Avrupa Kıtası İlk Uygarlıklar ve Ulusal Devletler (Avrupa Tarihine Detaylı Bakış)

0
Advertisement

Avrupa kıtasının ilk çağlardan ulus devletlerin kuruluşuna kadar ki büyük zaman diliminde ki tarihi. Avrupa Tarihine bir göz atış.

Avrupa Kıtasında ki İlk Uygarlıklar

M.Ö. 3000’lerde deniz yoluyla araştırmalar yapan tüccarlar Malta’da bir üs kurdular. Daha sonra Akdeniz’in batı kıyılarını ve Avrupa’ nın Atlas Okyanusu’na dönük kıyılarını dolaşarak kıtanın en eski uygarlığını oluşturdular. Bu dönemde yapılan büyük taş mezarlar ve anıtlar uygarlığın başlıca işaretleridir. Söz konusu uygarlığın M.Ö 2500-2000’lerde İspanya’nın kuzeyi, Bretange ve Cornwaire yayıldığı sıralarda Avrupa’nın kuzeyindeki ve batısındaki çiftçi toplulukları, Avrasya bozkırlarının batısından gelen barbarların akınına uğradı. Önceleri taş, sonraları tunç savaş baltalarıyla yeni bir aşamayı başlatan bu savaşçılar Hint-Avrupa dillerinin kıtaya yayılmasını sağladılar. M.Ö 2100’lerde Girit’te, M.Ö 1600’lerde ise Yunanistan’da kurulan Ege uygarlıkları Avrupa’nın ilk önemli uygarlıkları oldu. Girit’te kurulan Minos uygarlığı, din ve sanat alanlarında özgün niteliğini ortaya koyarken güneyin ve doğunun eski uygarlıklarından yazı sistemlerini ve çömlekçiliği öğrendi. Minos uygarlığına son vererek onun yerini alan Miken uygarlığı döneminde deniz yoluyla keşif gezileri yapıldı. Kuzeyden gelen demir silahlı Dorlar, M.Ö ll00’lerde Yunanlıları yenilgiye uğratıp kıtada dünyanın en parlak uygarlıklarından birini kurdular.

Yunan ve Roma Dönemleri

Yunan - Pers Savaşları

Yunan – Pers Savaşları

M.Ö 900’lerde Yunanistan’da küçük kent devletleri kuruldu. Zeytinyağı ve şarap üretimiyle sanaatkarlığın ekonomi alanında büyük ilerleme sağladığı kent devletlerinde askerlik, bilim ve sanat açısından da önemli gelişmeler gerçekleşti. Özellikle Atina’da Yunan yaşam biçimi özgün bir nitelik kazanırken politik alanda eşitlikçi bir yaklaşım benimsendiyse de erkeklere tanınan yurttaşlık haklarından kadınlar, köleler ve yabancılar tümüyle yoksun bırakıldı.

Gerçekte Atina uygarlığı M.Ö 5.yüzyılda eriştiği görkemli aşamayı, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki güçsüz toplulukların acımasızca sömürülmesine borçluydu. M.Ö. 480-479’da Pers ordularını yenilgiye uğratan ancak giderek zayıflayan Atina’nın parlak çağı Peloponnesos Savaşları (M.Ö 431-404) ile son buldu. Bu savaşta Sparta’ya yenik düşen Atinalılar, M.Ö. 330’lerde Makedonya Kralı Büyük İskender’in egemenliği altına girdiler. Bu dönemden sonra gücünü yitiren kültürel yaratıcılığın yerini coğrafi yayılmacılık tutkusu aldı.

Roma Kenti M.Ö 8. yüzyılda Etrüsk ve Yunan etki alanları arasındaki tampon bölgede küçük bir devlet durumuna geldi. Zamanla gücünü artıran ve M.Ö 265’te egemenliğini tüm İtalya’ya yayan Roma, Hıristiyanlık öncesi dönemin ikinci büyük uygarlığı oldu. Üç zorlu savaştan (M.Ö 264-146) sonra Kartaca’yı yenilgiye uğratan Roma bu devletin Sicilya, İspanya ve Afrika’da ki topraklarında egemen duruma geçti. Yunan kültürünü örnek alan Roma, sanat ve edebiyat alanında üstün eserler yarattı. Din, felsefe, astronomi, coğrafya ve tıp alanlarında da büyük ilerlemeler sağlandı. Politik açıdan baskıya dayalı ve özgürlükçü eğilimler birbirini izlerken, bir dizi iç savaşın ardından Sezar mutlak bir yönetim kurdu. M.Ö 44’te öldürülen Sezar, kararlı bir yasal temel kazandırdığı imparatorluğun sınırlarını Galya’ya kadar genişletmişti. Yerini alan Augustus döneminde de giderek güçlenen Roma iki yüzyıl boyunca bu konumunu korudu. M.S 14’te Roma İmparatorluğu toprakları tüm Akdeniz kıyılarını kaplıyor. Güney Avrupa’da Ren ve Tuna ırmaklarına kadar uzanıyordu.

Hıristiyanlığın Yayılması ve Barbar Akınları

Kavimler Göçü

Advertisement

M.S 2. yüzyıl sonunda Romalıların tüm Akdeniz kıyıları, Orta Avrupa ve Britanya’nın bir bölümünü kapsayan büyük bir imparatorluk kurmalarına karşın, iç savaşlar ve barbar saldırıları, M.S 193’te bu kararlılık dönemine son verdi. Germen boylarının ilk saldırısından sonra imparatorluk ancak baskıya dayalı askeri bir yönetim kurarak gücünü yeniden toparlayabildi. M.S 3. yüzyılda ekonomik alanda baş gösteren bunalım, imparatorluğun gerilemesine yol açtı.

Roma İmparatorluğu sınırları içinde bu dönemde çeşitli dinler yayıldı. Bu dinlerden en fazla yandaş toplayan Hıristiyanlık, yasa dışı sayılarak, inananları yetkililer tarafından cezalandırıldı. 313’te İmparator Büyük Constantinus’un Hıristiyanlığı kabul etmesiyle bu din yasallık kazandı ve kilise ile devlet arasında işbirliği kuruldu. 380’de İmparator II. Theodosius’un birleştirici bir öğe durumuna gelen Hıristiyanlığı, imparatorluğun tek yasal dini ilan etmesi sonucu bu kez Hıristiyanlar öteki topluluklar üzerinde baskı uygulamaya başladılar.

4. yüzyıl sonlarında Orta Asya’dan gelen Hun ve Moğol savaşçıları, imparatorluğun sınır bölgelerinde yaşayan Germen boylarının topraklarına girdiler. Güneye kaçan Germen boyları, sınırları aştılar ve batı illerinde imparatorluğun denetimi yeniden kurması olanaksız duruma geldi. İmparatorluk merkezi 330’de İstanbul’a taşındığından, batının denetlenmesi güçleşti. Germen boylarında Vizigotlar, Roma’yı ve İtalya’nın öteki bölgelerini yağmalayarak İspanya’yı bir başka barbar boyu olan Vandalların elinden aldılar. Anglar, Jütler ve Saksonlar Britanya’ yı, Franklar Galya’yı ele geçirdiler. 395’te imparatorluk Doğu ve Batı Roma imparatorlukları olarak ikiye ayrıldı. Başkenti Roma olan Batı Roma’nm son imparatorunu 476’da Ostrogot Kralı Odoaker tahtından indirdi.

600 yıl boyunca imparatorluğa yönelik barbar saldırıları birbirini izledi. Hunlardan sonra Avarlar, Bulgarlar, Macarlar, Peçenekler ve Moğollar Asya’ dan gelerek Avrupa topraklarını yağmaladılar. Müslüman Araplar da 636’dan başlayarak imparatorluğun doğu ve güney kesimlerine saldırdılar. Bu saldırıların yanı sıra 5 ile 11. yüzyıllar arasında kuzeyden ve batıdan yönelen barbar Germen, İskandinav ve Slav saldırıları önemli değişimlere yol açtı.

5. ve 6. yüzyıllarda Anglar ve Saksonlar Britanya’nın büyük bölümünde Germen dillerinin konuşulmasını sağlarken, Balkan Yarımadası’na sızan Slavlar bu bölgenin geniş bir kesimiyle Tuna’nın kuzeyindeki Doğu Avrupa topraklarında Slav dillerini egemen kıldılar.

Latin ve Yunan Hıristiyanlığının ağırlık merkezini, eski uygarlık merkezlerinden biri olan Akdeniz’den kuzeye doğru kaydırması, Müslüman saldırıları karşısında bir gerileme olduğu kadar dini Germen ve Slav topraklarına yayma amacını da taşıyordu. Böylece Avrupa kültürüne karışmalar sonucu dine, barbarlığa özgü öğeler de katılmış oldu. Ancak Hıristiyanlık her zaman birliği sağlayamadı.

Advertisement

330’da imparatorluk başkentinin İstanbul’a taşınması İstanbul ile Roma’nın çatışmasına yol açmıştı. Başkent, devlete tümüyle Bizans kültür ve dilinin egemen olmasına karşın evrensel bir Roma İmparatorluğu’nu yönettiğini öne sürerken, Romalı din adamları da hem tüm Hıristiyan kiliselerini denetleme hem de politika yetkileri üstlenme istemini dile getiriyorlardı. Dinsel öğretiye ilişkin ayrılıklar da Doğu kiliseleriyle Roman kilisesi arasındaki uzmaşlazlığı derinleştirirken, imparatorluğun Yunanca ve Latince konuşulan kesimleri birbirinden giderek uzaklaştı.

Avrupa’da Ortaçağ

Ortaçağ

Bazı barbar boylar Hıristiyanlığın etkisiyle sağlam devletler kurdular. Frankların Galya’da Lombardların İtalya’da Vizigotların İspanya’da kurdukları krallıklar, yapıları yönünden ilkel kaldılar. Yerleşmiş barbarları Hıristiyanlaştırdıktan sonra kuzeydeki ülkelere yönelen misyonerler ise Frank ordularından destek gördüler. 752-888 arasında Frankları yöneten Karolenj Hanedanı, Germanya’daki Saksonları egemenliği altında toplayıp Hıristiyanlaştırdı ve Akdeniz’in güney kıyılarını ele geçiren Müslümanların ilerlemesini engelledi. 768’de tahta çıkan Frank Kralı Charlemagne, Pirene1er ile Baltık Denizi arasındaki bölgede egemenlik kurdu. Charlemagne Latin etkisi altındaki batı kesiminde yeniden parlak bir çağı başlattı.

Papa, Charlemagne’ı, 800’de Kutsal Roma-Germen imparatoru ilan etti. Din adamları sınıfı bu yolla kilisenin koruyucusu olan Charlemagne’ı daha da güçlendirmeyi umuyorlardı. Ancak imparatorluk ard arda yeni saldırılarla karşılaştı. Batıdaki kıyı ülkeleri İskandinavyalı Normanların (795), Orta Avrupa’da Macarların (895) akınına uğradı. Macarlar 896’da Tuna’nın yukarı kesimlerinde, Normanlar 911’de Fransa’da, 1059’da Güney İtalya ve Sicilya’ da 1066’da İngiltere’ye yerleştiler. Viking saldırılarına karşı daha etkin bir savunma sistemi getirme gereksinimi, Batı Avrupalıları atlı ve zırhlı şövalyelerin yerel koruması altına girmeye yöneltti. Ekonomik alanda da değişim ortaya çıktı ve beylikler çağı başladı. Çiftlikler barındırdıkları kişilerle mal sahiplerinin gereksinmelerini karşılıyorlardı. Politik parçalanma da akınlardan doğan devletlerin yok olmasına yol açarak derebeylik çağını (9.-11. yüzyıllar) başlatan bir başka etken oldu.

Akınlarla başlayan ve Charlemagne döneminde bir ölçüde hafifleyen ekonomik alandaki bunalım 11. yüzyılda ortadan kalktı. Tarım tekniği gelişirken birçok alan tahıl üretimine açıldı ve açlık azaldı. Nüfus artışı el emeğinin zanaat ve ticareti geliştirmesi kentleri canlandırdı. Şövalyelerin koruması, saldırıları durdururken, korsanlık ve yağmacılık da gerileme gösterdi. Böylece 11. yüzyılda Latin etkinliğindeki Hıristiyanlık dünyası parlak bir döneme girdi. Eğitim, sanat, edebiyat, teknik ve denizcilikte ilerlemeler sağlandı.

Bu dönemde başlayan Haçlı Seferleri ile kutsal topraklar olarak bilinen Kudüs, Müslümanların elinden alınmaya çalışıldı. Papalığı bu girişime yönelten, şövalyelerin İspanya ve İtalya’daki Müslümanlara karşı verdiği mücadeleydi. 1099’da Kudüs’ü ele geçiren Haçlı Ordusu burada 1291′ kadar süren bir Hıristiyan krallığı kurdu. 13. yüzyılda 4. Haçlı Seferi ile geçici bir süre Haçlıların eline geçen Bizans İmparatorluğu’nu egemenliği altına alarak büyük bir güç kazanmıştı. Ancak bu tarihten sonra Orta Asya’dan gelen Türk saldırıları İtalyanların deniz ticaretinde üstünlüğü ele geçirmeleri ve Norman akınları imparatorluğu zayıflattı.

Haçlı saldırısından sonra 1261’de yeniden bir canlanma görülmesine karşın, 1453’te Fatih Sultan Mehmet‘in İstanbul’u almasıyla Bizans İmparatorluğu yıkıldı. Çeşitli saldırılarla birliği parçalanan ve 963’te Sakson Kralı I.Otto’nun yeniden kurduğu Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, Papa VII. Gregorius döneminde (1073-1085) papalıkla çatışmaya girdi. Bu çatışmanın nedeni, kilisede bir reform hareketi geliştiren din adamlarının, atama yetkisinin imparatorluktan alınmasını istemeleriydi. 1122’de papalıkla hükümet arasında yapılan bir antlaşmayla uzlaşma sağlandı. Germen kralları, kilise üzerindeki denetimlerini yitirdikleri gibi İtalya ve Almanya’daki topraklarında politik etkinlikleri de azaldı. 13. yüzyılda papalık, kazandığı büyük etkinlikle Müslüman ve Bizans kültürlerini geride bıraktı. Büyük katedraller yapılırken hukuk, tıp ve ilahiyat eğitiminin sürdürüldüğü üniversiteler açıldı. Ancak Germen Krallığı’nın çöküşünden sonra Avrupa’nın en güçlü devleti durumuna gelen, 12. ve 13. yüzyıllarda Hıristiyan uygarlığının merkezi olan Fransa, papalığa boyun eğdirdi.

1378-1417 arasında papalık saygınlığını önemli ölçüde yitirdi. Birbirine rakip din adamlarının mücadele içine girdiği bu dönemin ardından Kontanz Kurulu (1414-1417) ile kilisenin birliği yeniden sağlandıysa da papalık eski etkinliğini kazanamadı. Fransa, İngiltere ve İspanya’da ise ulusal monarşi sınırları içinde din adamları, soylular ve kentlileri etkin bir biçimde denetliyorlardı. Orta Avrupa’da İtalya ve Alman kent devletleri Kutsal Roma-Germen İmparatoru’na bağlılıklarını bildirmekle birlikte, gerçekte politik egemenliği şövalyeler ve prenslerle birlikte kendileri uyguluyorlardı.

12. yüzyılda aralarındaki askeri birlik dağılan Rus prenslikleri 1237-1240 arasında Moğolların saldırısına uğradılar. 1480’e kadar Altınordu Devleti’ne vergi veren Rus prensleri, bu tarihte söz konusu uygulamaya son verdiler. 1386’da Litvanyalı bir kralın yönetimine geçen Polonya Krallığı doğuya doğru yayılarak Rus topraklarına girdi. Hızlı bir yayılma sürecinde doğuya ve güneye doğru genişleyen Macarlar, Tuna kıyılarındaki Ortodoks topraklarını ele geçirdiler. Balkanlar, 1353’te Türklerine eline geçti.

Rönesans

rönesans

14. ve 15. yüzyıllarda Floransa, Roma ve Venedik gibi İtalyan kentleri, eski Roma-Yunan kültür ve uygarlığını canlandırmaya yönelik girişimlere sahne oldu. Rönesans adını alan bu hareket, sanat, edebiyat, felsefe ve bilim alanlarında büyük gelişme yarattı. Laik bir yaklaşımı benimseyen İtalyan düşünür ve sanatçılarının kiliseye olan ilgilerinin azalması da bu dönemin bir özelliği oldu. İtalyanlar kültür alanındaki başarılarını denizcilikte de gösterdiler. Müslümanlarla savaşmayı sürdüren İtalyanlar, Afrika’ nın kuzeybatısını güneyden çevirmeyi amaçlayan İber Yarımadası’ndaki küçük devletlerin filosunu yönettiler.

Advertisement

Bu arada büyük keşif gezileri Avrupalılara dünyanın tüm denizlerine açılma olanağı sağladı. 15. yüzyıl ortalarında Ceneviz ve Portekizliler Gine kıyısında ticarete başladılar. 1492’de Cenevizli Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetti ve 1497’de Portekizli Vasco de Gama deniz yoluyla Hindistan’a ulaştı. 16. yüzyıl boyunca süren keşiflerle Amerika ve Doğu Asya’nın gizleri çözüldü. Yeni bilgi ve zenginlikler önce bu keşiflerin öncülüğünü yapan İspanya ve Portekiz’e, sonraları da Hollanda, Fransa ve İngiltere’ye aktı. Ancak Amerika’dan getirilen altın ve gümüş, paranın değerini düşürerek Avrupa ekonomisini bir karmaşa içine soktu.

Reform

reform

4. ve 15. yüzyıllarda kilise ve devletin gücü zayıflamaya başladı. Kimi prensler Kutsal Roma-Germen imparatorunun yetkilerini tanımazken, kimi çevreler de kilisede reform yapılmasını savunuyorlardı. Martin Luther papalığın görüşlerine karşı çıkarak, ünlü protestosunu Wüttenberg Kilisesi’ nin kapısına astı (1517) ve reform hareketini başlattı. Protestanlar olarak adlandırılan yandaşlarıyla birlikte Katolik Kilisesi’nden ayrılan Luther’i John Calvin (1559-1564) izledi. Luther’in yaşadığı dönemde Protestanlığı kabul edenlerin sayısı, Calvin’in öğretisini sistemleştirmesiyle daha da arttı. Böylece Büyük Britanya, İskandinavya, Almanya, İsviçre ve Hollanda Roma’dan ayrılırken, Fransa, İskoçya, Polonya ve Macaristan’da da yandaşlar kazanıldı.

Önceleri İtalyan politik yaşamındaki etkin rolü nedeniyle Almanya’daki dinsel çekişmeye fazla ilgi göstermeyen papalık, Protestanlığın yarattığı tehlikeyi kavradığında Karşı Reform hareketiyle mezhebin yayılmasını durdurdu. Böylece Katolik Kilisesi, Slav ve Roman dillerinin konuşulduğu bölgelerde yeniden etkinlik kurarken, Almanya çevresinden de yandaşlar kazandı. Ancak Roma Katolik Kilisesi’ nin yarattığı bu yeniden canlanmaya karşın, Protestanlık da henüz gücünü yitirmemişti. Avrupa’nın birçok bölgesinde taraflar arasında şiddetli çatışmalar başgösterdi. Almanya’da (1546-1554), Fransa’da (1562-1598); Hollanda’da (1568-1609), İngiltere’de (1642-1648) din savaşları başladı. Habsburg Hanedanı’na bağlı Kutsal Roma-Germen imparatorunun Bohemya’daki dinsel ve politik karşı çıkışları bastırma girişimiyle başlayan Otuz Yıl Savaşları (1618-1648), kısa sürede tüm Alman devletlerine ve komşu ülkelere yayıldı. Almanya’nın yıkıma uğramasına yol açan savaşın sonunda imparatorluk, Alman prenslerine dinsel ve politik açıdan boyun eğdirmeyi başaramadı. Savaş sonunda Fransa, Avrupa’nın en güçlü devleti durumuna geldi.

Ulusal Devletler

Bastille Hücumu 14 Temmuz 1789

Bastille Hücumu 14 Temmuz 1789

Derebeyliğinin giderek çökmesi ve kilisenin etkinliğinin azalması sonucu krallar ülkelerinde güçlerini artırdılar. 15. yüzyıldan sonra Avrupa’da büyük krallıklar kuruldu. Yer yer baş gösteren direnişlere karşın güçlü bir birleşmiş uluslar ortaya çıkmaya başladı. Yavaş yavaş oluşan yurtseverlik duygusu ve uyrukların bağlılığı krallıklara güç verdi. İngiltere, İspanya ve İsveç, Fransa’yı örnek aldılar. Zaman zaman büyük devletler Avrupa’ya tek başlarına egemen olmaya çalıştılarsa da bunun önüne geçildi (15. ve 16. yüzyıllar). Gerçek yetkileri elinde bulunduran merkezi bir hükümeti ilk kez kuran İspanya ve Portekiz, 15. yüzyılda Avrupa’nın önde gelen devletleri haline gelmişlerdi. 1650’ler de din savaşlarının son bulmasıyla başlayıp 1789 Fransız Devrimi’ne kadar süren dönem mutlak monarşi, aristokrasi ve kentli orta sınıflar arasında bir uzlaşma süreci oldu. Bu dönemde sömürgecilik de yayılmayı sürdürdü.

Ancak İber Yarımadasının bu alandaki üstünlüğünü yitirmesiyle, Hollanda, Büyük Britanya ve Fransa etkin konuma geçtiler. Balıkçılık yapan kuzeybatı ulusları deniz egemenliğini ele geçirdi. 17. yüzyılda ve 18. yüzyıl başında Hollanda ile İngiltere’ de orta sınıfa ve ticari çıkarlara büyük önem verildi. Ancak XIV. Louis döneminde (1643-1715) Fransa, kıtada ki pek çok devlet ve topluma bu konuda örnek oluşturan başlıca ülke oldu. Avrupa’da üstünlüğü sürekli koruyan bir lüks endüstrisi yarattı ve Hollanda’nın ticaretinden kendisini kurtaracak bir sömürge imparatorluğu kurdu. Sonraları, 1688’de parlamenter yönetimin işlerlik kazandığı İngiltere, ticaret ve denizaşırı imparatorluk mücadelesinde Fransa’yı geride bırakarak bu ülkenin saygınlığını zedeledi.

Doğu Avrupa’da da Polonya ve İsveç gibi soyluların yönetimindeki ülkeler, soyluluğun etkin biçiminde devletin hizmetine sokulduğu Prusya ve Rusya’ nin güdümüne girdi. İçe kapalılığı sürdüren Ortodoksluğun yerine laik Avrupa uygarlığının benimsenmesini sağlayan Büyük Petro döneminde (1682-1725) Rusya, Batı kurumlarını örnek aldı. Büyük bir güç kazanan Rusya’da II. Katerina döneminde (1762-1796) üst sınıflar Avrupa kültürüne katkıda bulunmaya başladılar. Bu dönemde Orta Avrupa’da Avusturya en büyük güç durumuna gelmişti. 16. ve 17. yüzyıllar Avrupası’nda dikkat çeken bir başka gelişme, edebiyat, felsefe ve bilim alanında gerçekleşen ilerlemelerdi. Elizabeth döneminde İngiltere’de, William Shakespeare İngiliz Edebiyatı’nı üstün bir düzeye getirdi. Paris 16. yüzyılda sarayın desteğiyle önemli bir kültür merkezi oldu. Karşı Reform hareketi, İtalyan kültürünü Doğu Avrupa’nın geniş kesimlerine yaydı. 17. yüzyıl ortalarında Galileo ve Newton gibi bilim adamlarıyla Rene Descartes, Thomas Hobbes ve Gottfried Wilhelm von Leibniz gibi düşünürler yetişti.


Leave A Reply