Danimarka Sanatı, Mimari, Heykel, Resim ve Sinema Hakkında Bilgi

0
Advertisement

Kuzey Avrupa’nın Vikingler ülkesi olan Danimarka’nın mimarlık, heykel, resim, tiyatro ve sinema sanatı ile ilgili genel bilgiler.

Kaynak: pixabay.com

Danimarka Sanatı

Mimarlık.

Danimarka’nın en eski mimarlık kalıntılarına İS 11. yüzyılda yapıldı. Roman kiliseleri 12. yüzyılda yapıldı. Roman sanatı geleneğiyle Avrupa ölçümlerinde yapılan başlıca yapılar Lund, Viborg ve Ribe katedralleridir. Danimarka krallarından birçoğunun gömüldüğü Roskilde Katedraline Roman sanat akımının egemenlik döneminde (1160-dolayı) başlandıysa da bir gotik yapısı niteliği verilerek bitirildi.

Kalundburg’da yapılan kale benzeri, beş kuleli kilise ergen gotik akımı örnekleri arasında sayılır. Aziz Knud Kilisesi (1300 dolayı) kemerleri açısından İngiliz gotiğine benzetildi. Lübeck Marie Kilisesi ise, Kuzey Alman sanatının etkisinde tuğladan yapıldı. Danimarka yüksek gotiğinin en güzel örneği ise Noestved Aziz Peder Kilisesi’dir. 1450-1500’de Elsinore’de yapılan Carmelite Manastırını’nda bu dönemin İngiltere manastır mimarlığı örnek alındı. 16. yüzyılda zenginliğin artmasıyla Rönesans mimarlığı akımında malikâneler ve şatolar yapıldı. 1690 dolayında mimar Ernst Branderburger Jutland’da Stensballegard ve Clausholm malikânelerini yaptı. Konusunda yeterli eğitim gören ilk mimar Lambert van Haven’in (1630-1695) başlıca eserleri Vor Freisers Kilisesi (Christainshavn) ile Kopenhag’daki Kronberg Şatosu’nun Kronevaerk girişidir.

18. yüzyılda Danimarka’da Fransız mimarlığı etkileri başgösterdi. Niels Eigtved (1701-1754) en iyi örnekleri Amalienborg Malikânesi ve Prens Sarayı’nda (bugünkü Ulusa] Müze) görülen Fransız rokokosu etkisinde çalıştı. Yeni kalisisizmin en güçlü temsilcileri C. F. Harsdorff (1735-1799) ile öğrencisi C. F. Hansen (1756 -1845) idi. 19. yüzyılda Danimarka mimarlığı, eklektizm ve manyerizmi yeğledi. Bu yüzyılın sonunda ise “ulusal romantizm akımı” ortaya çıktı. Uluslararası işlevcilik, Stockholm Ser-gisi’nden (1930) sonra İsveçli mimar Gunnar Asplund ile başladı. 1960’larda Danimarka mimarlığı Avrupa, ABD ve özellikle de Japonya’nın etkisine girdi. 1970’lerde ekonomi alanında ortaya çıkan güçlükler mimarlığa da yansıdı

Heykel.

Hıristiyanlığın kabulünden yaklaşık 100 yıl sonra yapılan ilk kiliselerde Roman heykel sanatının etkisi büyüktür. 13. yüzyılda heykel sanatı Fransız gotiğinin etkisine girdi; Danimarka heykelciliği 1500’den sonra Claus Berg (1470-1532), Hans Brüggemann (1480-1540) ve Alman kökenli Adam von Düren (etkinlik yılları (1487-1532) ile özgünlüğe kavuştu. Gotik akımından sonra başlayan Rönesans’ın ünlü heykelcileri arasında kralların sanatçısı Martin Bussert (7-1553) ve Hollanda kökenli Johan Gregor van der Schardt (1530-1581) sayılabilir. Bu dönem sanatçılarının büyük boyutlu eserlerinden sonra yaşlı Aber Schroder (etkinlik yılları 1583-1602) gibi sanatçılarla bezemesel heykelcilik baladı.

18. yüzyıl ortasında kurulan Danimarka Sanat Akademisi (1814’ten sonra Danimarka Krallık Sanat Akademisi) ise Danimarka heykelciliğinin dönüm noktası oldu. Heykelcilik, Bertel Thorvaldsen (1770-1844) ile gelişti. 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’dan etkilenen Vilhelm Bissen (1823 -1913), Theobald Stein (1829-1901) ve August Saabye (1823-1916) gibi sanatçılarda “doğalcılık”a dönüş görüldü. Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasında Kopenhag’da Denizciler Anıtı’nın sanatçısı Sevend Rathsack (1885-1941), ünlü politikacı Ove Rode adına dikilen anıtı yapan Adam Fischer (1888-1968), ressam Anna Ancher’ in heykelini yapan Astrid Noach (1889 -1954) gibi sanatçılar yetişti.

Advertisement

Çağdaş Danimarka heykelcileri arasında Mogens Boggild (1901), Gottfred Eikhoff (1902), Knud Nellemose (1908) gibi doğaya yakın çalışan sanatçıların yanı sıra Gunnar Westmann gibi yeni gerçekçiler ve insan yaşamında öğesel gücü duyumsatma amacı güden Sevend Wiig Hansen’den söz edilebilir. Danimarka heykelciliğinin son kuşağını oluşturan Jorgen Haugen Sorensen (1934) ve Egon Fischer (1935) ise, gereç olarak çoğunlukla plastikten ya da günlük yaşamda kullanılan nesnelerden yararlanarak resim, heykel ve mimarlık arasındaki geleneksel sınırı ortadan kaldırma amacı güttüler.

Resim.

Danimarka resim sanatında dış etkiler her zaman önemli oldu. Ressamlar arasında uluslararası üne kavuşan tek sanatçı, aynı zamanda heykelci de olan Bertel Thörvaldsen’dir (1770-1844). Rönesans (1536-1620) ile barok sanatta (1620-1730) ise Hollandalılar önde gelir. Rokoko akımının başlıca temsilcisi ise İsveç kökenli Carl Gustav Pilo’dur (1711-1793). Kopenhag’da kurulan Danimarka Sanat Akademisi (1754) heykelde olduğu kadar resimde de bir dönüm noktası oldu.

Jiels rokoko geleneğine yönelik çalışırken, aynı akademide eğitim gören çağdaşı N. A. Abilgaard (1743-1809) yeni klasizmi yeğledi. Christoffer Wilhelm Eckersberg (1783-1853) “doğalcılık” akımına öncülük etti. Paris’te David’in öğrencisi olan Ackersberg teknik becerisi ve ayrıntılarının zenginliğiyle tanındı. 1835’te Eckersberg ve öğrencilerine karşı bir tepki olarak romantik okul gelişti. Hu okulun Jorgen Sonne (1801-1890), Johan Thomas Lundbye (1818-1848), Dankvart Dreyer (1816- 1852), P. C. Skovgaard (1817-1875) gibi sanatçıları yalın renklerle yeni bir resimsel anlatı arayışına girdiler. Romantik doğa görünümü resimleri Vilhelm Kyhn (1819-1903) ile 20. yüzyıla kadar geldi. Bu arada kırsal yaşamdan kesitlere de ağırlık verildi. 1860-1880’de teknik açıdan güçlü olmakla birlikte akademik üslupta resimler de yapıldı. L. A. Ring (1854-1933) resim sanatında “gerçekçilik” akımını, Theo-dor Philipsen (1840-1920) “izlenimcilik” akımını başlattılar. Aynı yıllarda kurulan Skagen Okulu ise öyküsel resmi dışavurumcu teknikle gerçekleştirdi. Fransız izlenimcileri ve fovistleri-nin etkisi altında, 1905-1910’da ortaya çıkan “modern” akımda soyut öğeye ağırlık verildi. Yapısalcı akımın sanatçılarından Niels Lergaard (1893) ise başından bu yana Danimarka sanatına egemen olan “sanat için sanat” savını yıktı. Oluf Host (1884-1966) ile Jens Sondergaard’ın (1895-1957) eserlerinde doğa görünümleri zaman zaman romantizmin etkisine girdi. Ernst Zeuthen (1880-1938) insanın güçsüzlüğü karşısında doğanın acımasını yansıttı. 1940’lardan sonra başlayan soyut akımın başlıca sanatçıları Richard Mon-tensen (1910), Asger Jorn (1914-1973), Carl-Henning Pedersen (1913) oldu.

Tiyatro. 1663’ten gelen bir tiyatro geleneği olmasına karşın Danimarka’da ilk tiyatro salonu 1722’de Kopenhag’da açıldı. Yabancı tiyatroların sergilendiği bu salona karşılık 1748’de Kraliyet Tiyatrosu kuruldu. Saraya bağlı bu tiyatro 1848’de devlete bağlandı. Günümüzde Kültür Bakanlığı’na bağlıdır. 1931’de Yeni Sahne adıyla ek bir binaya daha kavuştu. Tiyatronun yanı sıra opera bale gösterileri de yapılır.

Sinema.

Saray fotoğrafçısı P. Elfelt ilk sinema denemesini krallık ailesinin filmlerini çekerek gerçekleşti (1898). Nordisk Films Kompagni, 1906’da kuruldu, 1910’ların başında dış pazarlara açılma olanağı bularak New York, Paris gibi metropollerde dağıtım örgütleri oluşturdu. Madsen’in uyguladığı kamera hareketleri ve açılan, Hollywood’ da Griffith’i bile etkiledi. Madsen, Urban Gad (Uçurum) 1910 filminde Kopenhaglı genç bir kızı Asta Nielsen’i oynatarak “söylence yıldız”lardan birini yaratmış oldu.

Onunla birlikte üne kavuşan erkek oyuncu Valdemer Psilander’in, Tutukevi Kapısında (1911), Balerin (1911) ve Karabasan (1912) filmleri çok tutuldu, özellikle A. W. Sandserg yönetiminde çevirdiği Soytarı (1916) olay yarattı. Bu arada Holger Madsen’in, iki karamsar filmi Morfinomanlar (1911) ve Afyonkeş Düşleri (1914) bazı ülkelerde şok yaratarak yasaklandı. Gazetecilikten gelme Cari Dreyer, Başkan (1919) ve Şeytanın Kitabından Sayfalar (1920) eserleriyle sanatsal ağırlığını duyurdu. 1922’den sonra çalışmalarını Almanya ve Fransa’da sürdüren Dreyer, uzun bir ayrılıktan sonra yurduna dönerek Gazap Günü’nü (1943) gerçekleştirdi. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle yeni yapımevleri ve genç bir yönetmen kuşağı ortaya çıktı. Lau Lauritzn Jr’un, Kırmızı Toprak (1945) ile Hening-Jensen çiftinin yarı-belgesel filmleri, Danimarka Sineması’na taze bir soluk getirdi.

Advertisement

Dreyer de, sahne oyunlarından uyarladığı Sözcük (1944) ve Gertrude (1965) ile dinsel temaları, erişilmez estetik düzeyle gündeme getirdi. Knud Leif Thomsen, Düello (1962) ve İntihar Okulu (1966) ile yeteneğini kanıtladı. Henning Carlsen’in, Knut Ham-sun uyarlaması Açlıkı (1966) önemli bir film oldu. Danimarka Devlet Sinema Kurumu’nun kurulmasıyla birlikte sinema salonları çoğaldı, sineklüpler açıldı, geniş halk yığınları sanat filmlerini izleme olanağı bulabildi. Film Enstitüsü ve Film Okulu’nun da açılmasıyla bu olumlu gelişme sürdü. 1970’lerde, Hans Kristensen, Per ile sert bir toplumsal eleştiri getirirken Jorgen Leth, İyi ve Şeytan, Haiti Ekspresi filmleriyle cinsel sorunları sergiledi. 1980’lerde gençliğe dürüstçe yaklaşan Menekşeler Mavidir filmi (yönetmen Peter Refn), amatör oyuncularla yaratılan Bolluk Ülkesi ve çocuk ruhunu sevecen bir kamerayla saptayan Zappa yankılar uyandırdı.


Leave A Reply