanımı, bilimsel açıdan rüya hakkında bilgi.

Bilimsel Açıdan Rüya

Uyku sırasında canlı, çarpıcı görsel ve işitsel yanılmalarla (halüsinasyon) ortaya çıkan olgu, “düş” olarak da bilinir. Çok sıradan ve gerçeğe yakın olabileceği gibi, fantezilerle yüklü ve gerçeküstü de olabilir.

Düş olarak da bilinir, uyku sırasında canlı, çarpıcı görsel ve işitsel varsanımlarla (halüsinasyon) ortaya çıkar. Çok sıradan ve gerçeğe yakın olabileceği gibi, fantezilerle yüklü, gerçeküstü de olabilir. Rüyalar insanın kendini bildiği çağlardan bu yana merak konusu olagelmiştir. Kökeni ve önemine ilişkin kavramlar ise yüzyıllar boyunca büyük ölçüde değişti. Uyanık geçen yaşamla rüyaların ayırt edilmesi konusu uzun süre tartışma konusu oldu. Birçok kültürde bu ayrım net değil; rüyada yaşananların uyanıkken yaşananlar kadar gerçek olduğu varsayılır. Eski çağlarda rüyaları tanrıların gönderdiğine inanılırdı, rüyaların geleceğe ilişkin kehanetler ya da hastaları iyileştirecek bilgiler içerdiği de düşünülürdü. Eski Mısırlılar yaklaşık dört bin yıl önce rüya yorumlarını derledi; Kitab-ı Mukaddes de içinde olmak üzere birçok Ortadoğu ve Asya kaynaklı metinde kehanet içeren rüyalardan söz edilir. Eski Yunanlılar da rüyaların kehanet gücüne inanırdı. Bununla birlikte Aristoteles rüyaları görece bilimsel bir yaklaşımla ele alır, duyu izlenimlerinin ve coşkuların rolünü vurgular. Rüyaların kökeninde tanrısal bir varlık olduğuna ilişkin yaygın inanış 19. yüzyılın ortalarına doğru gerilemeye başladı. Bu dönemde rüyalar üzerine ayrıntılı bir inceleme yapan Alfred Maury, rüyanın uyku sırasında duyu izlenimlerinin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı sonucuna vardı. Buna göre, uyku esnasında duyulan gürültü rüyada gök gürültüsü ve fırtına görülmesine yol açıyordu. Çağdaş rüya kuramları ise rüyaların uyanıklık halinin uzantısı olduğunu vurgular. 20. yüzyılın ikinci yansında rüya araştırmaları rüya sürecinin fizyolojisi ile rüyaların içeriği üzerine yoğunlaştı. Araştırmacılar rüyanın görüldüğü anın tam olarak belirlenmesini sağlayan fizyolojik ipuçları buldu. Rüya, hızlı göz hareketleri (REM: “Rapid Eye Movement”). uyanıklık-takine benzer beyin dalgalan ve fizyolojik etkinlikte artmayla ortaya çıkan ve REM uykusu olarak adlandınlan dönemde görülür.

REM uykusu

1958’li yıllarda REM uykusunun bulunmasından bu yana yapılan deneylerde REM uykusu belirtileri görülen deneklerin çoğu uyandırıldığında yoğun, canlı, görüntüler içeren rüyalar gördüklerini söyledi. REM dışındaki uyku dönemlerinde uyandırılan denekler ise daha ender olarak rüya gördüklerini belirtti, bu rüyaların daha zor hatırlandığı görüldü. Deneyler sonucunda REM uykusu ile canlı, kendiliğinden hatırlanabilen rüyalar arasında bir bağlantı olduğu saptandı. Öte yandan, gece korkulan, karabasanlar, uyurgezerlik gibi davranış bozukluklarının sıradan rüya görmeyle ilişkili olmadığı belirlendi.

REM uykusu, uyku süresince yaklaşık 90 dakikada bir ortaya çıkar. Uzunluğu 10 dakikadan başlar, giderek artar. On yaşından 60’lı yaşların ortasına değin insanın uykuda geçen zamanının yaklaşık dörtte birini REM dönemi oluşturur. Bu süre çeşitli ilaçların alınmasına ya da uyuyanın REM sırasında uyandırılmasına bağlı olarak geçici olarak kısalsa da, kişi fırsat buldukça REM uykusu oranını, buna bağlı olarak gördüğü rüya sayısını arttırır.

Advertisement

Hızlı göz hareketlerinin saptanmasıyla kişinin rüya gördüğü başkaları tarafından belirlenebilirse de, gördüğü rüyanın içeriğinin yalnız kendisi farkındadır. Bu nedenle, rüyaların incelenmesinde rüya gören kişinin uyandıktan sonra verdiği bilgiden başka kaynak yoktur. Bununla birlikte, rüyaların incelenme biçimi rüyaların içeriğini etkileyebilir. Örneğin, evde görülen rüyaların, laboratuvar koşullarında görülenlerden daha kişisel ayrıntılar içerdiği saptanmıştır. Rüyalarda duyumsananlardan rahatsızlık verici olanlar, hoş duygulardan iki kat fazla bildirilmektedir. Rüyaların çoğunun içeriğinin, rüya gören kişinin yakın çevresi ve iyi bildiği ortamların simgelerinden oluştuğu, rüyalara eşlik eden yabancılık ve gariplik duygusunun, rüyadaki keskin zaman ve mekan atlamalarından kaynaklandığı düşünülür.

Rüyalar bilimsel ve duygusal sorunlarda oldukça yaratıcı çözümlerin ortaya çıkmasına yardımcı olup, sanatta yeni akımlara kaynaklık etmiştir. Bunun bilim alanında iyi bir örneği; benzen molekülünün yapısını bulmaya çalışan Kekule von Stradonitz’in rüyasında kendi kuyruğunu ısıran bir yılan görmesiyle benzenin halka yapısında olduğunu fark etmesidir. Rüya görme sırasında bilinçdışında bir tür bilişsel çözümlemenin ortaya çıktığı, bunun da bilinçli iç görüyü kolaylaştırdığı düşünülür.

Freud’un rüya tanımı

Rüyaların anlamı ve önemi konusunda en iyi bilinen görüş Sigmund Freud‘un Die Traumdeutung’da (1900; Rüyalar ve Yorumlan, 1972) geliştirdiği psikanalizci rüya kuramıdır. Freud’a göre, rüyada görülen olaylar, bilinçdışı arzuların örtülü olarak dışavurumundan başka bir şey değildir. Sıklıkla cinsellikle ilgili yasaklanmış dürtüleri simgeleyen bu arzular normal olarak bilincin dışında tutulur ve bastırılır. Uyku sırasında bastırmanın gücü azaldığından arzular serbestçe dışa vurulursa da rüya gören kişinin bilincine girmelerini engellemek amacıyla kabul edilebilir imgelere dönüşür. Bu dönüşümde uyku sırasında algılanan duyu uyaranlarından, önceden yaşanmış olaylardan ve derinde yerleşmiş anılardan etkilenildiği görülmüştür. Psikanalizde rüyaların yorumlanarak bilinçdışının incelenmesine önem verilir.

Freud’u izleyenlerden Alfred Adler rüyaların geçmişten çok geleceğin planlanmasına yardımcı olma işlevini üsdendiğini ileri sürer. Rüyalar ve yorumlarıyla ilgili en kapsamlı araştırmayı yapan Carl Gustav Jung‘a göre ise rüyadaki imge ve simgeler tek başına incelendiğinde kişi için özel anlam taşıdığı, kişinin kendini bunlara yansıttığı görülür.


Leave A Reply