Sokrates Öncesi Filozoflar ve Felsefeciler Kimlerdi? Felsefeye Ne Gibi Katıları Oldu?

0
Advertisement

Sokrates öncesi filozoflar, felsefeciler kimlerdir? Sokrates öncesi filozofların felsefeye katkıları nelerdir, hakkında bilgi.

Pek kesin olmayan “Sokrates öncesi felsefeciler” terimi, İ.Ö. VI. yy’dan İ.Ö. V. yy’ın sonuna kadar, bilimin, tanrıbilimin ve doğmakta olan felsefenin kavramsal araçlarını ortaya koyan Yunan düşünürlerini belirtir. Onlardan önce, Homeros şiirleri çevrimi, evrenin ortaya çıkışını anlatan Hesiodos’un açıklamaları, mitolojiler, yarı masalsı kişiler olan, Eski Yunan’ ın Yedi Bilgesi ve kuvvetin egemen olduğu hayvansal alanın üstünde bulunan bir adalet alanını belirtmek için ilk yasa koyucuların giriştikleri çabalar dikkati çeker. Onlardan sonra da, çalışmalarının olanaklı kıldığı Eflatun’un ve Aristoteles’in büyük felsefeleri ortaya çıkmıştır.

EVRENİN (KOZMOS) KEŞFİ

Sokrates öncesi felsefecilerin en büyük katkısının, kozmosu, yani şaşmaz bir düzene uyan ve ilkelerini insan düşüncesinin kavramayı umut edebileceği bir evreni keşfetmek olduğunu söyleyebiliriz. Miletos’ta Thales tarafından kurulan, Anaksimandros ve Anaksimenes tarafından sürdürülen İonia okulu içinde, ilk doğa düşünürleri, bütün varlıkların içinden çıktığı temel ilkeyi araştırmaya koyuldular: Thales için “su“; Anaksimenes için “hava”; Anaksimandros için “sonsuz“. Söz konusu ilkenin maddesel olması, dünyayı, sürekli olarak doğan ve ölen canlı bir varlık olarak betimlemeyi engellemiyordu.

Pythagoras’a göre evrenin düzeni aritmetik bir uyum gibiydi ve sayılara dayanan yasalara bağlıydı. Bu yasalar, gökbilimde olduğu gibi müzik gamının bağıntılarında ve insanların birbirlerine adaletli davranmalarında da bulunuyordu. Pythagorasçılık, ruh göçü inancını, orpheusçuluktan aldı, ama buna, dünya nimetlerinden yüz çeviren bir ahlak da ekledi. Bu ahlak, ruhların, varlıklar aşamalanmasında yükselmesi için arınması gerektiğini ileri sürüyor ve böylece yararcı dinlere oranla büyük bir ilerleme gerçekleştirmiş oluyordu.

Karanlık” diye nitelenen Ephesoshı (Efes) Herakleitos, oluş ve değişmeyi açıklayan ilk felsefeci (“her şey akar“, “aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz” diyordu) ve diyalektiği ilk ortaya atandır.

Advertisement

Gerçekten de, Herakleitos, çelişkinin, bütün varlıkların içinde olduğunu, bir uyumun da bulunduğunu, ama bunun karşıtlıkların çatışmasından doğduğunu söylemişti.

Ksenophanes’in kurduğu Elea okulu, bilimsel uğraşıları geri plana attı, ama dine ve “gizemler“e karşıt olan tanrıbilimi ortaya koydu. Ona göre, Tanrı Bir’di. Parmenides ise, Herakleitos gibi doğa düşünürlerinin, varlığın ancak görünüşünü açıkladıklarını ileri sürdü. Hareketin gerçek olarak var olmadığını, temel varlığın Bir olan Varlık olduğunu, hareketsizlik içinde bulunduğunu, belli bir belirlenmişliği de olmadığını söyledi. Böylece felsefe, fizikten kopmaya, metafizik haline gelmeye, duyusal görünüşlerin ardında saklanan Varlık konusunda doğru düşünceler ortaya koymaya yöneltiliyordu.

Ama görünüşler, maddeci bir varlık-bilim (ontoloji) yönünde de aşılabilirdi. Başlıca temsilcisi Demokritos olan ve Abdera’da Leukippos tarafından kurulan okulun yaptığı da buydu. Bu okula göre, gerçek varlık bir (tek) değil çoktu; yalnızca atomlar ve boşluk vardı. Atomlar sonsuz sayıdaydı, öncesiz-sonrasızdı ve çeşitli boyutlardaydı. Atomlar, bir araya gelerek bütün var olanları (daha hareketli atomlardan oluşan ruh da dahil) oluşturuyorlardı. Ruh, atomlardan türemiş olduğu için onların bilgisini edinebilirdi (bu açıklamalar, günümüzün biliminin çok şaşırtıcı bir ilk örneğidir). Öğeler üstünde önemle duran Agrigentolu Empedokles, İonia okulunun görüşlerine yeniden döndü. Bu felsefeciye göre, var olanlar, dört öğeden (hava, ateş, su, toprak; oluşmuştur. Doğa düşünürlerinin öğelerinin, ilk baştaki kaostan Zekâ ya da Akıl tarafından nasıl çekip çıkarıldığını ve biçimlendirildiğini açıklayan Anaksagoras‘da da aynı dönüş söz konusudur. Onun görüşlerinde, idealizmin bir ilk örneğini ve var olanların bir yetkinliğe yöneldiklerini ileri süren ereklilik ilkesini buluruz.

AKLIN (LOGOS) İŞLENMESİ.

Parmenides’in en ünlü öğrencisi Elealı Zenon, hocasına karşı çıkan ve varlığın çokluk olduğunu ve ayrıştırılabileceğini ileri sürenlerin görüşünü çürütmek için keskin bir mantık kullandı ve ince kanıtlar ileri sürdü. Bunların en ünlüsü Akhilleus ve kaplumbağa kanıtıdır. Buna göre, kaplumbağa, Akhilleus’un biraz ilerisinden yarışa başlarsa, Akhilleus kaplumbağaya hiçbir zaman yetişemeyecekti. Çünkü Akhilleus kaplumbağanın hizasına geldiğinde, kaplumbağa biraz ilerlemiş olacaktı ve Akhilleus’un onun hizasına yeniden gelmesi gerekecekti, ama kaplumbağa yeniden ilerlemiş olacaktı ve bu sonsuza kadar böyle sürecekti. Böylece Elealı Zenon, güçlü bir akıl yürütme olan “saçmaya indirgeme yoluyla kanıtlama“yı bulmuş oldu. Sofistler (Protagoras, Gorgias, Prodikos, Hippias), bu diyalektiği, göreci ve kuşkucu bir doğrultuda geliştirdiler. Sözgelimi Protagoras, her soruda, aynı güçte iki savın karşı karşıya geldiğini ve bunlardan birinin ötekini çürütemediğini ileri sürdü. Söz, varlıkları yansıtan bir şey değil, haklı ya da haksız olan her davanın hizmetine koşulabilecek basit bir araçtı. Sofistlerin ideolojisi, her şeyden önce, sitenin (devlet) dengesini ve bireyin mutluluğunu amaçlıyordu. Ama içlerinden çoğu, doğrunun yerine yararlıyı koymuşlar ve salt başarı için başarı elde etmek gerektiğini salık vermişlerdi. Ama onların eleştirici düşüncesi, hitabet sanatının, mantığın, dilbilgisinin ilerlemesini sağladı ve Eflatun’un güçlü bir yanıt vermesine yol açarak, felsefeye, dolaylı olarak katkıda bulundu.

Sokrates’in ortaya çıkışı bir çağı sona erdirmiştir. Eflatun onun ağzından şöyle der: “Kendi hakkımda bilgim olmadığı halde, yabancı varlıklar hakkında bilgi edinmeye kalkışmam çok gülünç geliyor bana.”

Bu “yabancı varlıklar” bilimsel bilgilerden ve dünyanın araştırılmasına yönelmekten başka şey değildir. Sokrates, bunların incelenmesi için zamanın erken olduğunu ve daha acil işler dolayısıyla da bir yana bırakılmaları gerektiğini söyler. “Kendi kendini tanı” ya da “kendini bil” sözü, insan bilincinin, irdelenmesi daha güç bir alan olduğunu ve ancak bu iş yapıldıktan sonra, daha hazırlıklı olarak, evrene dönebileceğimizi ve onu tanıyabileceğimizi belirtir.

Advertisement


Leave A Reply