D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

0
Advertisement

D Harfiyle Başlayan Deyimlerin anlamları, açıklamaları, Deyimler sözlüğü D Harfi. Deyimlerin anlamı. D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

ANLAMINA GÖRE – D HARFİ:

Dağ İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Damar İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Darı İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Davul İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Dayak / Dövmek İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Dedikodu İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Değirmen İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Deli İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Deniz İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Dere İle İlgili Atasözleri – Deyimler ve Anlamları
Deri İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Deve İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Dil İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Din İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Dinlemek İle İlgili Atasözleri Deyimler ve Anlamları
Diş İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Doğmak (Doğum) İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Doğruluk İle İlgili Atasözleri – Deyimler ve Anlamları
Doktorlar İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Domuz İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Dövmek / Dayak İle İlgili Deyimler Atasözleri ve Anlamları
Dümen İle İlgili Deyimler ve Anlamları
Dünya İle İlgili Deyimler ve Anlamları

DEYİMLERİN HİKAYELERİ

Dağdan Gelip Bağdakini Kovmak Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
Dalga Geçmek Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
Dananın Kuyruğu Koptu Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
Demoklesin Kılıcı Deyiminin Anlamı ve Hikayesi
Dereyi Görmeden Paçaları Sıvama Deyiminin Anlamı ve Hikayesi

HARF SIRASINA GÖRE

Dağ (dağlar) gibi: -1. Pek iri, çok güçlü (kimse). -2. Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey).

Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı.” anlamında.

Dağ başı: -1. Kent dışı, ıssız yer. -2. Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer.

Advertisement

Dağ doğura doğura fare doğurdu: Önemli gibi görünen şeylerden önemsiz bir sonuç çıkması durumunda söylenir.

Dağ taş : Her yan, her taraf.

Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak.

Dağa çıkmak: Hükümete, kanunlara karşı gelerek dağlara çekilmek, buralarda eşkıyalık etmek.”Düğünü basanlar dağa çıkmışlar.”

Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçırmak.

Dağa kaldırmak: Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada alıkoymak.”Eşkıyalar, karakol komutanının oğlunu dağa kaldırmışlar; ne istedikleri henüz belli değil.”

Advertisement

Dağarcığına atmak: Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerleştirmek.”Öğrendiği her yeni bilgiyi dağarcığına atmayı ihmal etmedi.”

Dağdan gelip bağdakini kovmak :Sonradan geldiği halde oraya ken dinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları be ğenmez olmak.

Dağdan gelip bağdakini kovmak: Daha sonradan geldiği bir yere ya da karıştığı bir işte eskiden beri bulunan bir kişinin yerini almaya çalışmak.”Şu densize bak hele, dağdan gelip bağdakini kovuyor!”

Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil. anlamında.

Dağlara düşmek: Sıkıntı, üzüntü sebebiyle insanlardan kaçıp ıssız yerlerde yaşar olmak.”Annesinin ölümünden sonra dağlara düştü.”

Dağları devirmek: Çok büyük güçlüklerin altından kalkmak, ağır işleri başarmak.”O, dağları devirir bir adamdır.”

Daha (daha da) neler: -1. “Öyle şey olur mu?” -2. “Amma yaptın ha!” anlamında.

Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir.

Dal budak salmak: -1. Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek. -2. Gelişip büyümeye başlamak.

Dal budak salmak: 1. Karmaşık biçimde yayılıp genişlemek. 2. Soy ya da dostluk yönünden genişleyip yayılmak.”Bu mesele daha fazla dal budak salmadan hemen halledilmeli.”

Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse).

Advertisement

Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yol lardan iş becermek.

Dalavere çevirmek: Yalan, dolan ve hile ile kötü bir iş yapmak; düzen kurarak gizlice başkasını aldatmak.”Yine bir dalavere çevirmesin bu adam!”

Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak.

Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek.

Daldan dala konmak: Çok sık, düşünce ya da konu değiştirmek.”Daldan dala konmayı bırak da bir işe sarıl artık.”

Dalga geçmek : -1. Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yer de olmak. (Kars. Tünel geçmek.) -2. Biriyle alay etmek, belli etme den eğlenmek; matrak geçmek. (Kars. Maytaba atmak.) -3. Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak.

Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir.

Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak.

Dalına basmak: Hiç hoşlanmadığı şeyleri yaparak birisini öfkelendirmek.”Dalıma basıp da beni çileden çıkarma lütfen!”

Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulunmak.

Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek.

Advertisement

Dallanıp budaklanmak: Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum almak.”İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!”

Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözü mü güç olan.

Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır.

Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak.

Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak.

Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak.

Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma.

Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak.

Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdır mak.

Damdan düşer gibi: Aniden, yersiz olarak (söz söylemek).”Damdan düşer gibi söz söyleyince ortalık birbirine girdi.”

Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır.

Advertisement

Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek.

Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak.

Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek.

Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak.

Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak.

Damgasını vurmak: Biri hakkında kötü bir yargıya varmak.”Allah`tan korkmazsan ona hırsızlık damgasını vur da rezil olsun.”

Damokles`in kılıcı: Kişiyi korku ve baskı altında tutan büyük ceza tehdidi.”Damokles`in kılıcı gibi başımda dikilip durma öyle!”

Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Olumsuz durumlarda gerçekleşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit.

Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçekleşmek.

Dananın kuyruğu kopmak: Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun gerçekleşmesi.”Dananın kuyruğu bu gece kopacak, inşallah hayır demezler.”

Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış.

Advertisement

Danışıklı dövüş: Şike; önceden aralarında bir anlaşma olduğu hâlde, sanki böyle bir anlaşma yokmuş gibi davranarak başkalarını aldatmak.”Danışıklı dövüş insanların mertlik anlayışını tamamen öldürdü.”

Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem.

Dar boğaz: Sıkıntılar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahlık umulan durum.”Evel Allah bu dar boğazı da aşacağız.”

Dar gelirli: Geçim sıkıntısı çeken, kazancı normal olarak geçimini sağlamaya yetmeyen.”Dar gelirli ailelerin çocuklarının çoğu okulu yarıda bırakmak zorunda kalıyorlar.”

Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kim se). (Kars. Orta direk.)

Dar hayat: Sıkıntılar, güçlükler, zorluklar içinde sürdürülen hayat.

Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabilecek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak.

Dar kafalı: Anlayışı, kavrayışı az; yeniliklere açık olmayan.”Dar kafalı insanlarla anlaşmak oldukça zordur.”

Dar kafalı: -1. Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse). -2. Tutucu (kimse).

Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek.

Dara düşmek: 1. Paraca sıkıntıya uğramak. 2. Sıkıntılı, tehlikeli bir durumla karşılaşmak.”İyice dara düştük, geçinmekte güçlük çekiyoruz.”

Advertisement

Dara gelmek: -1. Aceleye gelmek. -2. Zorunda kalmak, mecbur olmak.

Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak.

Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak.”Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun.”

Darda kalmak : -1. Paraca sıkıntıya düşmek. -2. Zor duruma düşmek

Darda kalmak: 1. Zor duruma düşmek. 2. Paraca sıkıntı çekmek.”Öğretmeninin karşısında darda kalmak istemeyen Ahmet, ödevini yapmayı hiç ihmal etmezdi.”

Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim.” anlamında.

Darısı (dostlar) başına: “Kavuştuğum başarı ve mutluluğa tüm dostlarımın da kavuşmasını isterim” anlamında kullanılır.

Davul çalmak: Bir şeyi herkesin duyabileceği biçimde ortalığa yaymak.”Davul çalıp bizi elâleme rezil etti.”

Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılığını başkası aldı.” anlamında.

Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk).

Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak.

Advertisement

Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse).

Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse).

Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek.

Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözün de ısrar eden (kimse).

Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonra dan uygun bulmak

Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya almak.”Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar.”

Defibela kabilinden : (esk.) Başından savmak için istemeye istemeye:

Defihacet etmek :fesk.) Büyük aptesini yapmak (Kars. Aptest boz mak.)

Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek

Defterden silmek: İlişkisini kesmek, yok saymak, adını anmaz olmak, unutmak.”Ali`yi defterden iyice sildim.”

Defteri dürülmek : Öldürülmek -2. İşten uzaklaştırılmak

Advertisement

Defteri dürülmek: 1. İşine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak. 2. Ölmek ya da öldürülmek.”Onun da defterini dürecekler yakında.

Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak.

Defteri kapamak: İlgiyi kesmek, uğraşmaz olmak, söz konusu işi yapmaz olmak. “O defteri kapadık biz, artık soru sormayın.

Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bun dan böyle hiç söz etmemek.

Defterini dürmek (birinin) : -1. Onu öldürmek ortadan kaldırmak. -2. Onu perişan edecek bir düzen kurmak.

Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatı nı belirlemek, kıymet biçmek.

Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; k.yms-t w#nm-.k.

Değil mi ki: Madem, mademki.

Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında.

Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, ta kas etmek

Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun.” anlamında.

Advertisement

Deli çıkmak : Aklım kaçırmak.

Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek

Deli divane olmak: Bir şeyi, bir kimseyi aşırı derecede sevmek, ona tutkun olmak.”Delikanlı o kız için deli divane oluyordu.”

Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse).

Deli fişek: Atak, delişmen, delice işler yapan, şımarık.”Bırak artık şu deli fişek adamla arkadaşlık etmeyi.”

Deli olmak (bîr şeye) : -1. Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2. O şeyden ötürü çok sinirlenmek

Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğraşır tarzda.

Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz.

Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1. Bir şeyin her yanında delikler açmak -2. Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak.

Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku.

Deliksiz uyku: Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku.”Bu gece deliksiz bir uyku çekip yorgunluğumu atmak istiyorum.”

Advertisement

Dem tutmak: Bir çalgıya, bir başka çalgı veya sesle eşlik etmek.

Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek

Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç.” anlamında.

Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek

Demir atmak: 1. Çapasını denize atmak. 2. Bir yerde uzun süre kalmak.”Gemiler fırtına başlayınca koya girip demir attılar.”

Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak

Demir gibi: -1. Pek sağlam, katı, sert (şey). -2. Çok kuvvetli (kimse).

Demir leblebi: -1. Başarılması çok zor olan iş. -2. Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse).

Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi).

Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne.

Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle.

Advertisement

Denizden çıkmış balığa dönmek: Yeni bir işe, ortama, duruma alışmakta zorluk çekmek.”Eski işinden ayrılıp, yeni işine başlayınca denizden çıkmış balığa dönmüştü.”

Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede boğulmak.

Denk gelmek: -1. (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2. (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek.

Derdi günü : -1. Baş düşüncesi . -2. Asıl uğraşısı.

Derdine düşmek (bir şeyin) : -1. Yersiz bir hevese kapılmak. -2. Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak

Derdine düşmek: Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak.”Sana ne ki o işin derdine düştün?”

Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak.

Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek

Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğeri ne geçerek (konuşmak).

Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken hazırlanmaya başlamak.

Derin derin düşmek : -1. Üzüntülü düşüncelere dalmak. -2. Uzun süre düşünceye dalmak.

Advertisement

Derinden derine : -1. İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden. -2. Oldukça gizli, hiç kimseye duyurmadan.

Derisini yüzmek : -1. Birinin varını yoğunu zorla elinden almak. -2. İşkence ederek öldürmek.

Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse). -2. Düzgün, düzenli (şey).

Derme çatma : -1. Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb.). -2. Ora dan buradan devşirilen (düşünce vb.).

Ders (dersini) vermek (birine) : -1. Sert bir karşılıkla onu yola getir mek, sert davranmak, azarlamak. -2. Oyunda yenmek.

Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çı karmak; ibret almak.

Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak.

Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı.

Dert ortağı: 1. Aynı derdin, sıkıntının içinde bulunanlardan her biri. 2. Bir kimsenin derdini paylaştığı, anlattığı yakın dostu.”Onlar yıllar yılı birbirlerinin dert ortağı olarak yaşamışlardı.”

Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyet te bulunmak.

Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek.

Advertisement

Destan olmak: Yaptığı (kötü) bir işten dolayı şöhreti yayılmak.”Karısına bağırdı diye annesini kapıya attı, bütün civar köylere destan oldu.”

Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayanmadan konuşmak.

Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göstermek.

Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse).

Deve kini: Bitmeyen, geçmeyen, unutulmayan büyük kin.”Tam anlamıyla bir deve kini besliyordu komşusuna karşı.”

Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin.

Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük olan (şey).

Devede kulak: Bütüne göre çok ufak bir parça.”Onun yaptığı iş devede kulak kalır.”

Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1. Bir tehlike anın da hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak. -2. Baş kalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak.

Deveye hendek atlatmak: Birisine yapılması çok zor, hemen hemen yapamayacağı bir işi yaptırmaya çalışmak.”Senin yaptığın deveye hendek atlatmak, bırak şu garibin yakasını.”

Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hır sızlık etmek.

Advertisement

Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire.

Devlet kuşu : İyi talih.

Devlet kuşu: Umulmadık, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren talih.

Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey.

Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, karışmak, araya girmek.

Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak.

Dışa vurmak (bir şeyi): -1. Onu belli etmek, tutum ve davranışların dan, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak. -2. Duygularını saklama yı p belli etmek. .

Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek.

Dışı eli (seni) yakar, içi beni: “Dıştan görünüşü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elverişsiz, kötü, sahibini üzücü” anlamında kullanılır.”Ah bir bilseler işin iç yüzünü, dışı eli yakar, içi beni.”

Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır.

Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vere rek çağırmak.

Advertisement

Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak.

Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak.

Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına ka dar incelemek, aramak.

Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanma yan bir davranışın son kertesi.

Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse).

Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifa deyle bakmak.

Dik kafalı: bk. Dik başlı.

Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak).

Diken üstünde oturmak (durmak) : -1. Eğreti bir biçimde oturmak. -2. Tedirgin bir durumda olmak. -3. Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek.

Diken üstünde oturmak: Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz olmak.”İnan, diken üstünde oturuyorum şurada.”

Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak.

Advertisement

Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiği ni yapmak.

Dikine gitmek: İnatçılık etmek, bildiğini yapmaya çalışmak, kimsenin uyarısına kulak asmamak.”Biraz daha dikine giderse başına büyük bir belâ gelecek bu çocuğun.”

Dikiş tutturamamak: Bir yerde, bir işte bir sebepten ötürü başarı sağlayamayıp uzun süre kalmamak.”Bir şeyde dikiş tutturamadı, şimdi boşta gezip duruyor.”

Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak.

Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bak mak.

Dikiz etmek: Bir yeri, olayı, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ayırmadan dikkatlice izlemek.

Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak. (Kars. Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak.

Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek

Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak.

Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek.

Dil dökmek: Kandırmak, inandırmak ya da yararlanmak için tatlı sözler söylemek.”Peşine düşen çocuğu ne kadar dil döktüyse de evde kalmaya razı edemedi.”

Advertisement

Dil ebesi: Çok fazla ve esprili konuşan.”Dil ebesi bir adam o, sen onunla başa çıkamazsın.”

Dil uzatmak (bir şeye, birine): Saygı duyulan bir kimse ya da kutsal bir yer, şey hakkında yakışık almayacak, aşağılayıcı sözler söytemek.

Dil uzatmak: Bir kimse veya bir şey için kötü söz söylemek.”Ben öğretmenime dil uzattıracak adam değilim.”

Dil yarası: Acı, ağır ve kötü sözün gönülde bıraktığı kırgınlık.”Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez demişler.”

Dil yarası: Acı sözün yarattığı gönül kırgınlığı.

Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak

Dilden dile dolaşmak: Her yerde, pek çok kimse tarafından bahis konusu olmak.”Ata sözleri dilden dile dolaşarak günümüze kadar geldi.”

Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gelmek.

Dile (dillere) düşmek: Hakkında dedikodu yapılmak.”Allah kimseyi dile düşürmesin, kadıncağız sokağa çıkamaz oldu.”

Dile gelmek: -1. bk. Dile düşmek -2. Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak.

Dile gelmek: 1. Konuşma yeteneği yokken konuşmak, dillenmek. 2. Dile düşmek.”Dile geldi dağlar, avuttu onu!”

Advertisement

Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1. Onu açıklamak, anlatmak. -2. Onu konuşturmak.

Dile getirmek: 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, açıklamak. 2. Birini konuşturmak.”Hiç umulmadık bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin anlamasını sağladı.”

Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyle zor, öyle güç ki!” anlamında.

Dile kolay: Söylenmesi kolay ama yapılması ortaya konması ya da katlanılması çok güç.”Evet, dile kolay, haydi yap da görelim.”

Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuş maya başlamak.

Dili açılmak: Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış olmak.”Dili açıldı çok şükür!”

Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak

Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir.

Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan do layı aşırı yorulmak.

Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak.

Dili çözülmek : bk. Dili açılmak.

Advertisement

Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak.

Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak

Dili dolaşmak: Heyecan, korku ya da bir hastalık sebebiyle söyleyeceğini şaşırmak, karıştırmak, açık olarak ifade edememek.”Babasını aniden karşısında görünce dili dolaştı, kekelemeye başladı.”

Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak

Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde.

Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek

Dili dönmemek: 1. Bir sözü doğru ve düzgün söylemeyi becerememek, yanlışsız konuşamamak. 2. Amacını iyi anlatamamak.”İnşaallah dilim dönmeden meseleyi anlatır da kurtulurum ondan.”

Dili olsa da söylese: “Cansız nesneler, hayvanlar konuşabilseler, bazı olaylara tanıklık edebilseler ne iyi olurdu” anlamında kullanılır.

Dili tutulmak : Korku, heyecan yüzünden konuşamaz duruma gelmek.

Dili tutulmak: Herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyemez duruma gelmek.”Sevinçten dili tutuldu bizim kızın.”

Dili uzamak : Haddini bilmeden konuşmaya başlamak.

Advertisement

Dili uzun: İncitici, kırıcı sözler söyleyen, saygısız kimse.”O uzun dilini bana kestirmeden çek içeri!”

Dili varmamak (bir şeye, söylemeye) : Kötü bir şey söylemeye niyet lenmişken söylememek, kendini tutmak; ağzı dili varmamak.

Dili varmamak: Bir sözü söylemeye gönlü razı olmamak.”Sana git demeye dilim varır mı sanıyorsun?”

Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anımsanamaması durumunda söylenir.

Dilin kemiği yok ya!: 1. Önceden söylediği sözü başka biçimlere sokarak inkâr etmek. 2. İnsan konuşurken bazı hatalar yapabilir, doğru ve yanlış her şeyi söyleyebilir.

Dilinde tüy bitmek: Nasihat etmekten, yol göstermekten bıkıp usanmak.

Dilinde tüy bitmek: Sık sık söylemekten bıkmak, usanmak.”Size söyleye söyleye dilimde tüy bitti.”

Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1. Onun ne demek istediğini kavramak. -2. Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapıl ması ^gerektiğini bilmek

Dilinden düşürmemek (bir şeyi, birini) : Hep aynı kişiyi ya da şeyi anlatmak, hep ondan söz etmek.

Dilinden kurt ula mamak : Eleştirilerinden, siteminden, iğnelemelerin den, sataşmalarından kurtulamamak.

Dilinden kurtulamamak: Yaptığı bir kabahatten ötürü sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına uğramak.”Ne yapmalıyım da dilinden kurtulmalıyım onun?”

Advertisement

Diline dolamak (bir şeyi, birini) : -1. Aynı şeyi sık sık her yerde söyle mek. -2. Bir kimseyi her yerde kötüleyip durmak.

Diline dolamak: 1. Bir kimsenin dedikodusunu yapmak, kötü tarafını her yerde söylemek. 2. Bir şeyi her fırsatta söyler olmak.

Diline pelesenk etmek: Bir sözü her zaman, yerli yersiz tekrarlamak.”Şey sözünü diline pelesenk etmişsin, her cümlenin başında kullanıyorsun.”

Dilini eşek arası soksun : “Bundan böyle hoşa gitmeyecek söz söyle yemez ol (olsun)” anlamında ilenç sözü.

Dilini tutmak: Sonunu düşünerek gelişigüzel konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak, rast gele konuşmamak.”Dilini tutmasını bilmeyenlerin başına neler geldiğini sana söylemediler mi?”

Dilini tutmak: Sonunu düşünerek rastgele söz söylemekten sakın mak.

Dilini yutmak: Büyük bir korku, şaşkınlık ya da sevinç karşısında konuşamaz hâle gelmek.”Korkudan neredeyse dilini yutacaktı.”

Dilinin altında bir şey olmak : Söz ve davranışlarından bir şeyler sakladığı belli olmak.

Dilinin altında bir şey olmak: Bir kimsenin sözlerinden açıkça söylemediği bir şeyler olduğu anlaşılmak.”Dilinin altında bir şey olduğunu biliyorum ama bir türlü söyletemiyorum.”

Dilinin ucuna gelmek (bîr şey) : O şeyi, söyleyecek durumdayken herhangi bir düşünceyle söylemekten vazgeçmek.

Dilinin ucuna gelmek: 1. Tam söyleyecekken vazgeçip söylememek. 2. Hatırladığı şeyi söyleyecekken yine unutuvermek.”Dilinin ucuna geldi ama utandığı için söyleyemedi.”

Advertisement

Dilinin ucunda olmak : Çok iyi bildiği bir şeyi o anda hatırlayamamak.

Dillerde dolaşmak: Her yerde kendisinden, ondan söz edilmek.”Cephede gösterdiği yararlılıklardan sonra adı dillerde dolaşır oldu.”

Dillere destan olmak : Herkes tarafından uzun uzun kendisinden söz edilir olmak.

Dillere destan olmak: Bir olay veya nitelik halk arasında yayılmak.”Ona öyle bir oyun oynayacağım ki dillere destan olacak!”

Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyisini elde etmek uğruna çalışırken elindekilerini de yitirmek.”Gel şu işten vazgeç, Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma.”

Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyi şeyler elde etmeye çalışırken elindekini de yitirmek.

Dinden imandan çıkmak : Çok öfkelenmek.

Dinden imandan çıkmak: Çok sinirlenmek, öfkelenmek, kızgınlık duymak.”İnsanı dinden imandan çıkarıyorsun, yapma şu hareketleri!”

Dinden imandan olmak: Dinî inancını yitirmek, mürtet olmak.

Dini bir uğruna: Müslümanlık davası yoluna (iş yapmak).

Dini bütün : Dinine çok bağlı, inana sağlam olan, dindar (kimse).

Advertisement

Dini bütün: Dinin emirlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışan, inancı sağlam olan, dinine çok bağlı.”Her Müslüman dini bütün olmak zorundadır.”

Dini imanı para : Paraya tapar gibi düşkün olan, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen (kimse).

Dip bucak : -1. Göze çarpmayan yer. -2. Kıyı köşe.

Dipsiz kile boş ambar: Para, mal tutamayanın durumunu ya da verimsiz, sonuçsuz bir işi anlatmak için kullanılır.”Memurların işi tam anlamıyla dipsiz kile boş ambar, sıfıra sıfır elde var sıfır.”

Dirlik düzenlik : Birlikte yaşayan, çalışan kimseler arasındaki iyi geçin me duruma.

Dirlik düzenlik: Bir arada yaşayan, çalışan kimseler arasında iyi geçim, güven, sevgi ve anlaşma hâli.”Bir aileye önce dirlik ve düzenlik gereklidir.”

Dirlik yüzü görmemek : Yaşamı boyunca huzur ve rahata kavuşmamak.

Dirsek çevirmek (birine) : Daha önce işbirliği yaptığı kişiye, çıkar iliş kisi son bulunca olumsuz tavır takınmak. (Kars. Yüz çevirmek.)

Dirsek çevirmek: Daha önce birlikte iş yaptığı, anlaştığı kimseden, artık ihtiyaç duymadığı için yüz çevirmek; bir kimseyi kendinden uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.”Onun da dirsek çevireceğini hiç beklemezdim.”

Dirsek çürütmek: Bilgisini arttırmak İçin uzun süre masa başı çalışması (öğrenim) yapmış olmak.

Dirsek çürütmek: Okumak, öğrenim görmek için uzun yıllar çalışmak.”Desene boşuna dirsek çürütmüşsün.”

Advertisement

Diskur geçmek (çekmek) (birine): Onunla yaptıktan, yapması gerekenler konusunda uzun bir konuşma yapmak; nutuk çekmek.

Diş bilemek (birine): Kızdığı birine kötülük yapmak için fırsat kollamak.

Diş bilemek: Öç almak, kötülük yapmak için fırsat kollamak; öfkesini gösterir durum almak.”Bana diş bilediği bakışlarından belli.”

Diş geçirememek (birine): O kimseye istediğini yaptırmaya gücü yetmemek.

Diş geçirememek: Etkisiz kalmak, güç yetirememek, hükmünü yürütüp sözünü dinletememek.”Bir çocuğa diş geçiremiyorsun, ne biçim annesin sen!”

Diş gıcırdatmak: Kızgınlığını, öfkesini kimi davranışlarıyla belli etmek.”Dediğini yaptıramayınca dişlerini gıcırdatmaya başladı.”

Diş göstermek: Güçlü olduğunu, kendine güvendiğini, saldırabileceğini davranışlarıyla belli etmek; tehdit etmek.”Biraz diş göstersen hemen yola geleceklerdir.”

Diş kirası: 1. Eskiden sarayda ya da konaklarda zenginlerin iftara çağırdıkları yoksullara verdikleri armağan veya para. 2. Harcadığı emek dışında bir kimsenin fazladan sağladığı çıkar.

Dişe dokunur : İşe yarar, belirtilmeye değer, önemli.

Dişe dokunur: Hatırı sayılır, işe yarar, belirtilmeye değer, önemli.”Dişe dokunur bir iş yapmışsın, aferin çocuğum.”

Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek para biriktirmek.

Advertisement

Dişinden tırnağından artırmak: Yiyeceğinden, içeceğinden vb. ihtiyaçlarından keserek zorla biriktirmek.”Seni, dişimden tırnağımdan artırdığım parayla okuttum!”

Dişine göre: Yapabileceği, gücünün yeteceği, becerebileceği, uygun bir durumda.”Tam da dişime göre, onu yenebilirim.”

Dişini sıkmak : Güçlük ve sıkıntılara katlanmak, dayanmak.

Dişini sıkmak: Darlığa, sıkıntıya dayanmak; her türlü zorluğa katlanmak.”Biraz daha dişini sıkmalısın, inşallah yakında rahata kavuşacağız.”

Dişini tırnağına takmak: Çok büyük güçlüklere, sıkıntılara, katlanmak; bütün gücünü kullanmak.

Dişini tırnağına takmak: Çok büyük zorluklara, sıkıntılara, darlıklara katlanarak bütün gücünü kullanıp çalışmak.”Biz bu evi dişimizi tırnağımıza takarak yaptık, yıkmalarına izin vermeyeceğim!”

Dişinin kovuğuna (oyuğuna) bile gitmemek: Yediği yiyecek ya da el de ettiği, payına düşen şey kendisine pek az gelmek.

Dişinin kovuğuna bile gitmemek: Çok az gelmek (yiyecekler için).”Açlıktan kırılıyorduk, önümüzdeki yiyecekler dişimizin kovuğuna bile gitmeyecek kadardı.”

Diyeceği olmamak: Bir itirazı, söyleyecek herhangi bir sözü bulunmamak.

Diz boyu: Dize kadar (yükseklik veya alçaklık için).”Çukuru diz boyu kazmışlardı.”

Diz çökmek: 1. Dizini yere koyarak oturmak. 2. Teslim olmak.”Düşman askerleri önümüzde diz çökmüşlerdi.”

Advertisement

Dize gelmek: -1. Baş eğmek, boyun eğmek. -2. Yenilip teslim olmak.

Dize gelmek: Teslim olmak, boyun eğmek, yenilmek, güçlünün buyruğunu kabullenmek.”Bizim kitabımızda dize gelmek yoktur!”

Dize getirmek (birini) : -1: Kendisine direneni alt ederek buyruğuna uyacak duruma getirmek. -2. Yenip teslim almak.

Dize getirmek: Kendisine karşı geleni alt ederek buyruğunu dinler duruma getirmek, boyun eğdirmek.”İki saatte düşmanı dize getirebiliriz.”

Dizgini (dizginleri) ele almak: Yönetimi ele geçirmek, işi kendisi yönetmeye başlamak.”Dizginleri ele almazsak fabrika kargaşa içinde boğulup kalacak, üretim yapılamayacak.”

Dizginleri salıvermek: Başıboş bırakmak, sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek.”Yönetim, dizginleri salıverince insanlar rahat bir nefes aldılar.”

Dizini dövmek : Çok pişman olmak.

Dizini dövmek: Çok pişman olmak.”Çocuklarını küçük yaşta eğitmezsen sonradan dizini döversin.”

Dizinin (dizlerinin) bağı çözülmek: Korkudan, heyecandan, yorgunluktan ayakta duramayacak hâle gelmek.”Yokuşu çıktım ama dizlerimin de bağı çözüldü.”

Dizinin dibi: Yanı başı.

Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman, güç kalmamak.

Advertisement

Dizlerine kapanmak: Yalvarmak, kendini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak.”Göreceksin, günün birinde dizlerine kapanacak babasının.”

Dizlerinin bağı çözülmek : Korku, aşırı yorulma gibiTar nedenle ayak ta duramayacak duruma gelmek.

Dobra dobra (söylemek, konuşmak): Hiç çekinmeden, sakınmadan, gerçeği, düşündüklerini olduğu gibi (söylemek).

Dobra dobra söylemek: Hiçbir şeyden çekinmeden, sözü eğip bükmeden, dosdoğru, açık açık konuşmak.”Dobra dobra konuşan insanları severim.”

Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz ele geçmemiş bir şey, gerçekleşmesi kesin olarak bilinmeyen bir durum için hazırlık yapmak.

Doğru bulmak (bir şeyi) : Onu uygun görmek, onaylamak.

Doğru çıkmak : Gerçek olduğu gibi anlaşılmak.

Doğru doğru dosdoğru : “En doğrusu şu ki.” anlamında.

Doğru durmak : Uslu.durmak, yaramazlık yapmamak.

Doğru dürüst: -1. Kusuru, yanlışı, eksiği olmayan kimse ya da şey için söylenir. -2, Kusursuz, yanlışsız, eksiksiz biçimde, tam olarak.

Doğru oturmak : Uslu durmak.

Advertisement

Doğrudan doğruya: Hiçbir aracı kullanmadan, araya başka bir şey girmeden.

Doksan kapının ipini çekmek: Her yere uğramak; kırk kapının ipini çekmek.

Dokuz canlı: Ölümle sonuçlanabilecek birçok tehlikeyi atlatıp sağ ka labilen (kimse ya da canlı).

Dokuz doğurmak : Merakla, heyecanla, korkuyla beklemek.

Dokuz doğurmak: 1. Bir işi güçlükle ve sıkıntı içinde sonuca ulaştırmak. 2. Merakla, heyecanla, sabırsızlıkla, sıkıntı çekerek beklemek.”İşe geç kalmıştı, yeni araba gelinceye kadar dokuz doğurdu.”

Dokuz köyden kovulmuş: Geçimsizliği, hatalı davranışları yüzünden birçok yerden atılmış kimse.

Dokuz yorgan eskitmek (parçalamak): Çok uzun yaşamak.

Dolap beygiri gibi dönüp durmak : Dar bir çevrede aynı işi sürekli olarak yapıp durmak.

Dolap çevirmek (döndürmek) : Hile ile, yalan dolan ile iş görmek, dü zen kurmak.

Dolap çevirmek: Hile, düzen ve dalavere ile iş yapmak.”Yine ne dolap çeviriyor acaba?”

Dolma yutmak: Kanıp aldanmak.”Ona dolma yutturacağını hiç sanmam!”

Advertisement

Dolu dizgin gitmek : -1. Son hızla koşmak. -2. Önüne geçilemeyecek biçimde olmak.

Dolu dizgin: 1. Son hızla (süvari ve at arabası için). 2. Önüne geçilemeyecek biçimde, çok fazla olarak.”Kinlerimizi dolu dizgin salıverdik düşmanın üstüne.”

Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılamayan güç bir durum karşısında söylenir. “Her yolu denedim, çözüm yolu bulamadım” anlamına gelir.

Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: “Hangi yolu denediysem olmadı, çözüm yolu bulamadım.” anlamında.

Domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): Sevilmeyen ya da eli sıkı olan birinden az da olsa bir şey elde etmek. ‘

Domuzdan kıl çekmek: Sevilmeyen, eli sıkı olan, cimri bir kimseden bir şey alabilmek.”Domuzdan bir kıl koparmak kârdır.”

Don çözülmek : Hava ısınmaya başlayarak buzlar çözülmek.

Don gömlek : Üzerinde sadece iç çamaşırı olmak üzere.

Don gömlek: Çıplak, üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmuş hâlde.”Adamı, don gömlek kalacak kadar soydular.”

Don tutmak : Donmak, buz tutmak.

Dona, çekmek (hava): Hava sulan donduracak ölçüde soğumak.

Advertisement

Dost düşman : Herkes.

Dosta düşmana karşı: Dosttan üzmemek, düşmanları sevindirmemek için.

Dostlar alışverişte görsün (diye) : “Sın” gösteriş olsun, iş görüyor den sin (diye).” anlamında.

Dostlar alışverişte görsün: Gösteriş olsun; amaç iş yapıyor görünmek, iş yapmak değil.”Güya çalışıyor, dostlar alışverişte görsün!”

Dostlar başından (dostlardan) ırak: “Dostlar böyle kötü durumlarla karşılaşmasınlar.” anlamında.

Doyum olmamak (bir şeye): O şeyden hiçbir şekilde bıkmamak, tadı na doyulmamak.

Dozunu ayarlamak : Ölçülü olmak; ölçülü davranmak.

Dozunu kaçırmak : Aşırı gitmek, ölçüyü aşmak.

Dökülüp saçılmak: 1. Bir şey uğruna fazla para harcamak, masraf etmek. 2. Soyunmak, çok açık giyinmek.”Düğün yapıyorum diye sakın dökülüp saçılma, yoksa kendini toplayamazsın.”

Dönüm noktası: Bir olayın ulaştığı yeni bir aşama.

Dört ayak üstüne düşmek: Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.”Nasıl oluyor da, bu adam hep dört ayak üstüne düşüyor?”

Advertisement

Dört ayak üstüne düşmek: Ummadığı bir şeyi, fazla emek harcamadan edinivermek.-2.Tehlikeli bir durumu kazasız belasız atlatmak.

Dört başı mamur (bayındır): Her bakımdan istenildiği gibi olan, kusursuz, mükemmel, yetkin.

Dört başı mamur: Her yanı bakımlı, elverişli, güzel, tam istenildiği gibi.”Alırsam dört başı mamur bir ev alacağım.”

Dört bir tarat: Her yer, her taraf.

Dört dönmek : Bir iş için telaşla oraya buraya koşmak, koşuşturup dur mak.

Dört dönmek: Bir işi yapmak için korku, heyecan, telâş, şaşkınlık içinde sağa sola koşmak, çare aramak.”Kadıncağız haberi alır almaz odanın içinde dört dönmeye başladı.”

Dört dörtlük : Her yönüyle tam, kusursuz, mükemmel olan.

Dört duvar arasında (kalmak) : Evde, kapalı bir yerde (kalmak),

Dört elle sarılmak (yapışmak) (bir şeye) (birine) : -1. O şeyi İyice benimseyerek ve özenle yapmak için ele almak. -2. Destek ya da yardım umulan kimseyle sıkı bağlar kurmak.

Dört elle sarılmak: Yapacağı işe büyük bir önem verip özen göstererek girişmek.”Başarılı olmak mı istiyorsun, dört elle sarıl işine!”

Dört gözle bakmak : Dikkatlice bakmak.

Advertisement

Dört gözle beklemek : Çok isteyerek, özlemle,-sabırsızlıkla beklemek.

Dört gözle beklemek: Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir sabırsızlıkla beklemek.”Annemin yolunu dört gözle beklemeye başladım.”

Dört köşe olmak; Çok keyiflenmek, büyük zevk duymak, çok sevinmek.

Dört yanı deniz kesilmek : Her yönden çaresizlik, umutsuzluk içinde kalmak.

Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belirten davranışta bulun mak, umursamamak.

Dudak bükmek: Umursamamak, beğenmemek, küçümsemek.”Yeni alınan elbiseye şöyle bir dudak büküp geçti.”

Dudak ısırmak : -1. Biçimsiz, ayıp bir duruma şaşmak. -2. Hayran kalmak.

Dudak ısırmak: Hayret etmek, şaşırmak.”Beni karşısında görünce dudağını ısıracak eminim.”

Dudak ısırtmak: 1. Hayran bırakmak. 2. Şaşkınlığa, hayrete düşürmek.”Yazdığı son kitabıyla dudak ısırttı herkese.”

Dudak sarkıtmak : Hoşnutsuzluğunu, üzüntüsünü yüz ifadesiyle belli etmek; surat asmak, somurtmak.

Dudak tiryakisi: Sigarayı dumanını içine çekmeden dışarı üfleyerek içen tiryaki.

Advertisement

Dudakları titremek : Ağlayacak duruma gelmek.

Duman almak (bir yeri) (bir şeyden) : -1. Orayı sis bürümek, sis kaplamak. -2. Sigaradan ya da sigara gibi sarılmış uyuşturucudan içine çekmek.

Duman altı olmak: Esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek.

Duman attırmak : Birini üstünlüğünü göstererek korkutmak, sindirmek.

Duman attırmak: Geride bırakmak, zor duruma düşürmek, birini yıldırmak.”Silâhını çeken komutan etrafa duman attırmaya başladı.”

Duman etmek (birini, bir şeyi): -1. Onu yok etmek, dağıtıp bozmak. -2. Başarı göstermek, yenmek.

Duman etmek: Bozmak, ortalığı dağıtmak, yok etmek; yenmek, birine karşı başarı sağlamak.”Askerler ortalığı toz duman ettiler.”

Duman olmak : İşi, durumu bozulup, çok kötü duruma düşmek.

Duman olmak: 1. Ortadan kaybolmak. 2. Durumu, düzeni, işi bozulmak. Kötü olmak.”Çabuk duman ol buradan, gözüm görmesin seni!”

Dumanı üstünde : Çok yeni, çok taze olan.

Dumanı üstünde: 1. Çok taze (sebze ve meyve için). 2. Çok yeni, üzerinden zaman geçmemiş.”Şu elmalara bak, daha dumanı üstünde bunların.”

Advertisement

Dumura uğramak : Körelmek, canlılığını yitirmek, işlevini yapamaz olmak.

Dur dinlen yok (dur otur yok, dur durak yok) : Durup dinlenme bilmeden, hiç ara vermeden sürekli çalışmayı anlatır.

Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim : “Bana neler neler yaptığını biliyorum, hele bir buraya yerleşeyim, sonra gör, sana neler yapacağım.” anlamında tehdit sözü.

Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu : “Bıkmadı, sabretti, ama sonunda olumlu bir sonuç, güzel bir şey ya da büyük bir kazanç elde etti.” anlamında gıpta sözü.

Durduğu (durduk) yerde : -1. Hiçbir emek harcamadan. -2. Gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken; durup dururken. -3. Hatası ya da suçu olmadığı halde.

Durduğu yerde: 1. Hiç gereği yokken. 2. Kolaylıkla, hiç emek ve çaba harcamadan.”Adam durduğu yerde para kazanıyor, anlamadım bu işi!”

Durmuş oturmuş : -1. Davranışları ve düşünceleri tutarlı olan, olgun (kimse). -2. Büyük sorunları kalmamış, uzun süredir rahat bir yaşa ma biçimine girmiş (yer)..

Durumu bozulmak: -1. Parasal gücü azalmak, giderleri karşılayamaz olmak. -2. Eriştiği güzel durum kötüye gitmek.

Durumu düzelmek: -1. Parasal gücü iyileşmek. -2. önceki iyi durumu na kavuşmak.

Durup dinlenmeden : Aralıksız, arka arkaya, sürekli olarak. *

Durup dinlenmeden: Sürekli olarak, ara vermeden, arka arkaya.”Yıllar yılı durup dinlenmeden çalıştım sizin için.”

Advertisement

Durup dururken : -1. Birdenbire, ansızın, -2. Hiçbir neden yokken, hiç gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken, durduğu yerde.

Durup dururken: 1. Birden bire, ansızın. 2. Hiç gereği veya sebebi yokken.”Durup dururken bir tokat attı arkadaşına.”

Dut gibi olmak: -1. Çok içip sarhoş almak. -2. Utanmak, bozum ol mak, mahcup olmak.

Dut yemiş bülbüle dönmek : Önceleri neşeli ve konuşkan iken» hiç sesi çıkmaz olmak.

Dut yemiş bülbüle dönmek: Susmak; konuşkanlığını, sevincini, neşesini yitirmek; sesi çıkmaz olmak.”Onu dut yemiş bülbüle döndürmezsem bana da Hasan demesinler!”

Duymazlıktan (duymamazlıktan) gelmek : Duymamış gibi davranmak.

Düdük gibi: (Pantolon için) Kısalmış, dar, sıkı.

Düdük makarnası: Anlayışsız, sersem (kimse).

Düğüm noktası: Bir işin sonuçlandırılması için öncelikle çözüme kavuşturulması gereken en zor yanı.

Düğüm noktası: Bir meselenin sonuçlandırılması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken en güç yanı.”Biz işin daha düğüm noktasını tespit etmiş değiliz ki!”

Düğüm üstüne düğüm atmak : Hiç para harcamayıp birikim yapmak.

Advertisement

Düğümü çözmek : Anlaşılması güç bir şeyi açıklığa kavuşturmak.

Düğün bayram etmek : Çok sevinmek.

Düğün bayram etmek: Çok sevinç duymak, topluca neşeli bir duruma kavuşmak.”Ağabeyim savaştan sağ salim dönünce ailece bayram ettik.”

Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü : “Ortada bir ne den yokken, niçin bu kadar yakınlık gösteriyor.” anlamında.

Düğün evi gibi: Çok kalabalık ve telâşlı görülen yer.”Hayrola, dün akşam sizin sokak düğün evi gibiymiş!”

Dümdüz etmek (bir şeyi, yeri) : Onu yıkmak, kırıp dökmek, ezmek, yerle bir etmek.

Dümdüz olmak : Ezilmek, yıkılmak, kırılıp dökülmek, yerle bir olmak.

Dümen çevirmek : Hileye başvurarak iş görmek.

Dümen çevirmek: Düzen kurup, hileli iş yapmak.”Yine ne dümen çeviriyorsunuz siz?”

Dümen kırmak: Yön değiştirmek.

Dümen suyunda gitmek (birinin) : Bir kimseye her yönden bağımlı olmak, onun izinden yürümek.

Advertisement

Dümen suyunda gitmek: Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak.”Başkasının dümen suyundan gidenler kişiliklerini bulamazlar.”

Dümen yapmak : Dalavereyle, hüeyie başkasını aldatmaya çalışmak.

Dümenine bakmak : Çıkarından başka işle uğraşmamak, yasadışı yollarla da olsa çıkarına çalışmak.

Dün bir bugün iki: “Daha çok. fazla zaman geçmiş değil.” anlamında bir şeyin erken olduğunu anlatır.

Dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi.

Dünden bugüne : Çabucak, az zamanda.

Dünden razı (hazır): “Bir öneriyi hemen seve seve kabul eden kimse için söylenir.

Dünkü çocuk : Genç, acemi, deneyimsiz (kimse).

Dünkü çocuk: Deneyimi az, toy acemi.”Dünkü çocukların aklına ihtiyacım yok benim.”

Dünya (gözüne, ona) zindan olmak (kesilmek) : Umutlarını yitirmek, karamsarlığa düşmek.

Dünya ahret kardeşim olsun : “Karşı cinsten bir kimseye kardeşlik duygusundan başka bir duygu beslemem, kardeşim gözüyle baka rım, ona kötü gözle bakmam.” anlamında.

Advertisement

Dünya âlem : Herkes, tüm insanlar.

Dünya başına yıkılmak : Dayanamayacağı kadar büyük bir yıkıma uğ rayıp tüm umutlarını yitirmek, dirliği ve düzeni karmakarışık olmak.

Dünya başına yıkılmak: Dara düşmek, felâkete uğramak, umutlarını yitirmek, çok üzülüp acı çekmek.”Trafik kazasında kocasını ve iki çocuğunu kaybeden kadının dünyası başına yıkılmıştı.”

Dünya bir araya gelse : “Tüm insanlar birlikte davranarak karşı olsa, engel olmaya çalışanlar çıksa bile, vız gelir.” anlamında.

Dünya bir araya gelse: “Bütün insanlar engel olmaya kalksa bile, asla, hiçbir zaman, kim ne derse desin” anlamında, yine bildiğini yapma durumu için kullanılır.”Dünya bir araya gelse de ben o adamla barışmam.”

Dünya durdukça : Sonsuzluğa dek, ebediyen.

Dünya evine girmek : Evlenmek, yuva kurmak.

Dünya gözü ile: Ölmeden önce, yaşarken.”Dünya gözü ile Almanya`daki kardeşimi bir daha görsem.”

Dünya gözüyle (görmek}: Sağ iken, ölmeden Önce, sağlığında (görmek).

Dünya kadar : İstemediğin kadar, çok bol.

Dünya kazan ben kepçe : “Çok arandı, aranmadık yer bırakılmadı, her yer gezildi.” anlamında.

Advertisement

Dünya varmış : “Oh! bunaltıcı, üzücü, sıkıntılı bu durumdan kurtuldum.” anlamında.

Dünya yıkılsa umurunda değil: Hiçbir şeyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk duymamak.”Sakın `dünya yıkılsa umurumda değil` deme bana.”

Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorumluluk duygusu gelişmemiş, hiç bir şeyle ilgilenmez, kaygısız, tasasız, gamsız kimse için söylenir.

Dünya zindan olmak (birine) : Umutlarını yitirmek, İyice karamsar olmak.

Dünyada olmaz (gelmez vb): Kesinlikle olmayacak yapılmayacak bir şey için söylenir; hayatta olmaz.

Dünyadan elini eteğini çekmek : Çevresiyle, çevresinde olan bitenler le ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak. (Kars. Bir köşe ye çekilmek, inzivaya çekilmek.)

Dünyadan elini eteğini çekmek: Bir kenara çekilip toplum ile ilişkisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmaz olmak, daha çok ibadetle meşgul olmak ve dünya işleriyle ilgilenmez olmak.”Bizim komşu her nedense dünyadan elini eteğini çekti, görünmez oldu sanki.”

Dünyadan geçmek (el çekmek, vazgeçmek) : Bir köşeye çekilip, top lum yaşamından uzak durmak, kendi halinde yaşamak.

Dünyadan haberi olmamak : Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olmamak.

Dünyadan haberi olmamak: Çevresinden, çağından ve çağının getirdiklerinden, zamanında yaşanan hayattan haberli olmamak.”Sen dünyadan haberi olmayan bir adamsın, ne anlarsın bu işten, lütfen karışma!”

Dünyalar onun olmak: Oldukça çok sevinmek.”Babası istediği oyuncağı getirince dünyalar onun oldu sanki.”

Advertisement

Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek.

Dünyalığı(m) doğrultmak : Yaşadığı sürece yetecek kadar para kazanmak ya da gelir sağlamak.

Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu anlamak: Yaşamın zorluğunu, insanın çetin engellerle karşılaşabileceğini öğrenmek; Hanyayı Konya’yı öğrenmek.

Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu göstermek (birine) : Onu yaptığına pişman etmek, ona hak ettiği cezayı vermek.

Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Dünyada insanın başına neler gelebileceğini öğrenmek, zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak.”Elbet sen de bir gün dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksın.”

Dünyanın öbür (bir) ucu : Çok uzak yer.

Dünyanın öbür ucu: Çok uzak yer.”Ali de dünyanın öbür ucunda oturuyor.”

Dünyası yıkılmak : Yaşama umudu yıkılmak, güzel hayalleri son bul mak.

Dünyaya gelmek: Doğmak.

Dünyaya getirmek: Doğurmak.

Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): Ömrü bitip Ölmek.

Advertisement

Dünyaya kazık kakmak : Çok yaşamak, uzun ömürlü olmak.

Dünyayı gözü görmemek: Sıkıntı, üzüntü, öfke, karamsarlık, hınç ya da çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünmemek.

Dünyayı haram etmek (birine) ; Ona hayatı yaşanılmaz duruma getir mek.

Dünyayı toz pembe görmek : En kötü, en acıklı durumlarda bile iyim ser olabilmek, durumun iyi yönleri bile olduğunu düşünmek.

Dünyayı toz pembe görmek: İyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle bakmak.”Bırak artık şu dünyayı toz pembe görmeyi, aç gözlerini!”

Dünyayı tutmak : Her yerde duyulmak, ünü yayılmak.

Dünyayı zindan etmek (birine) : Onu çok sıkıntılı bir duruma sokmak.

Dürbünün tersiyle bakmak (bîr şeye) : Söz konusu şeyi çok küçümsemek, olduğundan daha az değerli, önemli görmek.

Düş görmek : Uyurken zihinde olay ve düşünceler belirmek; rüya görmek.

Düş gücü : Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği; hayal gücü.

Düş kırıklığı: Çok istenilen, beklenilen ya da umulan bir şeyin gerçekleşmemesi halinde beliren duygusal durum; hayal kırıklığı.

Advertisement

Düş kurmak : Olmamış bir şeyi, olması olanaksız ya da gelecekte ola bilecek bir şayi hayalinde canlandırmak; hayal kurmak.

Düşe kalka : Güçlüklerle karşılaşarak, zor bela; iyi kötü.

Düşe kalka: 1. İşi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, uğraşa uğraşa (yapmak). 2. Biriyle yakın ilişki kurarak.”Sokak serserileriyle düşe kalka iyice bozuldu, sapıttı.”

Düşeş atmak: Umulmadık bir başarı kazanmak.”Düşeş attı bizim oğlan, şimdi yanına da yaklaştırmaz kimseyi.”

Düşman çatlatmak: Nisbet yapmak, iyi durum ve başarılarıyla düşmanı kızdırmak ve kıskandırmak.”Düşman çatlatmakta da üstüne yok senin!”

Düşman kesilmek: Düşman olmak, düşman gibi görünüp tavır almak.”Yalnız benim değil, bütün ailenin düşmanı kesilmişti.”

Düşün düşün, boktur işin : Durumu kötü olan, hiçbir çıkar yol bulama yan kimsenin kendi kendine söylediği söz.

Düşüncesini açmak (birine) : Herhangi bir konudaki görüşünü, endi şesini bildirmek.

Düşüncesini almak : Herhangi bir konuda görüşünü öğrenmek.

Düşüncesini okumak : Birinin ne düşündüğünü anlamak.

Düşünceye dalmak : Dalgın bir durumda derin derin düşünmek.

Advertisement

Düşünceye varmak: Bir kanıya ulaşmak, çözümü bulmak.

Düşünüp taşınmak : Bir konuyu her yönüyle iyice düşünmek, buna göre karar vermek.

Düşünüp taşınmak: Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düşünüp ona göre davranmak.”Acele etme, düşünüp taşın öyle karar ver.”

Düşüp kalkmak (biriyle): -1. Biriyle yasa ve törelerin uygun görmediği biçimde, birlikte yaşamak. -2. O kimseyle yakın ilişki içinde bulunmak, yakın arkadaşlık etmek.

Düşüp kalkmak: 1. Yakın arkadaşlık etmek. 2. Yasa ve gelenek dışı kadın ve erkekle birlikte yaşamak veya sık sık bir araya gelmek.”Seni bu hâle getirenler düşüp kalktığın arkadaşlarındır. Hâlâ anlamadın mı?”

Düttürü Leyla: Çok dar ve kısa giyinmiş kadın için söylenir.

Düttürü Leylâ: Gülünç, tuhaf, daracık ve kısacık giyinmiş kadın.”Sana hiç yakışmamış, düttürü Leylâ gibi olmuşsun.”

Düzen kurmak: -1. Gerekli araç ve gereçleri kullanıma sokarak, onla ra işlerlik kazandırmak. -2. Hileye başvurmak, dolap çevirmek.

Düzene koymak (sokmak) (bir şeyi): -1. Yolunda gitmesini sağla mak, uygun biçimde çalışır duruma getirmek. -2. Dağınıklıktan kurtarıp derli toplu duruma getirmek.

Düzlüğe çıkmak : Engelleri aşmak, işini,yoluna koymak.

Advertisement


Yorum yapılmamış

Leave A Reply